Melis Melek
Amerika’da ilk yılımı eyalet üniversitesine bağlı olan bir kolejde akşam okulunda okudum. Akşam okulu olduğundan öğrencilerin yüzde 80’i gündüz çalışmak zorunda olan, kalifiye bir meslek sahibi olmak isteyen 28-35 yaş arasındaki yoksul siyahilerden oluşuyordu. Dünya tarihi dersinde bir film izletti hocamız, özetle; ismini hatırlamadığım ama silah karşılığı Afrika’da ailelerinden kaçırılıp, Avrupa’ya satılmak üzere bir gemiye bindirilen kadın-erkek genç erkek, kadın siyahilerin kölelik çilelerini anlatıyordu. Sınıf arkadaşlarım sessizce ağlamaya başladı. Sınıftaki iki beyaz öğrenci olan ben ve Alman Amanda’da hıçkırıklarımızla onlara katıldık. O gün siyahi arkadaşlarımın her şeye itiraz eder gibi yüksek sesle konuşmalarını, konuşurken abartılı el ve yüz hareketleri yapmalarının altındaki gerçekleri bu şekilde anlamış olmuştum. Hep asabiydiler. Sürekli öfkeli olmak ne kadar stres verici olmalıydı ama onları artık anlıyordum.
Hocamız başka bir derste Başkan Bill Clinton’un siyahi aktivist Rosa Parks’a Başkanlık Özgürlük Madalyası’nı takdim ettiğini söyledi ve konuyu Martin Luther King’e bağlayan bir kronoloji yaptı tahtada. Ve benim merakım da böylece başladı. Hemen o gün üniversite kütüphanesinden tavsiye üzerine kitabımı aldım, zeminden yedi kat aşağıda ‘sessiz odalar’ olarak adlandırılan alanların birinde kitabımı okumaya başladım. O kitaplardan aklımda kalanları aktarmaya çalışacağım.
Yıl 1955.
lllinois eyaletine bağlı Montgomery şehrinde siyahi Rosa Parks adında terzi bir kadın yorgundu ve işten dönüyordu. Montgomery’deki geleneklere göre, siyahi yolcuların beyaz yolculara yer açmak için otobüsün ön tarafındaki koltuklarını bırakmaları gerekiyordu; arka sıralar ise siyahi yolcular için ayrılmıştı.
Rosa çok yorgun bir şekilde otobüse bindi, kendisine ayrılan yere geçti, oturdu. Beyazlar binmeye başladı, bir süre sonra beyazların yeri bitince, siyahilerin olduğu yere geldi beyazlar.
Bir, iki, üç ‘zenci” kalktı, yerini beyazlara verdi.
Yer verme sırası Rosa’ya gelmişti. Rosa yerinden kalkmadı.
Şoför arabayı durdurdu ve Rosa’ya kalkması gerektiğini söyledi. Rosa kalkmadı.
“Kalkmıyorum, çünkü kalkıp yerimi bir başkasına vermem gerektiğine inanmıyorum” dedi.
Bunun üzerine şoför otobüsü durdurdu, polis çağırdı ve polis Rosa’yı tutukladı. Kefaletle serbest kaldığında aslında bu eylem çok umursanmadı. Ancak Alabama Üniversitesindeki bir profesör olaydan haberdar oldu, bu olayın üstüne gitmeye karar verdi ve Montgomery halkını otobüsleri boykot etmeye çağırdı.
Rosa 14 dolar para cezası alsa da artık bu boykot engellenemezdi. Boykot 381 gün sürdü ve nihayet Browder v. Gayle davasında otobüslerde ayrımcılığın anayasaya aykırı bulunmasıyla sona erdi. Parks, boykota katılımı nedeniyle hem maddi sıkıntılar hem de sağlık sorunları yaşadı ve 1957’de Detroit, Michigan’a taşındı.
Tam da aynı dönemde Alabama Valisi ‘üniversitelere siyahlar alınmasın’ demeye başlamıştı. Irkçılık her yerde, her kademede kendini gösteriyordu. Ancak ilk otobüs boykotunda başarılı olduklarını gören siyahiler boykotların devamına karar verdiler. Kendi içlerinde bir birlik oluşturdular. Ve bu birliğin başına genç bir adam geldi.
26 yaşındaki Baptis bir genç. Aktivist vaiz. Martin Luther King.
Siyahilerin hayatını değiştiren büyük adam, böyle bir olay sayesinde dünya ile tanıştı.
King, 1951 yılında sosyoloji bölümünden üniversite birincisi olarak mezun oldu. 1955 yılında Boston Üniversitesinde Sistematik Teoloji konusunda yüksek lisans yaptı.
Babası Sr. King, Mahatma Gandhi tarafından uygulanan, şiddete dayanmayan sivil itaatsizlik felsefesinin takipçisi aktivist bir papaz ve şiddet içermeyen direniş, şiddet içermeyen sivil itaatsizlik yöntemleri ile beyaz olmayan insanların haklarını geliştirmeye adadı kendisini. Junior King de babasından öğrendiği yolda, bir sosyolog olarak ilerlemeye devam etmiş ve şiddetsiz protestolar yapmaya başladı.
King Güney Hristiyan Liderlik Konferansı’nın (SCLC) ilk başkanı oldu ve bu şiddete dayanmayan sivil itaatsizlik felsefesini SCLC tarafından gösterilerde uyguladı. King, birkaç kez hapse de atıldı.
FBI, King’i radikal ve devlet düşmanı olarak tanımladı. FBI ajanları, King’in olası komünist bağlantılarını araştırıp, özel hayatını gözetleyip, gizlice kaydetmiş üstelik. 1964 yılında FBI, King’e isimsiz bir tehdit mektubu postalıyor. 1964 yılında, Nobel Barış Ödülü’nü kazandığı sıralarda, Martin Luther King Jr.’a gönderilen anonim bir mektup ve beraberindeki ses kaydı bu kampanyanın en zirve noktasını oluşturur. Mektubun bazı bölümleri şöyle:
“Artık gerçek yüzün ortaya çıktı. Artık ne yapman gerektiğini biliyorsun… Bir çıkış yolu var. Geriye sadece 34 gün kaldı…”
Mektubun sonunda ise King’e doğrudan şu ima yapılır: “Bunu kendi başına yaparsan daha iyi olur.”
Yani: İntihar et.
King, bu mektubun FBI tarafından yazıldığını anladı. Mektubu bir ölüm tehdidi olarak değil, daha sinsice bir plan olarak değerlendirdi:
“Beni doğrudan öldürmek yerine, kendimi yok etmeye zorladılar.”
Mektubun FBI tarafından gönderildiği, ancak isimsiz ve sözde bir hayran tarafından yazılmış gibi kaleme alındığı, 1975 Church Komitesi soruşturmaları sırasında ortaya çıktı. Bu komite, ABD hükümetinin iç güvenlik gerekçesiyle yürüttüğü yasa dışı gözetim faaliyetlerini inceliyordu. King’e gönderilen mektubun FBI içindeki COINTELPRO (Counter Intelligence Program) adlı gizli program kapsamında hazırlandığı anlaşıldı.
Martin Luther King Jr., 1964 yılında FBI’dan gelen isimsiz tehdit mektubunu aldıktan sonra geri adım atmak bir yana, daha da kararlı bir şekilde mücadelesine devam etti.
O tarihten sonra siyahların oy hakkı, ayrımcılığın sona ermesi, çalışan hakları ve diğer temel haklar için gösterileri düzenledi, organize etti. Oy Hakkı Mücadelesine Odaklandı: Selma ve Montgomery Yürüyüşü’nü(1965) gerçekleştirdi. 1966’da mücadelesini Güney eyaletlerinden kentsel ayrımcılığın hüküm sürdüğü Kuzey’e taşıdı. Şiddetsiz yürüyüşler düzenledi. King 1964’te şiddet içermeyen direniş yoluyla ırksal eşitsizlikle mücadele ettiği için Nobel Barış Ödülü’nü kazandı. Yaşadığı son yıllarda odak noktasını yoksulluğa ve Vietnam Savaşı’na karşı muhalefeti de içerecek şekilde genişletti.
Ne acıdır ki bir sosyolog, din adamı, politik eylemci olan King 4 Nisan 1968’de henüz 39 yaşındayken Memphis, Tennessee’de, Lorraine Motel’in balkonunda bir suikast sonucu öldürüldü. O an orada bulunmasının nedeni, bir grev ve adalet çağrısıydı.
Rosa Parks, 24 Ekim 2005 tarihinde, 92 yaşındayken Detroit, Michigan’da doğal nedenlerle hayatını kaybetti. Cenaze töreni Montgomery, Detroit ve Washington D.C. olmak üzere üç farklı şehirde düzenlendi. Binlerce kişi, Parks’a son kez veda etmek için sıraya girdi. Tabutu, sembolik bir vedayla King döneminden kalan Montgomery otobüslerinden biriyle taşındı.
Rosa Parks sessiz bir direnişle tarihi değiştirdi ama ardında bıraktığı etki, hem yasalarda hem insanların vicdanında yaşamaya devam ediyor.
Martin Luther King Jr. , yüksek sesle haykırdığı idealleriyle milyonların kalbine dokundu. Bıraktığı miras sadece yasalarla değil, özgürlük ve adalet arayan herkesin vicdanında yaşamaya devam ediyor.
Rosa Parks ve Martin Luther King Jr., yalnızca birer birey değil, siyasal varoluşun dönüştürücü gücünü somutlaştıran iki simge isim.
Onların mücadelesi, yalnızca siyahiler için değil, tüm ezilen gruplar için “varım, buradayım, hakkım var” diyebilmenin yolunu açtı. Böylece, siyaset yalnızca seçkinlerin alanı olmaktan çıkarak, halkın, özellikle de görmezden gelinenlerin varoluş zeminine dönüştü.
Bu bir anma yazısına dönüştü, ancak ben size bir varoluş rotası çizmek için yazmaya başlamıştım, vazgeçmiş değilim.
Montgomery, Detroit, Memphis’i farklı zamanlarda gezme ve üniversite öğrencileri arasında ev değişimi uygulaması sayesinde kitaplardan edindiğin bu bilgileri yerinde tazeleme şansına sahip oldum. Martin Luther King’in Atlanta’daki Fulton County’deki mezarının bulunduğu Freedom Hall’u ziyaret etme şansım da oldu.
Bir gün sizin de yolunuz düşerse şu rotalarda Rosa Parks’ın ve Martin Luther King’in ayak izlerini sürebilir, içinizden bana da bir selam gönderirsiniz.
Atlanta, Georgia
Martin Luther King Jr.’ın doğduğu ve büyüdüğü yer. Burada Sweet Auburn Historic District’e gitmelisiniz. Çünkü burası onun doğduğu, büyüdüğü ve mücadeleye ilk adım attığı mahalle. 501 Auburn Avenue adresindeki doğduğu iki katlı ev, günümüzde Martin Luther King Jr. National Historical Park kapsamında ziyarete açık bir anıt. King’in babası ve büyükbabasıyla birlikte vaaz verdiği Ebenezer Baptist Church, yine Auburn Caddesi üzerinde yer alıyor King burada ilk kez kitlelere hitap etmeyi öğrendi ve dini liderliğini inşa etti. Ayrıca King Center (The Martin Luther King Jr. Center for Nonviolent Social Change), hem bir anıt hem de bir düşünce merkezidir. Mozolesi, eşi Coretta Scott King ile birlikte burada.
Montgomery, Alabama
Rosa Parks’ın bir otobüste yerini vermeyi reddettiği ve Montgomery Otobüs Boykotu’nun başladığı şehir. Ziyaret etmeniz gereken ilk durak, Rosa Parks’ın anısını yaşatan Rosa Parks Museum olmalı. Olayın gerçekleştiği noktaya çok yakın olan müze, interaktif bölümleriyle ziyaretçileri 1955’e götürüyor. Boykotun manevi liderliğini üstlenen King’in vaaz verdiği Dexter Avenue King Memorial Baptist Church de bu şehirde yer alıyor. King burada sadece vaaz vermedi; aynı zamanda ilk sivil haklar örgütlenmesini yönetti. Yine şehirde yer alan Civil Rights Memorial ve Legacy Museum, kölelikten kitlesel hapis sistemine kadar uzanan tarihsel adaletsizliği çok çarpıcı biçimde ortaya koyuyor.
Selma, Alabama
Oy hakkı mücadelesinin sembol şehirlerinden biri. Edmund Pettus Köprüsü, 1965’te yaşanan “Kanlı Pazar” yürüyüşünün gerçekleştiği yerdir. Siyahların oy kullanma hakkı için düzenlenen bu yürüyüş, polisin sert müdahalesiyle tarihe geçmiştir. Bugün köprüden yürümek, sadece bir turistik rota değil; bir nevi vicdan yolculuğu. Köprünün hemen yakınında bulunan National Voting Rights Museum and Institute, yürüyüşe katılan aktivistlerin hikâyelerini sunuyor.
Birmingham, Alabama
Amerikan iç siyasetini derinden etkileyen olayların yaşandığı şehir. 16th Street Baptist Church, 1963’te ırkçı bir saldırıyla bombalanmış ve dört küçük siyah kız çocuğu hayatını kaybetmiştir. Bu olay, King’in sert çıkışlarından birine neden olmuş, ülke çapında öfke yaratmıştır. Kilisenin hemen karşısında yer alan Birmingham Civil Rights Institute, King’in “Letter from Birmingham Jail” mektubunun arka planını ve dönemin sosyal çalkantılarını belgeler. Kelly Ingram Park, protestoların ve polis saldırılarının mekânıdır. Şehir adeta direnişin açık hava müzesidir.
Memphis, Tennessee
Martin Luther King Jr.’ın hayatını kaybettiği şehir. Lorraine Motel, bugün National Civil Rights Museum olarak hizmet veriyor. King, burada kaldığı sırada Memphis’teki siyah çöp işçilerinin grevine destek veriyordu. Suikasta uğradığı balkon ve odaya, zaman adeta durmuş gibi korunmuş durumda. Müze, ırk eşitliği, şiddetsizlik ve adalet kavramlarını çok kapsamlı bir şekilde ele alıyor. “I AM A MAN” Plaza ise King’in destek verdiği grevin ruhunu bugüne taşıyor.
Washington, D.C.
Martin Luther King Jr.’ın 1963’teki ünlü “I Have a Dream” konuşmasını yaptığı yer. Lincoln Memorial merdivenlerinde durup o konuşmanın yapıldığı noktayı işaret eden plakayı görebilirsiniz. Martin Luther King Jr. Memorial, dev bir kaya bloktan King’in heykelini çıkarır gibi inşa edilmiş; sessiz ama etkili bir duruşu simgeliyor. Ayrıca National Museum of African American History and Culture, siyahi mücadelenin geçmişini, acılarını ve başarılarını belgeleyen modern bir anlatı merkezi.


