Kenan Doğru
O büyülü şey hep uzaktan göz kırpar onlara. Tinin, bakar körler ile kendisi arasına çizdiği bir masumiyet karinesidir bu. Siyah ile beyaz arasındaki o belirsizlik, sineklerin kanat çırpışlarının fersah ötesindedir ki kendilerini övebilsinler. Tezahürattır onlar için her şey, çünkü övmek zahmetsizdir. Ve böyle yapar yıkımdan kaçanlar. Onların çaresizliği, çaresidir varoluşlarının.
Adanmışlık uzaktır onlara, sinek doğalarının en kötü becerisidir yalpalamak. Böyle inşa ederler yalan bir dünyayı. Ve zannımca: Ahlaki seviyesizliğin boş bir kalpteki göstergesidir zayıf sadakatleri.
Tutundukları kavramlar, hayat kurtaran ilaçtır cüzzamlı ruhları için. Tinden haberleri hiç olmadı, umutlanma, olmayacak da! Sadece ezberindedir, bir tanımdır onlar için tin, tıpkı diğer sıradan kavramlar gibi.
Hep bilir her şeyi! Ve hep bilmez, burada olmanın sebebini hiç bilemeyeceğini. Bilirmiş gibi yaptıklarının yanında, bilmedikleri kadarıyla adillerdir aslında Tanrı’nın gözünde. Çünkü ‘Zan’dır onların beslendiği bataklık. İtiraf edemezler: Hapsoldukları ötekileşmenin içinde boğulurken kurtarıcısını beklediklerini. Ve beklerken öldüklerini.
Zihinlerinin o izbe yerlerinde ölüm çiçeklerinin kökleri kurumuştur çoktan. Bundan dolayı köşelidir onların hayalleri! Yine de kurtarıcıyı oynamaktan da geri kalmazlar. Çünkü onlar için akıl: Gördüğüdür, işittiğidir! Kolaya kaçar işte. Ne demek canım, hep daha önemli işleri vardır bu sineklerin.
Kendilerinin nesnesi olarak var olmuşlardır. Fenomenlerin sağ kolu, numenin inkarcısıdır mekanikleşmiş düşleri. Baş kaldırmaktan aciz, akıl vermekte azizlerdir bu yüzden. Hep bir tedavi edilesi zavallı vardır onlar için. Ve böylece zehirli nefesleriyle hasta edip, ölüm uykusuna yatırırlar ruhu kötürüm olmuş masum larvaları.
Sade şeyler onları pek alakadar etmez, hafife alır görmezden gelirler. Çünkü bir kene gibi karınları, sırtlarında taşlaşmış yükleri, içi boş yürekleri vardır; fırtınadan kaçarken sığındığı hep başkalarına ait bir sığınak.
Bir gün o aynada yansıyanı başkası zannedip zehirleyince kendisini, ölümle göz göze gelerek ilk kez şefkat gösterirler çaresiz olana. Çirkin ruhlarını görmezlikten gelmenin hilesidir bu. İçten gelmeyen, zaruri bir yakınlıktır, oldu olacak. Aslında fırtınadan bir sığınaktır geçirgenliğin tini onlar için!
Hep bilir ama, hiç bilmez bunu: Tinden çok cinini aradığını her yerde. Oysaki o, her Tanrı misafirini kabul etmez, sadece tanrılara öykünen kervanlara aralanır kapısı, onlar da arada sıkışıp susuzluktan ölürler bir süre sonra. Çünkü sahici olmayan ıslaklık çabuk kurutur içlerini. Ve yine kaybolurlar bir başkasının çölünde.
Bilmezler ki: Yol, yokluğun adıdır, kapı kuyudur, duvar geçittir aslında. En büyük sır: Bir baş kaldırıdır, kendine çizdiğin sınırlara.
Böylece bu vızıltıların ulaşıp ulaşacağı cennet, bir “sınırdır” nihayetinde, tosladıklarında sözlerinin hiç olduğu bir duvar. Tırmanıp ancak oradan bakarlar âleme. Bunun adına da irade derler, özgürlük naraları kendilerine bile varmazken.
Kıskaca alınmış karanlık yüzleri, dışarıda bırakmaz peşlerini bir türlü. Ünsüz sertleşmesine uğramış cızırtılarını bir meziyet zannederler böylece. Oysaki öykündüğü benliklerinin görebildiği en uzak mesafe, ölülerin yattığı yerden görünen ufuk çizgisidir.
“Biz sinekler kan emmekten, lanet olası çıkarlarımızdan başka ne düşünürüz ki?” diyerek, merak edip hiç uslanmazlar hallerinden. Biri diğerini aşağılayarak yüceltirken kendisini, aşağılanmanın bakıcısı olmuşlardır aslında. Şaşırmamak gerekir, neticede eşeğidir kendisinin her sinek.
Bu sineklerin, duvarları daha kalın olan biriyle karşılaşması pek iç açıcı değildir ama en büyük şanstır içlerinden bilene. İçsel bastırmalarını inşa ettiği temelsiz çıtalar, idollerinin karşısında bir anda kumdan bir kale gibi yıkılır. Geriye uygarlıklarının etrafına diktiği o paslanmış dikenli çitler kalır. Bıçak gibi keskindir uçları, böyle iğdiş olur semirmiş varoluşları.
Yine de itiraf edemezler: Varmak istedikleri şatonun tepesinden seyredermiş gibi yaparken dünyayı, kırık kanat, sünmüş bir don lastiğidir aşağılarda. Bir zaman sonra sinekler de anlar ya: Kandıramazsın adaleti, ipsiz sapsız akıldışının engin topraklarında!
“Ruh sanatçısı” mı?
Tabii, ne demek…
Ancak vefasızlıkta tam bir zanaatkarlardır onlar! Çünkü, başkasının kanayan yarasına asla kalbini basamaz bir sinek, sadece emer onu en iyi şekilde!
Sevilmediklerini anladıklarında, silik varoluşlarının bataklığı çıkar karşılarına her seferinde. Karınları delen günahların ağırlığıyla batmıştır dizlerine kadar. Yürüyecek bir yol, emilecek kan kalmamıştır ortalıkta. Yine de geri kalmaz hiçbir şekilde, bir sırtlan gibi diş göstermekten bataklıktaki gölgesine.
Aslında bu ruhu pıhtılaşmış kurbanların sonsuz döngüsünde karşılaştığı en güzel manzaradır burası. Varoluşlarını üzerine kuracakları temelidir o bataklık, eğer “kurutabilirler ise kurtarabilirler ise kendilerini, kendilerinden.”
Evet, çamurdan doğabilmek.
Bir şeyi altına dönüştürmekten daha adil bir kabiliyet olsa gerek: Bir simya sırrı!
Hepsi bu mu?
Maalesef bu sinekler ateşe öykünür yine de!
Nerden bilsinler ki küllerinden var olmanın cehennemin yolunu iyilik taşlarıyla örenler için olduğunu, iyiliklerinin günahlarını yanarak ödeyenler için.
Fakat sinekler ateşe yaklaşamazlar bile canları tatlıdır onların, en fazla dönüp çamurda debelenirler yine. Her ne kadar ne kadar da birbirilerini sevdiklerini çığırsalar da birbirilerinin kulaklarına: Ötekileştirip, kirli diye bakar biri diğerine içinden o bataklıkta.
Bu kan emiciler yol iz bilmezler aradığı hep bir kuyudur, kapılıp boğulacağı bir girdap. Peçesi düştüğünde, deccalın gölgesi çıkar karşılarına, var olurken yok olmanın bir düğüm noktasıdır orası.
Varoluşun dayanılmaz belirsizliği, arzunun kesif tonları, kontrastların çatışması, karşıtlığın buluşması…
Varlığın yoklukla ayırt edilemediği mesafede, iki evrenin birleştiği yer. Arşimet’in parmak bastığı bir nokta, sinekler aleminden uzakta bir diyar.

Kenan Doğru, Ardahan’da doğdu. İstanbul’da yaşıyor. Uluslararası bir firmada yönetici olarak çalışmakla birlikte, küçük yaşta tutku edindiği yazı alanında üretmeye devam ediyor. “Sapien Hislerim” adlı deneme aforizmalar kitabının yazarı olan Doğru’nun çeşitli mecralarda yayımlanmış pekçok öyküsü bulunuyor. Mühendislik eğitiminin ardından yüksek lisansını tamamlayan Doğru, şimdilerde İstanbul Üniversitesi “Felsefe” bölümünde eğitimine devam ediyor. Aynı zamanda ilk romanı ile okurlarıyla buluşmaya hazırlanıyor.

