Gaye Aybar
Düşüncelerin yıkılır teker teker. Hiç kurulmamış cümleler yerini alır. Hayaller, halüsinasyon olur. Aklın eskisi gibi çalışmaz ve yavaş yavaş olur bu yıkım. Bir gün aniden hiç ummadığın bir anda karşına çıkar o akıl yarılması. Mantığın yok olduğu, gerçeğin bozulduğu mekandır. Oyun mu gerçek mi karışır. Kim dost, kim düşman karışır.
Kulağında türlü türlü kafadan çıkan sesler, gözünde korkunç suretler. Bu suretler, bir koro gibi hep bir ağızdan konuşan pek de hayırlı şeyler olacak demeyen o sesler kulağını kapasan da susmazlar. Yıkılmış aklın yeni distopyasında yol bulmaya çalışırsın. Kimim ben? Neredeyim?
Yeni olan, hiç de keyif verici değildir. Zaten kimse de yeni varlığını onaylamıyordur. Deli diye kesip atmak işin kolay yolu, diyordu şarkının sözünde. Bir kulağında küpen eksiktir. Gömleğin bile vardır. İnkâr etmene bakar her şey ve o anda ters giydirip götürüverirler seni Bakırköy’e.
Evdekiler mi acayipleştiler yoksa onlar artık ailenin kılığına bürünmüş uzaylılar mı? Uyumayarak tuttuğun her gece nöbeti, içindeki güvensizliği ve tehlikedeyim düşünceni büyütür. O büyüdükçe hostiliten artar. Saldırganlaşır ve de yalnızlaşırsın. Delip geçen bakışlarla akıl okumaya çalışırsın. Odandan dışarı çıkmaz, verdikleri suyu, yemeği yemez olursun. Çünkü seni zehirleyeceklerine dair hezeyanlar içinde bunların hezeyan olduklarını dahi bilmeden içini saran karanlıkta korka korka yol alırsın. Dünya tekin değildir artık. İşte bunlar hep bir yıkımdır ve yeni bir inşa süreci de başlamıştır bir yandan.
İş yerinde de sorunlar başlar. Göz devirenleri görürsün. Senin hakkında iyi düşüncelere sahip olmadıklarından yüzde yüz eminsindir. Onlara şüphe ile bakarsın. Daha bir alıngan ve tetiktesindir. Sesler… Bir tek senin duyduğunu söyledikleri sesler. Yani oradaki biçimsiz adamı bir tek sen duyuyor ve görüyorsundur. Aklını oynatacağını düşünürsün.
Gerçekte aklın, şiddeti giderek artan zelzelelerin etkisiyle yavaş yavaş yerinden oynamaya ve yıkılmaya başlamıştır. Temeli sağlam olmayan evler gibi o son sarsıntıda tüm benliğin saniyeler içinde enkaz altında kalır.
Bu acıdır. Bu çaresizliktir. Artık hiç kimse için hiçbir şey eskisi gibi değildir. Herkes hem aynı hem değildir. Dünya denen yer de hem aynı hem değildir.
Bir gün bir psikiyatr bu gerçeği yüzüne çarpar: Şizofreni. Yani şimdi enkazdan çıkan şey bu mu? Yoksa enkazın kendisi mi bu? “Daha neler? Saçmalık. Bu doktor bana inanmadı, oysa ki uzaylılar benim evimi işgal edip anne babamı alıp götürdüler. Sıra bana gelmişti. Tam o sırada sihirli güçlerimi kullanıp uzaya doğru uçmak üzere havalanmak için balkon demirine çıkmıştım ki komşu denilen zombiler beni tuttu,” diye düşünürken bulursun kendini. Yeni inşa edilen zihnine sen de yabancısındır artık.
Bir nevi ölümdür her yıkım. Varoluş da bazen bir yıkım. Yeni varlığın eski aklının hükümdarlığını yıkmıştır. Bu bir devrimdir. Bu bir ayaklanma. Yıllarca bastırılmış benliğini parça parça eden bir varoluş zaferi. Kırık ayna parçaları gibidir aklın. Her kıymığı acıtan ve her biri yanılsamalarla dolu bir çığlık olur içinde. Hangi ayna kırığına baksan sana aynı şeyi fısıldar: Şizofren.
Korkunç olan neydi? Şizofren olmak mı yoksa kırmızı kart görüp de saha dışına atılmak mı? Her varoluş bir ötekileşme midir? Farklı olan ben miyim yoksa sen mi? Distopyan da, o da bir ötekidir artık. Giderek içine çeken yeni dünyanın kırık aynası olursun.
Doğru ve yanlışın karıştığı, gerçeğin bulanıklaştığı pek çok yansımaya sahip bir dünya. Toplayıp birleştirmek istersin aynayı, hiçbir parça oturmaz yerine. Ayna hala kırıktır. Kırık… Kırılmış kalbin gibi, üzgündür ayna da. Baktığında kaç surat, kaç göz görürsün karşında?
Kırık ayna parçaları arasında eski benliğini bulup da yerine koymaya çalışırsın. Buldum sanırsın. Karşılaştığın hep yeni bendir. Hüznün büyüyerek öfkeye döner. Her öfkende aynayı tekrar yere çarpar ve daha da küçük parçalara bölersin. Kalbin ayna kırıklarıyla dolar ve eline gelen her parçada “bu mu benim, yoksa bu mu benim” diye pazarlığın devam eder.
Seninle ailen de yıkılır. Yeni bir aile olarak var olana kadar defalarca o balyoz darbesine karşılıklı maruz kalınır. Bir sana, bir onlara. Acı… Acıtır. Kalbi yıkılanlar çoğalır. Yıkık bir kalp ağır bir hüzün inşa eder: Sonsuz bir yas içine hapsolur kalpler. Aklı yaran balyozun, kalbi kıran balyozun yeni adıdır ş…
Artık var olan bu yeni ben, hükümdardır. Ya ona boyun eğeceksin ve yarattığı yıkıma devam edecek ya da o balyozu elinden alıp onu eğiteceksin.
Halüsinasyonları göz ardı etmeyi öğrenmek ve de ailenin desteğini almak seni büyütecek, geliştirecek. Seni içe kapamaya çalışan, distopyanda yaşamanı isteyen o seslerle de birer birer mücadele edeceksin. Hiçbir şey yapmasan da kırmızı kart gösterecekler yine olacak. Onlarla zaman zaman mücadele edeceksin. Bu mücadelende yalnız olmadığını da göreceksin. Etrafında seninle aynı durumu yaşayanlarla beraber yaşama tutunarak var olmaya devam edeceksin. Kazanan sonunda sen olacaksın. Bunun sadece bir hastalığın olduğunu kabul ettiğinde yeniden gerçek dünyaya uyanacaksın. Bunu kontrol etmeyi öğrenmeye başladıkça şizofren kimliğini yıkıp, sadece bir hastalık olduğu gerçeğiyle yaşayacaksın. Her yıkım bir nevi ölüm, her etiket bir nevi yıkım.
Etiketi yıktığın yerden yeni benlik inşa edeceksin. Hoş geldin ve geçmiş olsun.

Dr. Hikmet Gaye Aybar, psikiyatri alanındaki uzmanlığı ile bütüncül bir terapi yaklaşımı sunmaktadır. 2003 yılında Prof. Dr. Mehmet Sungur’dan aldığı Bilişsel Davranışcı Terapi eğitimiyle başlayan terapi yolculuğunu, cinsel terapi, çift ve aile terapisi, EMDR, sanat psikoterapisi, travma odaklı terapi, edebiyat gibi çeşitli eğitimlerle destekledi. Bilim ve sanat çalışmalarını bir arada kullanan Aybar, bireysel, aile, çift danışmanlıklarının yanı sıra gruplarla ve topluluklarla yaratıcı drama, sanat psikoterapisi, yaratıcı dans atölyeleri ile çalışmaktadır.


