Mahinur Çenetoğlu
Merve burnunu çeke çeke toz toprak içindeki yolda koşuyordu. ‘Oh olsun yine kaçtım işte.’ Sevinçli bir hüzün halindeydi. On altı yaşının verdiği güzellik yanaklarını al al yapmıştı.
Annesi arkasından bin türlü beddualarla uğunuyordu.
“Seni doğuracağıma taş doğursaydım, alıp başımı gidip bir kaya kavuğunda otursaydım, ellerin çocukları analarına nasıl da yardımcı oluyorlar, sen kaç anca kaç…”
Annesinin sesi kulaklarında koşuyordu Merve. Güneş uzun kollarını bedenine sarmış ısıtırken, yakıyor kavuruyordu. Ayaklarında, annesine yalvar yakar aldırdığı beyaz bez spor pabuçları, geniş paça kot pantolonu yaşadığı şehrin tozlu yollarını süpüre süpüre koşuyordu Merve, arkasından gelecek olanlara yol açtığını düşünerek.
Koş Merve koş, seni bekleyen ve sonunu göremediğin o yolda nefes nefese koş.
Dolmuş durağına ulaştığında durdu soluklandı, sarı saçlarını, ince beyaz elleriyle topuz yapıp narin boynunun arkasında topladı. Dolmuşa binerken gömleğinin yakasından bir parça meme görürüm diye nafile baktı şoför Samet. Aynadan ince bıyıklarını çekiştiren şoföre, “günaydın şerefsiz Samet,” dedi içinden, gülümsedi.
“Günaydın Samet abi, nasılsın?”
Komşularıydı Samet, karısı Kudret yedi aylık hamileydi. Her gece aynı şarkıyla mahalleye girer, motor sesine karışmış bangır bangır çalan Ferdi’nin ‘bende özledim bende…’ şarkısıyla Merve’lerin apartmanının önünde dururdu. Kimse sesini çıkarmaz, annesi başlarında erkek olmadığından korkardı da Merve’ye saydırdığı gibi çıkıp ona da saydıramazdı. Merve camı birkaç kez gürültüyle açıp kapardı. “Şu herifin ağzına yüzüne…” diye söylenerek kapıya koşar annesi onu durdurur, “Salak mısın kızım? Sen elin itini bize tebelleş mi edeceksin? Ürer ürer gider,” diye önünde duvar olurdu.
“Abi şuradan alır mısın?” Parayı uzattı Merve.
Samet gülümsedi para üstünü verirken ince bıyıklarının uçları titredi. Bir torba çakıl taşı doldurulmuş ağzını açtığında birbirlerine tecavüz edercesine üst üste binmiş, yosun bağlamış dişleri ve boğuk sesiyle arsız arsız fısıldadı. “Abi deme lazım olur.” Sonra sesini yükselterek sordu. “Eee nereye böyle sabah sabah Merve Hanım?’
Sana ne ulan sana ne puşt Samet, cehennemin dibine gidiyorum, gelecen mi?’
“Nişanlımla buluşacağız Samet abi, evimiz için bir şeyler bakacağız da.”
Şu şerefsiz Samet bana asılmasın diye yaptığım numaralara bak, nişanlımmış gibi, mış gibi…
Adam sustu, duymazlığa gelerek seslendi. “Var mı arkadan ücretini gönderemeyen?”
Evden kaçmıştı Merve, annesinin bitmek tükenmek bilmeyen işlerinden, çenesinden, zorlamalarından bıkmıştı da evden kaçmıştı. Yine kaçmıştı, ama dönüp dolaşıp yine buraya gelmeyecek miydi? Yavuklusu vardı. Adı Metin. Annesinin deyimiyle uzaktan Metin’e, yakından götüme benzeyen Metin. Annesi onu Metin’e değil, zengin Şemsettin’e verecekti. On altı yaşındaydı Merve, Dul Şemsettin altmışına merdiven dayamıştı. Annesinden bile büyüktü.
Babam ölmeyeydi iyiydi, anamı zapt eden bir babam vardı, o da gitti. Kaldın mı bi başına Merve? Anan seni Şemşoyaverecek! Ya kendi varacak, ya seni verecek.
Dolmuş o ağlak sesli şarkıcının şarkılarıyla beş kilometre ötedeki merkez’e doğru yol almaya başladı. Kalabalığa girdiğinde canlandı Merve. Dolmuştan uçarcasına indi. İnsan seli arasında oradan oraya savruldu bir müddet. Çocukların avaz avaza bağırdığı, sevgililerin diz dize oturduğu bir parkta, boyaları dökülmüş, gelen geçenin üzerine oturup o günkü ruh hallerine göre çakılarıyla yazılar kazıdıkları, kuşların sıçtığı banklardan birisine oturdu.
Anne sen varsana o adama, senin yaşın daha uygun vallahi ben razıyım.
O günü hatırlayınca gülümsedi, yavaşça yerinden kalktı köşedeki simit satan gözleri çekik adamdan en çıtırından bir simit alıp tekrar yerine oturdu. ‘Bu adam Çinli ‘mi acaba, surata bak,’ diye içinden geçirirken, ısırdığı simidin tadı mutlu etti Merve’yi.
Sen var o adama dedim de suratıma okkalı bir şamarı yemekten son anda kurtuldum. Bence anamın gönlü Şemsettin’de. Babamla yaşamadığı o zengin hayatı onunla yaşamak istiyor.
Bu kez sesli sesli güldü. Yandaki bankta neredeyse kucak kucağa oturan çift ona baktı.
“Ne bakıyorsunuz lan, hadi gidin de sevişin burada sürtünüp duracağınıza,” dedi Merve, gülümseyerek. Bankta oturan kızın oturduğu yerden hışımla kalktığını görünce, düşüncelerini sesli söylediğini anladı. Aceleyle kalkıp koşmaya başladı, arkasından birileri bağırıyordu.
“Terbiyesiz, ahlaksız! Sen kim oluyorsun? Şuna bak bize neler dedi, deli galiba. Dur kaçma diyorum sana!”
Nefes nefese çıktı parktan, ara sokaklara dalarak izini kaybettirdi. Arkasına baktı gelen giden yoktu, bir köşede oturdu, uzun uzun güldü. Gelen geçen ona baktı, vah zavallı dediler. O daha da çok güldü.
Ne yani haksız mıyım? Salak şeyler, oturmuşlar bankta elleşip duruyorlar. Bari sinemaya falan gidin. Biz öyle yapıyoruz. Hah geliyor…
Oturduğu yerden kalkarken Metin, elini kolunu sallaya sallaya, yaylanarak yürüyordu.
Sevgilisin yanından ayrılırken üzgündü genç kız, başına gelecekleri bile bile dönüyordu kürkçü dükkanına. Üç dört saat dolanmışlar, ikisinde de para olmadığı için kuytularda biraz sarılmış, biraz öpüşmüşlerdi. Metin ‘Evlenelim’ demiş, Merve ‘Nasıl?’ demiş; mal mal bakıştıktan sonra Metin onu dolmuş durağına bırakıp bilardo salonuna gitmişti. Bütün gün yediği sadece bir simitti. Parktaki gençlere söylediği aklına gelince sesli güldü yine, midesinden gelen gurultu dolmuşun motor sesine karıştı.
Merve daha kapıdan adımını atar atmaz annesinin sesi karşılardı onu. Günü güzel miydi? Annesini böyle bir başına bırakıp, sevgilisiyle gezerken hiç utanmamış mıydı?
Annesi freni patlamış kamyon gibi üstüne geliyordu. Genç kız elleriyle kulaklarını kapattı gözlerini kocaman açarak bağırdı.
“Anne sus, lütfen sus artık yaaa!”
Babam ölmeyeydi iyiydi.
Odasının kapısını şiddetle kapattı, ne yapacağını bilmez bir durumda yatağının yanındaki boy aynasında çaresiz sıfatına bakarken kapı annesinin hışmıyla sonunu kadar açıldı.
“Anne ne istiyorsun sen benden? Beni beğenmiyorsun, sevmiyorsun. Erkek arkadaşımı beğenmiyorsun. Okuyacağım diyorum, göndermiyorsun! Ben o adamla evlenmem. Sırf zengin diye ölürüm de evlenmem. Adam hem yaşlı hem de dul.”
Merve yutkundu bir şeyleri söyleyip söylememekte kararsız bir süre annesinin yüzüne baktı.
“Anne bak vallahi seni karakola şikâyet ederim. Daha reşit bile değilim ben.”
Annesi bir adım daha yaklaştı Merve’ye elini kaldırdı ama vurmadı.
“Aptalsın kızım sen. Şikâyet edecekmiş, ben senin rahatını düşünüyorum. İki çıplak ne bok yiyeceksiniz acaba? Anneni şikâyet ha! Defol şuradan gözüm görmesin seni. Hadi, hadi git şu bulaşıkları yıka!”
Mutfağa koşan Merve bir yandan ağlıyor öte yandan bulaşıkları hızlı hızlı yıkıyordu.
Ah babacığım ah, sen gittin ben vallahi bittim. Bana bir işaret gönder, sonunda kaçacağım bu evden!
Daldığı düşüncelerden annesinin ‘Merve!’ diye bağırarak mutfağa dalmasıyla elindeki kocaman salata tabağını yere düştü. Büyük gürültüyle mutfağın her tarafına dağılan tabak kırıklarına şaşkınlıkla bakakaldı.
İşte bu işaret, evet işaret!
“Aferin sarsak Merve” diye bağıran annesini itekleyerek odasına koştu. Kapıyı arkasından kilitleyerek telefona sarıldı. Annesi mutfaktaki tabak kırıklarını temizlerken söylenmesine devam ediyordu. Merve Metin’i defalarca aramış ama bir türlü cevap alamamıştı Dolabın dibinde duran çantaya birkaç kıyafet koyarak yavaşça kapıya yöneldi. Merdivenleri ikişer ikişer atlayarak koşmaya başladı.
Koş Merve koş.
Dolmuş durağı sakindi. Merkeze vardığında hava henüz kararmamıştı. Metin’in sürekli takıldığı bilardo salonunun önüne yine koşarak vardı. Kalbinin sesi midesinde, beyninde atıyordu. Camdan içeriye baktı Metin oradaydı, arkası cama dönüktü. Merve heyecanla tam içeri girecekken gördü Metin’in gölgesinden kalan esmer kısa saçlı kızı. Metin kızı boynundan öpüyordu. Sabah buluştuklarında ‘Hadi evlenelim’ diyen Metin, “Seni seviyorum kaç bana” diyen Metin. Merve kapıyı açtı bilardo salonunun ortasına kadar ilerledi. Metin’in Merve’yi görmesiyle suratının ortasına okkalı bir tükürük yemesi aynı ana denk geldi.
Dışarıya çıktığında çok rahatlamıştı. Gökyüzüne doğru bir selam çaktı.
Yapacak bir işim daha var babacığım.
Sakin adımlarla karşıdaki karakoldan içeriye girdi.

Mahinur Çenetoğlu, Ankara’da dünyaya geldi. Otuz beş yıl beyaz yakalı olarak Milletlerarası Ticaret Odası’nda çalıştı. Profesyonel yazım hayatına 2020 yılında başladı. 2021 yılında Yaşar Kemal Anısına Öykü Halk Bilim Araştırması ve Şiir Yarışması’nda Öykü dalında “Bezgin Demokrat” isimli öyküsüyle finalist oldu. Beş kollektif kitapta öyküleri yayımlandı. 2023 yılında Banliyö Kitap tarafından basılan ilk novellası “Aşkın Istırabı”, Ekim 2004’te Mahal Edebiyat tarafından basılan ilk öykü kitabı “Evlilik Fotoğrafını Kim Aldı” okurla buluştu. Distopya Dergi’de yazıları yayımlanıyor. Otuzdan fazla öyküsü çeşitli internet dergilerinde yer aldı.

