Elif Özge Karakaya
1950-1967 yılları arasında Bulgaristan, Yunanistan, Romanya, Türkistan ve diğer ülkelerden toplam 176,360 kişi gelmesine karşın, sadece Yugoslavya’dan 175,392 kişi gelmiştir. Buna rağmen Yugoslavya’dan yapılan göçün kamuoyu ve basın tarafından yeterince ilgi görmemesi ve göçmenlere devlet tarafından iktisadi yardım yapılmamasından dolayı Yugoslavya’dan sessiz Türk göçü olarak da adlandırılmıştır. (Köksal 2004: 42).
Sessizce taşınan hayatlarla kesişiyor yolum. Bavullara eşyalar sığdırılmış fakat asıl yük gözlerde taşınmış. Gözlerinde buğu, derinlerde gömülü çocukluklarını saklamış büyükanneler, büyükbabalarla karşılaşıyorum.
Mesele kendinden olanı anlatmak olunca kelimeler biraz ağırlaştı. Bu rotada yol alması, dikenli patikalarda dolanmaktan farksızdı. Çünkü bu defa rotam uzaklarda şekillenmedi; kendi şehrimde, mahallemde, evimde belirdi. Attığım her adım içimde biraz daha derinleşti. Günümüz hâlâ göçlere ev sahipliği yaparken, bense bir yerlerde sessiz kalmış bir hikâyenin içindeyim.
Göç yalnızca bir yer değişikliği değil; geride bırakılan sokakların, yarım kalan oyunların, tamamlanamayan cümlelerin de adı. “Biz memleketteyken…” diye başlayan sözler, hâlâ çocuk seslerinin yankılandığı bir avlunun kapısını aralıyor. O avlunun taşları, kim bilir kaç kere sek sek oyununa şahit oldu, kim bilir hangi yaz akşamı kıkırdayan çocukların ayak sesleriyle ısındı? Şimdi geride kalan o taşlar, hatırasını birer damla gözyaşıyla akıtıyor.
Çokça kez işitiyorum, “Biz memleketteyken…” söylemlerini, ardından gelen anıları.
“Memleket,” diyorum, “burası olduğu için, elde avuçta ne varsa bırakıp buraya gelmediler mi zaten? Öyleyse niye hâlâ orası memleket?”
Sonra her birinin gözlerinde buluyorum cevabı: İnsan büyüyor ama çocukluğunun kökleri derinlerde gizlenip kalıyor. Hafızaları anılarından uzaklaşırken, hatırladıkları mutlaka afacanlık barındıran bir anıya rastlıyorum. Onu saklayabildikleri tek yer… bakışlar… buğulu ve yorgun gözler…
Bu gözlerde yalnızca eksik bir geçmiş değil, iki yarım dilin, iki yarım aidiyetin sessiz çarpışması da var. Ne yeni toprağın dili tam öğrenilmiş ne de eskisinin melodisi unutulmuş. Yine de birbirlerinin koluna girmiş, bitmeyen bir halayın ritminde eksiklerini tamamlamaya çalışmışlar; kaybolan çocuklukları adım adım, birbirlerine tutunarak yeniden örülmüş.
Bu dokunuşlar, sadece kişisel bir bağ değil; Balkan göçmenlerinin kültürel hafızasını da yaşatıyor. Getirdikleri şarkılar hâlâ düğünlerde yankılanıyor; akordeonun sesiyle halaya tutuşan kalabalık, çocukluklarını kaybettikleri toprakları adımlarında yeniden kuruyor. Sarma için turşu yapılan lahanalar, biberle buluşturulan çökelekler, sofraya dizilen börekler… Hepsi birer köprü, eski yurdu bugüne taşıyan sessiz bir hatıra. O sofralarda yalnızca yemek değil, göçün acısı ve dayanışması da paylaşılıyor.
Kökler sadece toprağa değil; dile, şarkıya, kokulara da tutunuyor. Bavullarla gelenler, yanlarında yarım kalmış türkülerini, çocukluk oyunlarını, yaz akşamlarının sesini de taşıdılar.
Mahallemin sokaklarına döşenmiş bu göç taşları birer birer yitip gitse de sessizce aktarılan duygular varlığını koruyor. Kış hazırlıkları için köz tadıyla harmanlanan yöresel soslarının kokusu, bana da miras kalan bir çocukluğun hatırası gibi işliyor. Her birinin yaşanmışlıkları birleşiyor; gelen her neslin belleğinde de yer açıyor. Göç, yalnızca onların değil, hepimizin ortak hafızasına dönüşüyor.
Bir dal kırıldığında yeni bir filiz uzar. Kökler yer değiştirir, ama yok olmaz. Çocukluk da öyle değil midir? Bazen yarım kalır, bazen başka bir dile sığınır, bazen de bir bakışın buğusunda hayat bulur. Göç eden de kalan da bu ortak çocukluğun parçasını taşır.
Göç, yalnızca bavullarla taşınmıyor. Asıl göç, gözlerdeki sessizliğe, dildeki yarım sözcüklere, kalpteki eksik oyunlara yazılıyor.
Sessizce gelen bu halk, geldiği gibi yaşayıp sessizce göçüp gidiyor.
Kaynaklar:
• Köksal, Ü. (2004). Yugoslavya’dan Türkiye’ye Göçler (1923-1960), KATÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Programı, Trabzon.
• ERSOY İNCİ, P. (2018). 1950-1960 Yılları Arasında Yugoslavya’dan Türkiye’ye Göç Eden Müslümanların İskânı: İzmir’in Bornova İlçesine Bağlı Çamdibi ve Altındağ Mahalleleri Örneği, 18. TÜRK TARİH KONGRESİ

Elif Özge Karakaya, Marmara Üniversitesi Alman Dili Edebiyatı Bölümü’nü yarıda bırakıp Ekonometri Bölümü’ne başladı ve oradan mezun oldu. Ancak bir süre sonra kendini IT sektöründe çalışırken buldu. Tüm bu yolculuğunda kitaplar ayrılmaz eşlikçisi oldu. Yaratıcı yazarlık, mitoloji ve psikoloji dersleri alarak kendini geliştirmeye, kitaplarla yeni yolculuklara çıkmaya devam ediyor. Bu süreçte iki kolektif kitapta öyküleri yer aldı ve şimdi ‘Virgülle rafa kaldırdığı defteri’ yazmaya devam ediyor; bu kez, daha belirgin bir mürekkep kullanarak.


