
“İnsan bir bağlar demeti, bir kökler düğümüdür.”
Denemeler: Birinci Seri – Ralph Waldo Emerson
Editörden
Merhaba sevgili okur,
Ekim ayı temamız: Kökler ve Göçler.
Hep kuşlar yüzünden… Gidiyorlardı.
Her sonbahar, göç vakti geldiğinde kanatlanan, köklerini geride bırakmadan yeni ufuklara uçan yolcular. Dönme niyetiyle yola çıkanlar.
Ya insan?
Geçmişi, ailesi, belleği ile görünmez bağlarına sıkı sıkı tutunan insan, neden kök salmak ister, neden göç eder? Çağlar süren bir yolculuk hikayesi…
Yeni topraklar, yeni hayatlar, yeni kimlikler. Köklenmek ne kadar tutunmayı hatırlatıyorsa göçler de o kadar kopmayı. Biri hatırlamaya dair, diğeri yeniden yazmaya sanki. Hangisi iyi, hangisi kötü? Bilinmez. İkisi de insana dair; biri hikayenin başıysa diğeri sonu.
Hangisi son, hangisi başlangıç? Bilinmez. Belki de ikisi de aynı anda hem başlangıç hem sondur. Her kökün gölgesinde bir göç, her göçün izinde bir kök vardır.
Edebiyat bize bunu sıkça hatırlatır: Homeros’un Odysseia’ya eve dönüş yolunda köklerini arar; Yaşar Kemal’in destansı anlatılarında Çukurova’nın göçebe insanları toprakla ve yolculukla sınanır; James Joyce’un Ulysses’i, modern çağın göç ve aidiyet sorunlarını Dublin sokaklarında yeniden kurgular. Coğrafyalar değişir, insanın kaderi değişmez.
Göç, yalnızca coğrafi değildir. İnsan kendi içinde de göç eder: Bir şehirden diğerine, bir ilişkiden başkasına, bir düşünceden yenisine.
Ve kökler yalnızca geçmişte değildir. Her taşınma, her kayıp, her vedada aslında köklerimizi yanımıza alır, onlarla birlikte yeniden kök salmayı umarız. Yarınlara tutunma çabamız.
Her bağlanma, nasıl bir ayrılığa gebeyse; kökler ve göçler de insan ruhunun aynı hikâyeyi farklı biçimlerde anlatma yollarıdır belki de.
SuareMag yazarları olarak biz de bu ay, yine bir uçtan diğerine savrulduk; köklerimizi ve göçlerimizi konuştuk. Kimimiz aile hikâyelerini yazıya döktü, kimimizse tutunmanın zorluğunu, birilerimiz göçmenliğin acısını kelimelere akıttı, kimimizse içsel göçlerin sancısını.
Köklerin bizi birbirimize bağladığı, göçlerin ruhumuza yeni havalandırma delikleri açtığı bir sayı… Sözcüklerin arasına izlerimizi gizledik; bellekten damıtılanlar ve yolculuklardan kalanlarla harmanladık. Umut oralarda bir yerlerde…
Köklerimizin güvene, göçlerimizin yeni hikâyelere dönüşmesi dileğiyle.
SuareMag
SUAREMAG YAZARLARI

KÖKTEN TAŞINIYORUZ LTD. ŞTİ.
Gerçeği ritimden değil, aksaklıktan alıyorum: vuruş şaştığında açılan ince aralıktan. Kalmak bir feragatname, gitmek bir emanet fişi gibi. İkisinde de imza bende, tarih mürekkepten ağır. İsim bulamadığım duygu kırık bir kupanın altınla lehimlenmiş çatlağında.

BELOVED: BİR İZ, BİR HAYALET
Kökler bellekte bir yara; göçler ise yürekte sürgün. Aklımda Judith Butler ve sorular: Kimlerin hayatları hayat, kimlerin ölümleri ölüm sayılır? Hangi hayat yaşanmaya değer, hangi ölüm yas tutmaya?

TUBA AĞACI’NIN GÖLGESİNDE GÖĞE KÖK SALAN BELLEK
Belki de insanın kendisi küçük bir Tuba Ağacı’dır. Kökleri göğe uzanır; atalarının, geçmişin, belleğin izleri oradadır. Dallarıysa yeryüzüne yayılır; her göç, her deneyim, her iz bırakma çabası bu dalları şekillendirir.

DÜNYADAKİ KÖŞEMİZ
Uzun dönemli hafıza kısalır. Unutabilme yeteneği devreye girer. Yeni bağlantılara girilir. Çoklu kültür oluşur. Yurtlarından ettikleri insan yığınları köksüz nilüferler gibi suyun üzerinde salınır.

AY IŞIĞINI PAKETLEMEK
“Adına imzalı…” Adı? Ne kadar da mühimdi adı? Mühim miydi gerçekten bu kadar? Bir ömrü kolilere sığıştırıp gidecek kadar mühim miydi? Ya da bir anda çekip gitme kararı alacak kadar? Ya da bir kez daha gitmeyi göze alabilecek kadar…

EŞİK
Hareket etmenin anlamsızlaştığı bir duraksama anının içinde sıkışmış gibiydi.
ÇAĞRI
Gemi sireninde gizlenmiş çığlığın kaçışına, uzun boyunlu bir kuş eşlik ediyor…


ARASIZ
Ben artık ürkek falan değilim. Yalnız da değilim.
Hayat nefesle, başlar.
Göçle şekillenir.
Kavuşma ya da kavuşamama bir sonuç ama amaç değil ki. Amaç olsa hala şu tepemdeki ispinoz kuşlarına adamakıllı bir yuva yapardım.

KİMSESİZ
Bu eve ilk geldiği günü düşündü. Mutlu olmuş muydu? Mutluluğun ne demek olduğunu bile kavrayamamış, şimdi avuçlarından kayıp giden hayatının arkasından bakıyordu.

GECE ÇÖKMÜŞ ÜZERİMİZE
Yalnızlığımıza çekildiğimizden beri tek başına aldığı kararlara karşı çıkamıyorum. Bu sefer önünde duracağım, beni kimsesizliğe mahkûm etmesine izin vermeyeceğim.

TAPROOT
Dimdiktir zeytin ağacı. Taproot’u, başka bir deyişle, ana kökü güçlüdür. İnsanın da taproot’u vardır. O dik ana kök, bilinçaltıdır. İç dünyasının en derin, sabit ve besleyici kısmıdır.

CÜZDAN
Kim bilir belki de sevmiştir beni, bana hiç söylemese bile. Misafir işçi olarak gittiği gurbet eline, ondan ayrı kalmaya dayanamayıp karnım burnumda günler geceler süren pis kokulu tren yolculuğuna katlandım diye.

İNSANLAR SİZİ BİR ŞİİRLE TANIŞTIRMAK İÇİN VARDIR
Bir akşam üzeri ölü şairleri uyandıran bir ses duyuldu. Toprak hareketlendi. Bir şair yüz yıllık meşenin köklerinin arasından, ağaçla kucaklaştığı yerden çıkıyordu yüzeye. Başka bir şair silüetleri bozan bir gökdelenin temelinin altından sızıyordu yukarı doğru.

SERİN MAVİ
“Hem korkup hem nasıl mutlu olunur? Hem bu kadar çabalayıp hem nasıl bu kadar çaresiz olunur? Hiç görmediğin bir renge nasıl aşık olunur?” Bağıra bağıra bunları soruyorum yeni evrenime.

BÜYÜMENİN KIYISINDA: BRÜTÜS’ÜN GÖÇÜ
Bir an önce büyümesini diledim, sekiz yaşındaki aklımla. Tabii ki aradaki sekiz yıllık farkın aslında hiçbir zaman kapanmayacağını hesap edemedim. Yaşım gereği benim dünyamda zaman, birlikte geçirilen anlarla ölçülüyordu.

BUĞU – SESSİZ GÖÇ
Sessizce taşınan hayatlarla kesişiyor yolum. Bavullara eşyalar sığdırılmış fakat asıl yük gözlerde taşınmış. Gözlerinde buğu, derinlerde gömülü çocukluklarını saklamış büyükanneler, büyükbabalarla karşılaşıyorum.


SIKIŞANLAR
“Babaların oğulları için kurdukları hayallerde hep kendi meslekleri yatar” demişti bir gün babası. Bu hayali nasıl kırabilirdi ki? Ben senin gibi vizyonsuz değilim! Başka planlarım var denir miydi?

SÖZCÜK LİMANI
Kökler sessizdir; göç ise sabırlıdır. Her sözcük bir yolculuk yapar; her cümle bir ev inşa eder. İlk harf, yeni bir paragrafın temeli. Bir kelime, taşınacak eşyayı taşır gibi anlamları da taşır. Cümle de yeni bir odaya açılan kapı.

BOŞLUKTAKİ MERDİVEN
Geçmiş; unutulan şarkıyı hatırlamak isterken, döndürüp döndürüp yeniden dinlemek gibi. Pek çok şeye inandım ben ama en çok kelimelerin gücüne inandım. Eksilen çok şey gibi, zamanla onlar da azaldılar sanki.

ERGUVAN’IN TONU
Gözlerinin hasretle aradığı; Erguvan’ın o tonu, artık çok uzaklardayken, ruhunda yaşattığı İstanbul’da; yıllarca elinde gitarasıyla dolaşıp durmuştu. Kazancidis’in nameleriyle turlamıştı ada sokaklarını.

AİT OLMAK YA DA OLMAMAK
Yabani çilekler gibi uzanır tedirgin kolları göçenin. Kökleri; Aslında, hüznünde, ruhunda saklanırken göz göz konar yeni yepyeni yerlere. İçinde barındırdığı zenginliği sunarak ora halkının suyuna, ekmeğine, ortak olur…

AYRIK OTU
Ayrık otusun hiçbir yere
Kimseye ait olmayan
Kökünden koparılıp atılacak
Kanatılacak ruhun


DELİCE; MİRAS
Ben bir ağaç değil, onların ortak hatırasıyım. Köklerim söküldüyse, onların da kökleri sökülmüştü. Toprağım kaybolduysa, onların da memleketi kaybolmuştu. Biz aynı yolun yolcusu, aynı göçün tanığıydık.

BAKTIĞIN BEN, GÖRDÜĞÜN SEN
İki kutup arasında ne kadar hızlı hareket ediyordu. Nefret ve aşk bu kadar hızlı yer değiştirebilir miydi? Onu bilmiyordu. Nefret duygusu proglanmamıştı onda. Öfkesini kontrol edebiliyordu. …Peki aşk? Onu kontrol edemiyordu?

GİTTİM, DÖNEMİYORUM
Biliyorum ki yol nereye giderse insan da oraya gidiyor. Şairin dediği gibi, bir ağaç gibi dimdik ve hür olsun oğlum. Tek dileğim bu hayattan. Tek bu… Ah babam. Beni anlar mısın? Hoş görür müsün? Oğlunun oğluna, oğlum der misin?

ÇUKUR
Evin içi daraldı, daraldı. Ev daraldıkça, Hati Gelin bahçesini kazdı, kazdı, kazdı. Kederi, isyanı bahçe duvarlarına çarpıp çarpıp geri geldi. Hati konuştu, köstebekler güldü, Horoz dinledi bir zaman. Zaman ağu oldu, sardı evi, bahçeyi.


SPİNOZA’NIN TANRISI
Bırak kendini boşluğun şefkatine. Çırp kanatlarını umarsızca! Unutma ki geçmişin kulaç atmalarının kefaretini, şimdi de kanat çırpışların ödeyecek! Yoksa, boşluk inancını emerek yok edecek her şeyi; onu doldur kendinle!

KÖKLERİN FISILTISI, GÖÇLERİN YANKISI: AYASOFYA’NIN TANIKLIĞINDA
Şehirler değişiyor, insanlar değişiyor ama bazı duygular sabit kalıyordu. Karmanın gizli elleri, hep aynı hikâyeyi farklı yüzlerle yeniden yazdırıyordu. “Bu déjà vu değil,” diyordu iç sesi, “bu geçmişin tekrarı…”

İKİNCİ GÖÇ
O evlâtlar ise her durumda, vakti gelince bir dedektif gibi gerçeğini yani merak ettiği köklerinin izine düşer. Çünkü gerçek devasa boyuttadır, korkutur ama onu yok sayamaz.

DENİZANASI
Trende miyim? Hışırdayan yaprakların kulağımdaki fısıltısı. Taş, soğuk, makas. Hayır ip! İp değil. Daha kalın. Urgan! Adının yazılı olduğu taş yanımda. Tarihler önemsiz. Taşın soğuğu avucumda.

MAVİ KAPI
Bize ait olan yerlerimizden edilmiş, başka yerleşim yerine doğru gidiyorduk. Sebebini anlamadığım bir şeydi bu. Neden doğup büyüdüğümüz, geçmişimizin olduğu yeri terk ediyorduk?
Struma – Karanlıkla Ninni
Yurtsuzluk! Bir yere ait olamama. “Burası benim toprağım,”diyememe. Bir kara parçasının, hayali sınırlarla çevrilmiş bir coğrafyanın belirli bir insan grubuna ait olması. Bu el konulan kara parçasının muhtaç insanlara açılmaması. Düşmanlık.
HAKAN AKDOĞAN

MİLLETİN EFENDİLERİ
John Steinbeck, Gazap Üzümleri’nde insanın mecbur olduğu yere yabancılaşmasını şöyle anlatır. “Kişiler yetiştirmediklerini yediler; yedikleri ekmekle hiçbir ilişkileri yoktu…”

NANAÇKİMİ, ANNECİĞİM
Çocukken soru işaretleriyle dolu, meraklar içindeki kafam sürekli karışırdı. Şaşkınlıkla hem anne tarafıma hem de baba tarafıma bakardım. Ben kimdim, nereliydim, nereye aittim? Sorduklarında ne cevap vermeliydim?

‘BEN’SİZ BİR BEN
Ne bambaşka bir dünyayı keşfetti ne de bambaşka insanlarla gülümsedi. İnsanların maskeleri değişti sadece. Amca, baba oldu; kuzen, eş. Doğduğu yerde, ait oldukları ile büyüdü, köklendi, soldu.

BURASI EVİM
Yürüdüler, yürüdüler. Geçtikleri yollar üzerinde gördükleri çiçekleri kökleriyle söküp cebine atanlar, bazılarının tohumunu, bazılarının soğanını saklayanlarla yürüyüşleri devam ediyordu. Her adım söküm gibiydi. Kimileri de cebine toprak, taş dolduruyordu.

ELYSIUM: NEREYE GÖÇERSEN GÖÇ, KÖKLERİNDEN KURTULAMAZSIN
Tarih boyunca insanlar hep göçmüş; kimi zaman felaketten kaçmış, kimi zaman daha iyi bir hayat için yola çıkmış. Elysium bunu 22. yüzyılın göğüne taşımış. Saklı Cennet!..

ASLINDA HERKES KÖKLERİYLE KENDİNE GÖÇMEN
İnsan geçmişinden beslendiği kadar onunla mücadele de eder. Bazen koruyucu bir kalkan olur bu bağlar, bazen görünmeyen zincirlere dönüşür.

BEYAZ KULE’YE VEDA
Ama beni mazur görün. Ben sandık olmak için gövdesinden sökülüp çıkartılmış basit bir ceviz parçasıyım. Bildiklerim kendi yaşadıklarımdan ibaret.

NEW YORK: GÖÇMENLERİN ŞEHRİNDE GÖÇÜN İZLERİ
New York, “Amerikan Rüyası”nın en çok sınandığı ve en çok sorgulandığı şehir.Times Square’in neon ışıkları, Queens’in çok dilli sokak tabelaları, Brooklyn’in kültürel mozaiği ve daha bir sürü detayda göçün izleri…

Taş dile gelir; sen gittin, ben kaldım. Tüm hayat izin bende saklı. Bir tohum her toprakta filizlenir de kendi toprağı olmayınca aynı lezzette meyve verir mi?
İLK SAYFASI
Albay Aureliano Buendia, yıllar sonra idam mangasının karşısına dikildiğinde, babasının onu buzu keşfetmeye götürdüğü o çok uzaklar da kalmış ikindi vaktini
anımsayacaktı. O zamanlar Macondo, tarih öncesi
kuşların yumurtaları kadar ak ve kocaman, parlak çakıllarla örtülü yatağı boyunca dupduru akan bir ırmağın kıyısında kurulmuş, yirmi hanelik bir kerpiç köydü. Dünya öylesine çiçeği burnundaydı ki, pek çok şeyin adı yoktu daha ve bunlardan söz ederken
parmakla işaret edip göstermek gerekirdi. Her yıl mart ayında, paçavralar için de bir çingene obası köyün dışına çergilerini kurar, boru ve dümbelek şamatası için de yeni icatların çığırtkanlığını yaparlardı. Önce mıknatısı getirdiler. Kendini Melquíades diye tanıtan sakalı taraz taraz, elleri pençe gibi, irikıyım bir çingene, Makedonyalı bilge
simyacıların sekizinci harikası dediği nesneyle akıl çelen bir gösteriye girişti. İki maden külçesini peşinden sürükleyerek kapı kapı dolaştıkça, tencerelerin tavaların, maşaların, mangalların yerlerin den tangır tungur
yuvarlandığını, yuvalarından fırlama ya çalışan çivilerle vidaların umutsuzluğun dan kirişlerin inlediğini, hele hanidir kayıp nesnelerin hem de çok arandıkları
yerlerden ortaya dökülüp Melquíades’in büyülü
demirlerinin peşin den paldır küldür akın ettiğini
görenlerin aklı başından gitti. Çingene kaba şivesiyle, “Eşyanın da canı var,” diye ilan etti, “bütün iş, ruhlarını uyandırabilmekte.”
YÜZYILLIK YALNIZLIK
Gabriel García Márquez
(Can Yayınları – Çeviri: Seçkin Selvi)

Şair Frost, “Ev, oraya gitmek zorunda kaldığında seni içeri almak zorunda oldukları yerdir,” demişti.
ŞEFFAF
STEFEN KİNG

Okuma Parçası
…Batı’ya doğru bir ay parçası düşüyordu,
Bütün gökyüzünü de beraberinde tepelere Sürükleyerek. Işığı usulca dizlerine döküldü. Gördü
Ve önlüğünü ona doğru açtı. Elini uzattı.
Bahçedeki sabah sefasına dokundu,
Arpın telleri gibi,
Bahçe yatağından saçaklara kadar çiyden gerilmiş, Sanki duyulmamış bir şefkat çalıyormuş gibi
Geceleyin yanında ona dokunan.
“Warren,” dedi kadın, “Evine ölmeye geldi:
Bu sefer seni terk edeceğinden korkmana gerek yok.”
“Ev,” diye alay etti nazikçe.
“Evet, evden başka ne?
Her şey evin ne anlama geldiğine bağlı.
Elbette bizim için hiçbir şey değil artık,
Bize yabancı gelen bir tazıdan daha fazla
Ormandan çıkıp, patikada tükenmiş.”
“Ev, gitmek zorunda kaldığında, seni içeri almak zorunda oldukları yerdir.”
“Ben ona bir şekilde hak etmen gerekmeyen bir şey derdim.”
The Death of the Hired Man (Kiralanmış Adamın Ölümü, 1914)
Robert Frost
Çeviri: Melis Melek

MIGRATIONS: HUMANITY IN TRANSITION
- Sebastião Salgado (8 Şubat 1944 – 23 Mayıs 2025)
- Eser: Migrations: Humanity in Transition (Göçler: Dönüşüm Halindeki İnsanlık)
- Yıl: 1993–1999 yılları arasında çekilmiş; 2000 yılında Exodus / Migrations adıyla yayımlanmıştır
- Tür: Siyah-beyaz belgesel fotoğraf serisi
- Konu: 6 yıl boyunca 35 ülkede gerçekleştirilenr çekimlerle dünyanın dört bir yanındaki, göçler, zorunlu yer değiştirmeler, savaş, yoksulluk ve insanın direnişi.
- Yayın ve Sergileme: Serinin çalışmaları Aperture tarafından kitap hâlinde yayımlandı; Salgado’nun çalışmaları, Amazonas Images arşivi ve Instituto Terra aracılığıyla korunuyor; ayrıca birçok çağdaş sanat ve fotoğraf müzesi koleksiyonlarında yer alıyor
- Neden Seçtik?: Sebastião Salgado, çalışmalarında insanın yeryüzündeki varoluşunu, adalet ve eşitsizlik temaları üzerinden ele alıyor. “Migrations: Humanity in Transition” serisiyle de göçü, bireysel yüzlerde saklı evrensel bir hikâye olarak anlatıyor. Onun fotoğraflarında göç, sadece yer değiştirme değil; yoksulluk, savaş, açlık ve köksüzleşmenin insan yüzündeki izleriyle karşılaşıyoruz. Salgado ile ilgili daha fazla bilgiyi Suare Dergi’de okuyabilirsiniz.
Hoparlörlerden düğün marşı ahesta boro yayıldı; Baba’yla Kabil’den ayrıldığımız gece, Mahipar kontrol noktasındaki Rus askerin söylediği şarkı:
Sabahı kilitleyip anahtarını kuyuya at,
Usulca git, güzelim ayışığım, usulca git.
Sabah güneşine doğmayı unuttur,
Usulca git, güzelim ayışığım, usulca git.
Uçurtma Avcısı
Khaled Hosseini

KEFERNAHUM
Nadine Labaki (2018)
Film Adı: Kefernahum (Capernaum)
Yönetmen: Nadine Labaki
Senaryo: Nadine Labaki, Jihad Hojeily, Michelle Keserwany, Georges Khabbaz
Ülke: Lübnan
Yapım Yılı: 2018
Oyuncular: Zain Al Rafeea (Zain), Yordanos Shiferaw (Rahil), Nadine Labaki (Avukat)
Tür: Dram
Ödüller: Cannes Film Festivali 2018 – Jüri Ödülü; 2019 Oscar Adayı – En İyi Yabancı Film
Neden Seçtik?: Kefernahum, Lübnan’ın yoksul mahallelerinde geçen çarpıcı bir göç ve hayatta kalma hikâyesini anlatır. 12 yaşındaki Zain, ailesi tarafından dünyaya getirildiği ve ağır koşullarda yaşamak zorunda bırakıldığı için anne-babasını mahkemeye verir. Film boyunca Zain’in hayatta kalma mücadelesi, yasa dışı göçmen anneler, kimliksiz çocuklar ve sistemin görmezden geldiği hayatlar üzerinden görünür hale gelir. Kefernahum’a ilişkin film analizini Suare Dergi’de okuyabilirsiniz.
Ekim Kitapları
- Gazap Üzümleri – John Steinbeck
- Yüzyıllık Yalnızlık – Gabriel García Márquez
- İnsan Lekesi – Philip Roth
- Gurbet Kuşları – Orhan Kemal
Ekim Filmleri
- Umuda Yolculuk – Xavier Koller
- The Visitor – Tom McCarthy
- Minari – Lee Isaac Chung
- Lion – Garth Davis
- İçimdeki Yangın- Denis Villeneuve
Ekim Şarkıları
- Leonard Cohen – Famous Blue Raincoat
- Daughter – Youth
- Manu Chao – Clandestino
- Bob Dylan – Blowin’ in the Wind






