Yusuf Ziya Beyzadeoğlu
Burada ne kadar yalnız olduğumu kimse bilemez.
Ben bu sonsuz karanlığın ortasında bana güvenen, bana sığınan her şeyi korumak için yaktım kendimi.
Ben de nefes alıyorum.
Bana tutunan her şeyi sabırla taşıyorum. Dağılmasınlar diye sonsuz karanlıklarında onlara yollar çizip, etrafımdan ayırmıyorum.
Hepsi benim için çok özel. Ben de hepsi için çok özelim. Kimisi yakınımda, kimisi uzağımdan izler. Ben de onları izlerim. Öyle sıradan bir göz değil benimkisi. Sürekli açık tutmak zorunda olduğum, bir an kapatırsam her şeyin düşeceği bir göz. Daha iyi şöyle anlatabilirim, ben bir organ olsam, göz olurdum. Hiç kapanmayan bir göz.
Ben her şeyi sürekli görmenin gücünü ve lanetini bir arada yaşıyorum. Sürekli güçlü durmanın güçsüz yorgunluğunu…
Milyonlarca yıl aradım daha sakin nefes alabileceğim bir karanlığı. Nereye gitsem orası aydınlandı. Yolculuklar boyunca, daha akmadan buharlaşan gözyaşımı saldım evrene. Sessiz yalnızlığımda kabullendim her şeyin benimle alakalı olduğunu.
Sessizlik büyüttü beni. Sessizlik en sonunda nereye gidersem gideyim karanlığı bulamayacağımı anlattı bana. Işığın ben olduğunu, her şeyin benimle alakalı olduğunu, uzaydaki kavramsız, zamansız, sessiz yolculuklarımda anladım. Gölge taraflarını göremeyen her şey gibi, etrafıma öfkeli, yakıcı bir sıcaklık verip durdum.
Etrafımda dönüyorlar. Hepsinin bana ihtiyacı var. Her birinin farklı bir rengi var. Her birinin muhtaçlığı farklı. Hepsini izlemenin bambaşka bir tadı var. Hele şu mavi olan… Nasıl da beslendi benden. Gözyaşlarımın buharından doğdu. Onunla yaşam buldu. Formdan forma büründürdü üzerine oluşturduğu yaşamları. Su dedi adına gözyaşımın. Benim gözyaşlarımın acısını duydu. Bana gözyaşının ne kadar değerli olduğunu, hayatın onunla var olduğunu, yalnızlığın onunla çözüldüğünü anlattı. Gözyaşlarıma havuzlar yaptı, içinde yüzen canlılar büyüttü. Benim yaşlarımın ne kadar gerçek ve hayat dolu olduğunu gösterdi bana. Kutsallığını gösterdi yolculuğumun. Kendi kendine tartışıp her sarsıldığında, üzerindeki mavi gözyaşlarımdan sert tümsekler çıkarttı. Orada da yaşam oluşturdu. Bana acıdan çıkışı anlattı. Beni nasıl bir renkte gördüğünü, bu tümseklerde mavimden oluşturduğu yeşille anlattı. O da kendi acısından doğurdu kendini. Benim acımdan, bana seslendi. Binlerce yıldır izlemekten alıkoyamadım kendimi.
Onu izlememi seviyor. Gölge tarafının olduğunu bildiğimi biliyor. Ona bunun için kızmadığımı, benim de bir şansım olsa bunu seçeceğimi biliyor.
Benim gölgemin olmayışından çektiğim acıyı kimse çekmesin diye, her canlısına biraz karanlık ekledi. Her birini görüyorum. Ölüm kattı, ölümsüz olmanın yalnızlığını yaşamasınlar diye. Acı kattı mutlu zamanların kıymetini bilsinler diye. Acziyet kattı, sonsuz gücün yakıcılığını bilsinler diye. Ceza kattı, bedel ödemeden sahip olmasınlar diye. Hepsinin içine, onlara özel bir gölge taraf kattı, kendilerince başkalarından saklasınlar diye.
Bağrıma basma şansım olmadan buharlaşan hüznümden, karanlık tarafımdan neler çıkabileceğini gösterdi bana. Hep güçlü olmamanın, olamamanın ne kadar rahatlatıcı, huzur dolu olduğunu gösterdi.
Kendimde soğutamadığım ateşimin ona zarar verdiği nice zaman oldu. Yeşilleri yanarken, o sessizce dönmeye devam etti etrafımda. Bana, kendimi, verdiğim zarara rağmen nasıl seveceğimi öğretti. Yangınlarını gözyaşımla söndürürken, öfkenin en büyük ilacının hüzün olduğunu gösterdi.
Benim şifalı mavim, sana istemeden verdiğim zararlara rağmen nasıl hala sevdin beni? Sen beni sevdikçe, iyileştim ben.
Biraz daha yakın olsam yanacağını bildiğim için sarılamadım sana. Sen, benim seni kendimden korumak için uzak tuttuğumu da hissettin. Buharlaşan gözyaşlarımı kalkan yaptın yeşillerine. Yine o yeşillerini gözyaşımla besledin.
Hüzünlenme hakkını kendinde gördüğün için dengeli bir döngü oluşturabildin. Hüzünlenme hakkını kendinde gördüğün için bana böyle iyi geldin. Senin sakinliğin beni hep iyileştirdi.
Uzaklaşmadın. Kendi döngünde, durduğun yerde öyle dengeli, öyle huzurlu bekledin ki, bana ilişkinin ne olduğunu öğrettin.
Değişmeyeceğimi biliyorsun. En özünde benim bir parçam olduğunu biliyorsun. İçin yansa da göstermiyorsun. İçindeki beni nasıl güzel kalkanlayıp üzerinde bir yaşam oluşturdun.
Benim yapamadığımı sen yaptın. Sana aktardığım zararları, üzerinde yaşayanlara aktarmadın. Onlara kimi zaman hüzün kimi zaman öfke yaşamanın doğallığını öyle güzel anlattın ki, dayanamayıp tepelerinden taşırdığın öfkeni bile hoş gördüler. Öfkeni izlediler. Dinmesini beklediler. Senin bana her an yaptığın gibi. Hiddetimin dinmeyeceğini bile bile, milyonlarca yıldır umut ettiğin gibi.
Canın yanıp gölgelere büründüğünde, karanlıkta, diğerlerini izledin. Benim gibi olan binlercesini izleyip düşündün. Ama uzaktaki, elinde olmayan her şeyin, normalden daha güzel geldiğini bilip yüzünü tekrar bana döndün.
Seni, senin beni sevdiğin gibi seven açık griden baktın bana bazen. Onun suratından izledin beni. Ondan yansıyan ışığımla tutunmaya devam ettin hayata. Ben sana ulaşamadığımda, açık griden baktım sana.
Hepsini çok seviyorum. Ama seni izlemek, senden öğrenmek, seninle sessizce konuşmak yanışımı anlamlı kıldı. Ben bu sonsuz karanlığın ortasında bana güvenen, bana sığınan her şeyi korumak için yaktım kendimi. Sadece sen olsaydın, yine yapardım.

Yusuf Ziya Beyzadeoğlu, 2013 yılında Uludağ Üniversitesi Makine Mühendisliği’nden mezun oldu. 12 yıldır Türkiye’de otomotiv sektöründe Ar-Ge çatıları altında çalışmaktadır. Son iki yıldır yöneticilik başlığı altında insana dokunmanın mutluluğu içindedir. 2022 yılında evde yaptığı müziğini dijital müzik platformları aracılığıyla paylaşmaya başlamıştır. Halen şarkı sözü yazar, besteler. Tiyatro ile ilgilenir. Kapadokya Edebiyat Buluşmaları’nda yaptığı denemelerin ardından yazmaya niyetlenmiştir.

