Hakan Akdoğan
Gölge öğleyle akşam arasındaki o kısa yarıktan ürüyor. Bir yüzün kenarında beliren ince çizgi kadar sıradan, bir itiraf kadar sarsıcı. Havadaki toz tanesi bile taraf tutuyor: ışığın gösterdiği yeri konuşuyoruz ama asıl hikâye sırtımıza yaslanan, adını sessizce koyduran yerde yazılıyor. Orası, bakışın geri adım attığı, sesin bir hece eksildiği, adımların hafifçe kısaldığı yer.
Gölge, bir eksilme değil; fazlalığın çekilip asıl formu ortaya bırakması.
Kendimi bir süre izledim: Duvardan geçen bir lekenin, gün boyunca nasıl yer değiştirdiğini. Kahvaltıda omzuma, öğleyin masanın altına, ikindide koridordaki çerçevenin içine yerleşti. Çerçevenin fotoğrafı yoktu; boşluk kadraja alınmış gibiydi. Orada ilk kez şunu fark ettim: Ben, gösterdiğim halden çok, sakladığım halin topografyasıyım. Yüksek sesle kurduğum cümleler kadar, “Bunu şimdi söylemeyeyim,” diye geride tuttuğum hecelerle de kuruluyorum.
Gölge, işte o ertelediğim hecelerin tutanak memuru, anlamı saklayarak koruyan bir defter.
Günün sonunda yorgun düşen, ilerlemekle kaçınmak arasında gidip gelen bedenime bakıyorum. Gölge, yanımda yürüyen bir eşlikçi; acele ettiğimde uzuyor, durduğumda kısalıyor. Onun ritmi benden alınmış ama ben, onun hızına göre karar veriyorum çoğu zaman. Kimliğin koşar adım yer değiştirdiği çağda, gölgenin ağır yürüyüşü bir uyarı gibi: “Kendini hızla taşırsan biçimin dağılır.” Hız, bedenin lehine; fakat hikâyenin aleyhine işlediğinde, gölge geride kalan anlamı işaret ediyor. “Bak,” diyor, “şu köşede bir fazlalık kalmış, şurada bir boşluk.”
Gölgenin dili kuralcı değil ama tutarlı. Ne fazla parlaklığa kanıyor ne tam bir karanlığı övüyor. Yalnızca sınırları görünür kılıyor. Elim bir nesneyi kavradığında, o tutuşun bıraktığı şekli kaydediyor. Biri bir cümleyi fazla parlatıp bana uzattığında, parıltının arkasındaki yorgunluğu işaretliyor. Yalnız kalmak istediğim saatlerde, kapının altına konan ince bir not: “Sessizlik talebi makuldür.”
Kabul ediyorum, gölgeden korktuğum da oldu. Korkunun kaynağı, oradaki belirsizlik değil; oraya yığdığım, ertelediğim, ertelemekten şekli bozulan şeylerin ağırlığıydı. Gölgeyi yanlış tanıttılar bize: Sanki suç ortaklığı yapar, sanki görünmeyeni saklamanın kirli perdesi olur. Oysa gölge, suç değil; suhulet. Parlaklığın zorbalığını eskiten, biçimi kendine iade eden bir alan. Bir şeyin nerede biteceğini, nerede başlaması gerektiğini orada öğreniyoruz.
Gündüzün orta yerinde dahi, herkes kendi gölgesinin ikliminde yaşıyor. Kimisinin gölgesi parça parça; eski kırılmaların yamalarıyla tutturulmuş. Kimisinin gölgesi uzun; geçmişteki bir kararsızlığın uzantısı. Kimisinin gölgesi kısa ama yoğun; yeni öğrenilmiş bir cesaretin, henüz yerleşmemiş dengesi.
Bu iklimde yürümeyi bilmeyen, hep aynı eşiğe takılıyor. Eşik, gölgenin sınır dersi: “Buradan geçeceksen, ağırlığını bil.”
Ben artık günün en parlak saatinde bile, küçük bir serinlik alanı arıyorum: bir sandalye altı, bir kapı içi, bir duvar kenarı. Orada cümlelerim inceliyor, niyetim berraklaşıyor. “Görünürlük” cenderesinin baskısını, gölgenin içten dışa doğru yayılan yumuşaklığı çözüyor. Görünmekle var olmak arasındaki o ince mil, yağlanıyor. Parıltının iktidarı azalıyor; biçim, kendine yer buluyor.
Sonunda anladım: Gölge, varlığın kusuru değil; ölçüsü. Ölçü, başkalarının gözüne göre değil, içimdeki sessizliğin ritmine göre ayarlanıyor.
Bugün adımı söylerken, son heceyi biraz kısıyorum – gölgeye yer açmak için. Cümlenin sonunda bir küçük boşluk bırakıyorum – oraya kendi halimi koyabilmek için. Ve yürürken biliyorum: Önümde uzanan yol kadar, yanımdaki şekil de beni taşıyor. Gölge, eksilttiği yerde büyütüyor; susturduğu yerde anlamı konuşmaya davet ediyor. Ben payımı alıyorum: az konuşarak çoğalmanın, serin kalarak akmanın, görünmeden taşınmanın payını. Geri kalan, zaten benimle yürüyor.

Hakan Akdoğan, Hacettepe Üniversitesi ‘İngiliz Dil Bilimi’ bölümünü bitirdikten sonra Anadolu Üniversitesi ‘Medya ve İletişim’ bölümünü tamamladı. Uludağ Üniversitesi’nde ‘İnsan, Toplum ve Felsefe’ programında yüksek lisans çalışması yaptı. Sanatla Terapi ve Adli Psikoloji Uzmanlığı eğitimleri aldı. International Dublin University’de Sosyal Psikoloji alanında Master derecesi yapmaktadır. 2003 yılından bu yana birçok üniversite ve kurumda ‘Yaratıcı Yazı’, ‘Derin Okuma’, ‘Sanatla Farkındalık’ gibi konularda eğitimler vermekte, çeşitli platformlarda konuşmacı olarak yer almaktadır. Halen bazı üniversitelerde ve çeşitli kurumlarda eğitimler vermekte, yayınevlerine yayın danışmanlığı yapmaktadır. Distopya Akademi’nin kurucusudur. Nü Peride, Gölge Yaşatan, Struma, İlişmek, Varlık ve Piçlik, Kirpi Mesafesi, Kenet adlı romanları yazdı. Yunus Nadi Roman Ödülü’nü kazandı. Eserleri birçok dilde ve ülkede, yabancı okurlarla da buluşmaktadır.

Hakan Akdoğan, Hacettepe Üniversitesi ‘İngiliz Dil Bilimi’ bölümünü bitirdikten sonra Anadolu Üniversitesi ‘Medya ve İletişim’ bölümünü tamamladı. Uludağ Üniversitesi’nde ‘İnsan, Toplum ve Felsefe’ programında yüksek lisans çalışması yaptı. Sanatla Terapi ve Adli Psikoloji Uzmanlığı eğitimleri aldı. International Dublin University’de Sosyal Psikoloji alanında Master derecesi yapmaktadır. 2003 yılından bu yana birçok üniversite ve kurumda ‘Yaratıcı Yazı’, ‘Derin Okuma’, ‘Sanatla Farkındalık’ gibi konularda eğitimler vermekte, çeşitli platformlarda konuşmacı olarak yer almaktadır. Halen bazı üniversitelerde ve çeşitli kurumlarda eğitimler vermekte, yayınevlerine yayın danışmanlığı yapmaktadır. Distopya Akademi’nin kurucusudur. Nü Peride, Gölge Yaşatan, Struma, İlişmek, Varlık ve Piçlik, Kirpi Mesafesi, Kenet adlı romanları yazdı. Yunus Nadi Roman Ödülü’nü kazandı. Eserleri birçok dilde ve ülkede, yabancı okurlarla da buluşmaktadır.


