Kenan Doğru
Tanımadığım biri var içimde. Ve aramızda bir mesafe… Yok yok, hayır! Bir engel var. Onu çoktan unutabilirdim ama ben onun, yani öteki Ben’in içindeyim. Daha doğrusu o benim içimde. Ne tuhaf bir duygu değil mi? Kopamıyorsunuz. Onun hakkında tüm bildiklerim, zihnimim kâtibinin kaydettiğinden yüzeyde kalanlar işte. Yine de onun bir yerlerdeki yokluğunun varlığını, hiç atamam içimden.
O, kapının dış tarafında durmuş beni izliyor arada bir. Bir silüet gibi gözüküyor uzaktan, tıpkı bir hayalet. Ayaklarını göremiyorum, yerden süzülerek ilerliyor sanki. Dalgalar yükselirken, onların üzerinden kayarak aşağı iniyor. O kadar derine iniyor ki, neredeyse seçemiyorum onu. Ne de olsa karanlık bir ormanda, uzay boşluğundan bir evi var.
O sendeleyince pek endişe etmiyorum artık. Ayakları kayıp da düşmeyecek gibi, yersiz bir yerde yer bulmuş bir kırk ayak o. Ben korkudan titrerken, o korkusuz ve vahşi gözüküyor. Geçenlerde, cehennemden kaçmış bir köpek gibi inliyordu içimde. Bunu duyunca, ona üzüldüm; onu yok sayamazdım artık. Bir ara başımı kaldırıp gözlerinin içine baktım:
“Doğduğuna pişman mısın?” diye sordum.
“Yok hayır, var olamazsam, üzülürüm ancak!” diye karşılık verdi.
“Ama sen yoksun ki zaten,” dedim sonra.
“Evet, anlamadığın bu!” dedi.
“Sen varsın, ben de yokum işte…”
“Onun için varız!”
Cevap veremedim, “ne diyorsun sen?” der gibi uzaktan bir bakış attım sadece.
Evet, tuhaf şeyler oluyor, zihnimin dolambaçlı yollarında. Bazen ürpersem de yakınlaşmak istiyorum onunla. Onun kapımdan geçmesi söz konusu bile değil; beni yoldan çıkarıp aklımı çelebilir. “Hayalet Şair,” diye çağırasım geliyor onu zaman zaman. Çünkü ona kandığımda, üzerine yüzyıl düşünülmüş gibi sözler çınlar kulağımda.
“Okyanuslar ile ortaktır kaderimiz, toprağa olan sözümüz gibidir, sadakatimiz…”
Bakıyorum da o bana gelmeye yeltenmeyecek, ben ona gitmek istiyorum o zaman; odamın perdesinin ardında saklı kalmış kapıdan geçerek. O an fark ediyorum, etrafımı çevrelemiş bir duvar var. Çünkü ilerleyemiyorum. Karaya, gökten düşmüş bir balık gibi, debeleniyorum karnımın üstünde. Zamanla içerleniyorum bu duruma. Duvarları fark etmek mesele değil, onları…
O, bu çabamı görünce, uzay boşluğunda bir mum gibi eriyor adeta. İmkansızlığın imkân olduğunu bana anlatıyormuşçasına, sızıp ayaklarımın altına kadar geliyor mürekkebinin kan izleri. O zaman anlıyorum: Evrenin öteki ucu tam burada, ayaklarımın altında serili. Bir uçan halı misali, beni bekliyor üzerinde kaymam için.
Yalnızlık, yokluğun karşısında pes edince, Ben’in berraklığını bozuyorum zaman zaman. Sıradan acılarım, durgun bir göle düşmüş, bir yağmur damlası gibi. Suyun altında parlayan inciler ortadan kayboluyor aniden. Şiddetin gölgesi, etrafında daireler çizen bir spiral oluşturuyor yavaş adımlarla.
Anlamıyorum. Kaderin gerdiği iplerde yürüyen, bir ip cambazı mıyım yoksa? Geçiş yolu olmayan, hatta, tek direkli bir köprüden karşıya geçmek işim. Kendin ile kendine gitmek gibi. Şahidin, kendisine şahit olduğu bir dönemeçli yol.
Bir tek “Ben,” var, bunları doğrulayacak ama o da yok: “Evet, seni gördüm bana geldiğinde, dalgalara kapılmış uzaklaşıyordun kıyıdan; çırpınıyordun adeta, yüzeyde kalmak için…”
Ben, yani o, lafını hiç esirgemez böyle. Ama bildiğim şekilde de konuşmaz benimle. Karanlıkta, bazen nerde saklandığını göremiyorum bu yüzden. Acı çektiğinde buluyorum onu. Uzay boşluğu büzüşür o zaman, onun evi de odam kadar olur neredeyse. O zaman dertleşmek için yakınıma gelir. “Beni görünce halime acıyor mu yoksa?” diye düşünürüm. Keşke gözleri olsaydı da kapasaydım onları, görmezdi böylece ağaçların bile budandığını. Kulakları olsaydı da tıkasaydım, kurtlara öykünen bir köpek gibi uluduğumu duymazdı…
Gecenin astarı söküldüğünde duvarlarımdan, onun kapımın eşiğinde, beni soğuktan korumak için dikilmiş olduğunu anladım. O zaman düşündüm de, o benim nerede olduğumu bilmeden beklemiş duvarların ardında. Nasıl bir sadakattir bu.
Tırmanırken kalemin siperliğine, tutunduğum karanlığın dallarından düşseydim de keşke, onunla karşılaşsaydım mavinin en koyu yerlerinde. Kim duyacak ki ben o kapıyı aralamışım. O zaman, o da benim ona inandığım gibi bana inanmış olurdu cesaretimi görünce, kim bilir…
Çavdar tarlalarının verimli mahsulleri toplanırken, arda kalan buğday taneleriyiz biz. Havada salınarak düştük buraya; günlerce, aylarca, yıllarca, çağları aşarak bulduk köklerimizi salacağımız yeri.
Onu, onun rüyasında görürüm bazen. İçinden sözleri alınmış bir şiir mırıldanır kulağıma. Anladığımda, duymuş gibi yapar, kafamı sallarım. Böyle anlaşırız, gece perdeleri çekildiğinde.

Kenan Doğru, Ardahan’da doğdu. İstanbul’da yaşıyor. Uluslararası bir firmada yönetici olarak çalışmakla birlikte, küçük yaşta tutku edindiği yazı alanında üretmeye devam ediyor. “Sapien Hislerim” adlı deneme aforizmalar kitabının yazarı olan Doğru’nun çeşitli mecralarda yayımlanmış pekçok öyküsü bulunuyor. Mühendislik eğitiminin ardından yüksek lisansını tamamlayan Doğru, şimdilerde İstanbul Üniversitesi “Felsefe” bölümünde eğitimine devam ediyor. Aynı zamanda ilk romanı ile okurlarıyla buluşmaya hazırlanıyor.


