Zeynep Tezel
“Çikolata nedir?” diye bağırdı Mehmet. Kevser ile terasta dertleşiyorduk. “Ağzında muhteşem tat bırakan bir masaldır. Yediğinde anlayacaksın,” diye cevapladım.
Bu sefer Kevser, “Peki ya biz büyükler için? Ne anlatır çikolata?” diye sordu. “Çok şey anlatır,” deyiverdim. Mehmet huysuzlanıp, Kevser aşağı inince içimde yine kıpırtılar başladı. Düşünmeye başlayıp kendime sordum soruyu. “Nedir çikolata?”
“Yalnızca bir tat değil aynı zamanda duyuları tetikleyen bir aşktır. İlk temastır. Yumuşak, çekingen ve içten içe yakıcı bir tenin ilk öpülüşü gibidir. İçindeki kakao, dilin ucunda ansızın patlar, sonra usulca dağılır, geriye unutulmaz bir haz bırakır. Belki anıların getirdiği bir huzur dolaşır bedende, belki bir unutuşun hazzı ya da yepyeni bir lezzete doğru uzanış başlamıştır,” diye uzun uzun cümleler kursam da siz bana sakın inanmayın.
Çünkü, çikolata bedene yayılan sıcak bir hafiflikten çok daha öte bir şeydir.
Çünkü çikolata derin, katmanlı, pürüzlü bir iletişim dilidir.
Aslında bir direniştir çikolata. Tam bir başkaldırıdır. Bir çığlıktır.
Çığlığı kişisel, toplumsal, varoluşsal başkaldırı olarak okuyabiliyorsak, çikolatayı da aynı şekilde okuyabiliriz. Sesin gücünü gösteren çığlık nasıl ki insanın kendini ifade etme şekillerinden biriyse çikolata da sadece tekdüze bir tat değil, aynı zamanda derin anlam taşıyan, katmanları olan bir çığlıktır.
Vianne’ın çığlığı…
Kim mi Vianne?
“Çikolata” filminin baş kadın oyuncusu.
İşte tam bu noktada diyebilirim ki, çikolata bir sanat eseridir.
Çünkü, bu durumu en güzel anlatan filmlerden birisidir Lasse Hallström’ün yönettiği “Chocolat” (Çikolata, 2000) filmi. Sadece tat duyularına hitap etmez, aynı zamanda hembireyin duygusal özgürlüğünü hem de toplumun katı normlarına karşı verilen bir mücadelenin anlatısıdır. Sevmek ve direnmek temalarını zarifçe işleyen edebi bir filmdir. Tatlı bir zıtlıkla bir araya gelir tüm ağırlık ve hafiflikler. Çikolatanın dokunuşunda vücut bulurlar.
Gabriel García Márquez’in büyülü gerçekçiliği gibi, Hallström’ün “Çikolata” filminde de gerçek ile hayal arasında ince bir çizgi vardır. Olağan ve olağanüstü iç içe geçer. Vianne’ın ürettiği çikolatalar, kakaonun dayanılmaz kokusuyla herkesi büyüler, damakta bıraktığı lezzet ile hayal de kurdurur, gerçeği de yaşatır. Duyguları yönlendirerek sevgiyi hissettirmeye aracı olur. Yalnızca tat duyularını değil, insanın arzu, sevgi ve direniş gibi duygusal hallerini nasıl beslediğini, bir arada nasıl var olabileceğini ve birbirini nasıl şekillendirebileceğini de gösterir. Kişinin içsel özgürlüğüne, en derin arzularına ulaşmasının bir yoludur çikolata.
Tam bir varoluş deneyimidir.
Filmde, hiç evlenmemiş ve bir kız çocuğu sahibi olan, kırmızılar giyen Vianne (Juliette Binoche) değişimin ta kendisidir. Lasquenet kasabasında yaşayan dinine, geleneklerine bağlı topluluk için çok büyük bir sorun teşkil etmektedir. Hatta bu durum onların kutsal aile kavramlarını tehdit etmektedir. Vianne’ın çikolataları, köyün geleneklerine, katı ahlak kurallarına, Belediye Başkanı Reynaud’un baskıcı ideolojilerine karşı durma şekli ve çığlığıdır. Çığlığını, ürettiği çikolatalarıyla bulunduğu topluluğa fırlatmaktadır. Krema gibi kaymaksı ancak taş gibi serttir o çikolatalar. Hem yaralar hem iyileştirir.
Varolmanın hem dayanılmaz hafifliği hem de ağırlığıdır.
O kremamsı çikolatalarıyla bizlere, Milan Kundera’nın, Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği romanındaki gibi bireyin dünyada yer tutma biçimini zıtlıklar içinde sorgulatır. Vianne özgür bir kadındır. Ancak küçük kızı Annouska ile yer değiştirmekten yorulmuşlardır. Hafiflik durumundan belki de ağırlığa geçişin eşiğindedir. Seçimini çikolata üzerinden yapar, varoluşunu ve çığlığını çikolata üzerinden tamamlar. Ağırdır, çünkü hayat yalnızca bir kez yaşanır, tadı damağındadır ve o zaman her şeyin büyük bir anlamı vardır.
Vianne, dükkânını paskalya orucunun süregeldiği dönemde açmıştır. Oysa bütün köy, yemek orucunun yanı sıra zevk veren her şeyden coşmak, eğlenmek, gülmek, hatta cinsellikten kaçınmaktadır. Vianne, şimdi bağnaz köy halkına göre adeta bir orta çağ cadısıdır. Ve maalesef çikolata dükkânı arzulara çağırmaktadır.
Çünkü çikolata değişimdir. Dolayısıyla çikolata bir arzu nesnesidir.
Sigmund Freud’un ‘Arzu Nesnesi’ kuramında belirttiği gibi bir eksikliği gidermek için bilinç dışında oluşturulan sonra da gerçek hayatta yönelinen nesnedir o lezzetli çikolatalar. Şeytanın kurguladıklarıdır. Yasak meyvedir. Baştan çıkarır.
Bir de ötekiler vardır. Çingeneler. Nehir yoluyla gelmişlerdir ve göçebedirler. Üstelik Vianne köye yeni gelen, istenmeyen çingenelerin başı Roux ile (Johnny Deep) kasaba topluluğunun statükoculuğuna rağmen aşk yaşamaktadır.
Çünkü çikolata aşk ve direniştir.
Değişime karşı sonsuza kadar direnilemeyeceğinin kanıtıdır çikolata.
Bir gündüz düşünün sıcaklığında, damağımdaki çikolatanın cehenneminde dolanırken içimdeki devasa dalgalanma şimdi kapalı dudaklarımın sınırında fırlamak istiyor.
Nihayetinde koca bir çığlıktır çikolata.
Biliyor ve o çığlığı fırlatıyorum.

Zeynep Tezel, Fransız Dili ve Edebiyatı mezunu. Tahsin Yücel, Berke Vardar gibi değerli hocalarıyla geçen üniversite yıllarından çok sonra 2022 senesinde yeniden edebiyat dünyasına döndü. Varlık Yayınları, Hikâyeci gibi dergilerde, İshak Edebiyat gibi dijital platformlarda, Eylül, Dışarıda Kalanlar, Ayna Meselesi, Anne Gölgesi, İstanbullu Öyküler gibi çeşitli kolektif kitaplarda öyküleri yayımlandı. Distopya Dergisi’nin yazarları arasında yer alan Tezel, 2023 Edebiyatist Kristal Kalem Öykü Yarışması’nda kısa listeye kaldı ve seçki kitabında öyküsü yayımlandı. Yazı yazabilen kişi olmak için çabalıyor.