İsmail Akman
Kapıyı pencereyi hiç açmıyorum ki içeriden bir şey kaçmasın. Kaçmasın, kaçmasın! Dışarıdan gelenler bir şekilde içeri giriyor nasılsa. Zaten odada her şey bir şeyin içinde, bir şeyler bir şeylerin içinde, bir şeyler de onların içinde. Dolaplar, kapaklar, çekmeceler, kutular… Kapat, kapat! Bardak da hep ters duruyor. Ağzı neresi, dibi neresi şaşırmış. Ben de şaşırıyorum ama onun bir bildiği vardır elbet. Bir uyansa söyler de, nedense kendi içine bakıyor. Bir uyansa bardak, önce dolacak, sonra boşalacak. Belki diğer kaplar da öyledir. Bütün bu eşya da. Belki yatak da. Hatta Minto da. Hatta General de.
Boşalmayalı ne kadar oldu? Hep muskadan.
Uygun adım yürüyecekmişim odada. Marş marş! Burası ana kucağı değil, diye bağırıyor General. Ana kucağı? Benim adımlarım uygun mu Minto? Artık tüfek vermiyor General bana. Bazen de yerde süründürüyor. Bu dirsek ne sağlam şey. Dizin durumu ağır ama. Diz nakli gerekebilir. Dizim nerede? Ana kucağı ha? Beyaz zemine dökülmüş saçlarımı, kıllarımı, yazı gibi, imza gibi, kargacık burgacık, günde iki kez toplatıyor bana Minto. Bekamız için oldukça sakıncalıymış. İmzamla birlikte siliniyorum günde iki kez, yarım bastığım zeminden, günde iki kez, ilaç saatinde, General’in nezaretinde, hemşireyle mıntıka temizliği, bütün izler, geçmişim, tablet tablet, kapsül kapsül, bir bardak, bir su, bir unutuş, bir uyku, bir rüya, bir kâbus, bir bıçak, bir bomba, bir ölüm, bir korku, bir, bir, bir, bir…
Bir şeyler fısıldıyorlar arada kulağıma. Bir sustalı çakı gibi açılıyor ses. Annemin gibi bir şeymiş de sanki belki annemin değil de, ne bileyim, böyle sanki babamın olacakmışken son anda babam onu düşürmüş mü, annem mi almış ondan, annemin mi olmuş, böyle arada acayip bir ses fısıldıyor işte, kesiyor aklımı hışır hışır, ucu hep keskin, bardak çın çın, kırılıyor işte, sanki bıçak benim elimde değil, tetiğe de basamamışım, ateş edememişim, o bombayı atamamışım. Sen yaptın, diyor ses. Hayır, senin suçun yok, diyor sonra. Herkes öldü! Bacağın nasıl, diyor. Hala geberemedin mi? İyi olacaksın, diyor. Beceriksiz, diyor. Aferin, diyor. Susun, susun! Minto kovuyor bu sesleri hep. Ah, canım Minto’m.
Keşke bir kardeşim olsaydı. Babamın da muskası var mıydı?
Minto’nun bin tane gözü var. Her şeyi o kontrol ediyor. Başına bir şey gelirse dünyanın sonunun geleceğini söylüyor. Dünyanın sonu gelmedi mi Minto? Öldük ya biz. Ölmedik mi? Hani bombalar falan? Ah dizim, ah dizim! General bile çoktan Minto’nun emrine girdi. General’in çok sayıda yıldızı, iki de narin kanadı var. Sol sağ, sol sağ! Öldüğünde yüzbaşıydı. Minto onu general yaptı. Minto’nun da kanatları var ama O bir sinek. Minto paramiliter bir unsur. Derin sinek.
Çok şey biliyorsun, diyor Minto. Ben hiçbir şey bilmiyorum. Unuttum, unuttum! Altıma işiyorum unuturken. Her yerim acıyor unutmaktan. Hatta gözlerim bile mosmor oldu bak unuta unuta. Üstümde kamuflaj, kolumda iki pırpır, ben bu kadarım, ne bileyim, bir ben sağ kalmışım, ne bileyim, daha mı bir şey bileyim, daha ne bileyim? Çok sustum ben, çok. Çok sus dediler. Üstümde siyah önlük, burnumda sümük, her gün dayak yerdim hiçbir şey bilmiyorum diye döve döve öğrettiler bildiğim üç beş şeyi sonra döve döve unutturdular işte. Annemin elinde sigara, annemin elinde bardak, annemin üstünde adam. Unut, diyor. Sus, diyor. Görmedim, görmedim!
Çocukken bilmemek ne güzelmiş. Hep muskadan.
Beslenme teneffüsünde annem. Her gün yoğurtlu ekmek, salçalı ekmek. Parmaklıkların arasından yüzümü okşar, burnumu siler. Canım annem. Canım annem. Annem dediğim, güzelce bir kadın. Annemin kanatları General’inkinden farklıydı ama. Gören döner bir daha bakar. Ben bakamadım anneme. Bakamadım, bakamadım! Keşke kardeşim olsaydı bir tane. Yoğurtlu salçalı ekmek. Üç beş lokmada silip süpürürdüm, sonra çeşmeye. Eve döndüğümde annem olmazdı. Kanatları olurdu. İşe giderken bırakırdı evde. Sabahları uyandığımda yanımda, bana sarılmış bulurdum onu. Babam benimkileri çok küçükken kırdı. Benim kanatlarımı aldı. Gitti babam, gitti.
Sonra iki koluma iki kanatçık takıverdiler işte. İki çavuş pırpırı. Bir dağı bekliyoruz ama dağ bizim mi değil mi hiç bilmiyorum. Bizim oraların dağı gibi değil. Bizim vadi gibi hiç değil. Herkes birbirine küs. Herkes herkese yabancı. Birileri birilerine düşman. İnsanlar dağa, dağ nehire, nehir ağaçlara, vadi insanlara… Vadinin iki yakasında birbirine dönük namlular. O günlerde geldi Minto. Bana ağlamamayı öğretti. Daha önce de gelmiş, ben hatırlamıyormuşum. O zaman çok ağlamışım. Ağladım, ağladım! Ah annem.
Meme olsa keşke. Ne çok muska!
Biraz iriceydim çocukken. Yine de hep dayak yerdim. Elim kalkmazdı kimseye. Hiçbir şeyi incitemezdim. Mahalle kalabalık. Kalabalık ve ne fakir. Bizim evimiz ne ıssız. Bir kedim vardı, tekir. Bodrumda beslerdim, gizli. Arada klarnetçi Esvet gelirdi. O da iriydi. İriydi ve ne kadar esmer. Annem çok severdi onu. Ben de severdim. Ah Esvet, ah Esvet! Kanatları yoktu onun da. Sigara içip uyurlardı. Pek konuşmazlardı. Esvet abi hiç konuşmazdı. Kedi de konuşmazdı. Sessizlikten öldü. Bir gün dövdüler Esvet abiyi. Babam dövdürmüş. Annem çok üzüldü. O gün çekti beni kenara. Boynuma bir muska astı. Cebime de bir sustalı. Büyümüşüm, büyümüşüm!
Bir gece çok soğuktu. Çok soğuk! Annemle işten dönüyoruz. Dağda diz boyu kar var. Hepimiz mevzideyiz. Karanlık. Esvet hastaneden çıktı, diyor annem. Klarneti satmış, silah almış birinden. Yüzbaşı da görüntü almış ilerlerde bir yerden. Bizim bölük pusu atmaya gidiyor sırtın aşağısına. Anneme pusu kuruyor babamın adamları. Boynumda muska, kolumda pırpır, cebimde annemin çakısı, elimde ordunun tüfeği. Yanımda annem. Yanımda komutan. Gideceğiz buralardan, diyor annem. Kalacağız burada, diyor komutan. Benim niye kardeşim yok, diyorum anneme. Kardeş iyi olsa Allah kendine yapardı, diyor annem. Allah buraları çoktan unutmuş, diyor komutan. Sonra ortalık toz duman.
Herkes neden öldü Allah’ım? Senin muskan çok mu büyük?
Keşke senin bir kardeşin olsaydı.

İsmail Akman kendisini bir yolcu olarak tanımlıyor. Ellilerin kıyısında. Denizli’de yaşıyor. Arada uyanıyor. İki küçük fili var. Aklında da ne çok iş… Bütün bu yolların, yaşların, işlerin, düşlerin ve fillerin doyurulmasına çalışıyor. Şu sıra yorgun. Kitabını bitirdi. Kapağını daha göremedi.

