Hakan Akdoğan
Varoluşun gürültüsü mü? Yalan. Bir cesedin üzerine atılmış müzikli bir neon kefendir o. Bu gürültü, kişinin varoluş aydınlanmasıyla hissettiği o mide bulandırıcı yapışkanlığın dijital çağdaki tezahürüdür. Dopamin döngüsündeki akbabaların bıraktığı sümüksü izler… Bu akbabalar, varoluşçuluğun ilanından sonra boşalan gökyüzünü dolduran kara kuşların torunlarıdır. Anlamın çöküşünü fırsat bilerek, kemirilecek yeni leşler peşinde, insanın içsel çölünde dönüp duruyorlar.
Vasat varoluşun anlamını mülkiyette aramanın büyük boşluğu umutsuzluğun kapitalist kılığa bürünmüş halidir. Sahip olduğun her şey, seni kendinden biraz daha koparır. Sahip olmak, kendine yabancılaşmanın pornografisidir: Emeğin göz önünden uzaklaştırıldığı tüketim çağında bedenin ve ruhun metalaşmasına dönüşen pornografik bir gösterisi.
Her satın alma, kendi varlığının bir parçasını pazarlık masasına koymaktır. Boşluk bile satılık artık. Ortalama insan denen anonim kalabalığın tek tip arzusu haline getirilmiş bir meta.
Benlik gibi. Hem hiç kimsenin hem de herkesin. Sürekli izlenen, beğenilen, yargılanan, bir profil resmine, bir veri kümesine indirgenmiş benlik. Düşünmeyen ama tepki veren. Tıklıyor, kaydırıyor, beğeniyor, paylaşıyor. Tek boyutlu insan oluşun refleksif köleliği. Görünürlük, yok oluşun yeni formu. Gerçek benlik, performatif benliğin altında ezilmiş, görünür olma zorunluluğu altında özünü kaybetmiş. Sürekli bir vitrin arkasında yaşayarak içeridekinin çürüyüp gitmesine sebep olmak. Sessizlik tehdit, yalnızlık hata, mutsuzluk ise başarısızlık… Tek başına olma cesaretinin yerini, kalabalığın onayına duyulan patolojik bağımlılık aldı.
Mutsuzluk lüks bir terapi artık! Psikanalizin eleştirel gücü, narsisizm endüstrisinin rafine edilmiş ürünlerine dönüştürüldü. Yıkımı yaşamak pahalı. Absürtle yüzleşme cesaretinin yerini, absürdün kişiselleştirilmiş bir deneyim paketi olarak satılması aldı. Beton tozu, modern insanın kefaret külü. Rasyonelleşmenin, bürokratikleşmenin ruhu öğütücü makinesinden çıkan enkaz.
Uyarılmak uyanık olmak değildir. Dopamin daha fazlasını ister. Yeni, yeni, yeni… Dijital çağdaki açlık krizleri… Sonsuz bir tatminsizlik döngüsü… Anlamın çöküşü… Nihilizmin zaferi değil, kapitalizmin anlamı çalıp, onu parçalayarak bize geri satmasının zaferidir bu!
Biriktirdiğim her yeni nesne kemiklerimden koparılmış parçalar. Köle efendi algısının trajik bir evrimi: Sahip olduklarımızın bize sahip olması. Her nesne, içsel bir eksikliğin kanıtı, bir yaranın üzerine yapıştırılmış yaldızlı bir yara bandı. Her şeyimiz var ama neden yaşadığımızı bilmiyoruz. Varlığımızı unutmak; çağımızın temel patolojisi. Anlamsızlığın zafer alayı! Bu alay, boş caddelerde yankılanan, içi boşaltılmış bir zafer narasıdır. Artık varoluşunu gerçekleştirmek için yaşadığın yıkım da satılıktır.
Hiçlik bile artık bir ürün. Gerçek yokluğun yerini, simüle edilmiş bir yokluk deneyimi aldı. Meditasyon uygulamaları, dijital detokslar, yapay anlam üreticileri… Hepsi hiçi sana satmanın yolları. Sistem kendi ürettiği yorgunluğun ve anlamsızlığın çözümünü de üreterek, yeni bir sömürü alanı yarattı. Dijital detoks, tüketim zincirinin yeni bir halkasıdır; hiçliğin ticarileştirilmesidir.
Kendinle baş başa kalman gereken sessizlik ânı bile, önceden programlanmış, paketlenmiş, abonelikle satın alınan bir deneyime dönüştürülmüştür. O dehşetli yalnızlık ve özgürlük ânı, bir uygulama bildirimiyle bölünmektedir.
O yüzden belki de artık çığlık atmak gerekiyor: Bu simüle edilmiş varoluşa karşı radikal bir reddiye! Sessizlik geri verilsin! Sessiz kalma hâli, benliğin derinliklerine inebilmenin, kendi varlığının sesini duyabilmenin ön koşuludur. Gürültü bombardımanı altında, kendi iç sesimizi duymak imkânsızlaştı. Anlam, bir meta olmaktan çıksın! Zira anlamın otantikliği, tekilliği, dokunulmazlığı yok edilmiş; seri üretilebilir, pazarlanabilir bir nesneye indirgenmiştir. Anlam, pazarlık masasından kaldırılmalıdır! Ve en önemlisi: Kendinle temas, yeniden mümkün kılınsın! Bu öze dönüş, bu kendine temas, yargılamadan, kıyaslamadan, performans beklentisi olmadan, saf bir hâl olarak kalsın.
Bazen en radikal eylem, hiçbir şeye sahip olmadan, sadece var olmaktır. Kendi için varlık olmanın çıplak cesaretidir bu. Sahip olunan kimliklerin, statülerin, nesnelerin, dijital maskelerin tümünü bir kenara bırakarak, yalın ve sorgulanamaz bir şekilde “Ben, buradayım!” diyebilmektir. Kendi olabilme potansiyelini hayata geçirmektir.
Bu, sistemin dayattığı tüm değer ölçütlerine karşı sarsıcı bir direniştir. Özgürlüğün yükünü ve dehşetini kabullenerek, kendi varoluş projeni, hiçbir dış referans olmadan, kendi özgür iradenle inşa etmektir. Beton tozuna bulanmış kefaret külü altında, unutulmuş olan o çıplak, titreyen ama özgür insan özünü yeniden keşfetmektir. Bu, gürültüyü susturan değil, onun içinde kendi sessizliğini koruyabilme, dünyanın gürültüsü içinde kendi bedeninin ve ruhunun derin, sessiz şarkısını yeniden duyabilme becerisidir. Anlamsızlığın zafer alayının ortasında, anlamı bir meta olarak değil, bir eylem olarak; tüketerek değil, var olarak yeniden yaratma cesaretidir.

Hakan Akdoğan, Hacettepe Üniversitesi ‘İngiliz Dil Bilimi’ bölümünü bitirdikten sonra Anadolu Üniversitesi ‘Medya ve İletişim’ bölümünü tamamladı. Uludağ Üniversitesi’nde ‘İnsan, Toplum ve Felsefe’ programında yüksek lisans çalışması yaptı. Sanatla Terapi ve Adli Psikoloji Uzmanlığı eğitimleri aldı. International Dublin University’de Sosyal Psikoloji alanında Master derecesi yapmaktadır. 2003 yılından bu yana birçok üniversite ve kurumda ‘Yaratıcı Yazı’, ‘Derin Okuma’, ‘Sanatla Farkındalık’ gibi konularda eğitimler vermekte, çeşitli platformlarda konuşmacı olarak yer almaktadır. Halen bazı üniversitelerde ve çeşitli kurumlarda eğitimler vermekte, yayınevlerine yayın danışmanlığı yapmaktadır. Distopya Akademi’nin kurucusudur. Nü Peride, Gölge Yaşatan, Struma, İlişmek, Varlık ve Piçlik, Kirpi Mesafesi, Kenet adlı romanları yazdı. Yunus Nadi Roman Ödülü’nü kazandı. Eserleri birçok dilde ve ülkede, yabancı okurlarla da buluşmaktadır.


