Ebru Eren
Bu ay, belleğin bir sinema filminde işlenişi, bu konuda çekilmiş bir filmin belleğimizde nasıl kaldığıyla ilgili yazmaya karar verdiğimde o aklımda kalan sahneler ve diyaloglar bellek sandığımdan çıkmaya başlamıştı bile. Ben de hiç vakit kaybetmeden yazmaya başladım.
Belleği teknik terimlerden en uzak şekilde tanımlamak istersek; bilginin edinilmesi, depolanarak saklanması ve gerektiğinde geri getirilmesi esnasında kullanılan zihinsel süreçler bütünüdür diyebiliriz. “Öyküsel Bellek” ve “Anlamsal Bellek” olarak ikiye ayrılır.
Bu konuda akıllara ilk gelen ve iz bırakan filmlerin en başında ‘Eternal Sunshine of the Spotless Mind ’ gelir. Charlie Kaufman ve Michel Gondy nin senaristleri oldukları ve Michel Gondry’nin yönettiği bu film iki bin beş yılında en özün senaryo ve en iyi kadın oyuncu ve bunun yanında birçok ödül almıştır.
Türkçeye “Sil Baştan” olarak çevrilen film orijinal ismini Alexender Pope’un “Eloisa to Abelard adlı şiirinden alır: “Sonsuz Günışığı.”
Bu şiirden bahsetmişken bir pasaj eklemeden olmazdı. Şiir Heloise’d Argenteulin’in öğretmeni Peter Abelard’a olan gizli aşkını ve evliliğini anlatır.
Ne mutludur suçsuz bakirenin dostları!
Unutulan Dünya’da Dünya’nın unuttuğu
Lekesiz zihin sonsuz güneş ışığı
Her isteği bırakılmış ama kabul görmüş her duasıAlexander Pop
Filmde Jim Carrey’in üstün performansla canlandırdığı Joel karakteri içe dönük, çoğu zaman bağlanmaktan ve ilişkilerindeki sorunlardan kaçan bir karakter özelliği gösteriyor. Bu nedenle kız arkadaşı Clemente’le (Kate Winslet) yaşadığı sorunları çözmek ve ondan kopabilmek için yaşadıkları tüm anıları sildirme kararı alıyor.
Filmi izlediğim yıllar öncesi çoğu izleyici gibi ben de böyle bir imkanım olsa kötü anılarımı sildirmek isteyip istemeyeceğimi sorgulamıştım ve açık konuşmak gerekirse şu anda da bu sorgulamayı yaparken buldum kendimi. Tek fark, tecrübelerle de farkına vardığımız ve benlik, alt benlik, sosyal benlik gibi öğeleri işin içe dahil ettiğimiz de durumun renginin biraz değişiyor olması.
İnsan anıları olmadan tam mıdır? Belleği olmayan bireyin kimliğinden ne kadar bahsedebiliriz?
Hatta bazen olgunlaşmamızda rol oynadığını düşündüğümüz birçok olay, başarısızlık, tramvaya yol açan bir sürü deneyim için yine olsa yine yapardım deriz ya. Bu aslında bizi biz yapan, yani öz benliğimizi oluşturan, kişiliğimizin en küçük yapı taşları değil midir?
Bellek kimliğin oluşması için gerekli en önemli unsurdur. Yani çocukluğumuzda yaşadıklarımız, aile yaşantımız, sosyal ve iş çevremiz, iyi ve kötü tecrübelerimiz kimliğimizin en önemli kısmımı meydana getirir.
Hatta olumlu ya da olumsuz bu anılarımız ilerideki hayat tarzımıza ve tercihlerimize kadar uzanıyor. Bunların içinde görsel, işitsel, dokunsal duyular yer alsa da en güçlüsünün koku olduğu bilinir. Kokular hafızada diğer duyulardan çok daha uzun kalabilirler. Bu sebeple duyduğumuz bir parfüm kokusu bizi çok uzun süredir görmediğimiz birine olan özlemimizi tetikleyebilir. Evde yapılan bir reçel kokusu bizi bir anlığına çocukluğumuza götürebilir. Geçmiş ve şu anla bir oluruz ve bunları geleceğe de taşırız.
Birbirlerine zıt iki karakterden erkek olanın, yaşadıkları tüm anıları sildirerek sevgilisi unutma çabasını hikayeleyen filmde Joel’in Clemente ile ilgili güzel anılarını hatırladıkça bu karardan vazgeçmek istediğini görürüz. İşlem sırasında “çıkmak istiyorum” dediği sahnede hatıraların canlanmasıyla birlikte geleceği nasıl biçimlendirdiğine şahit oluruz.
Anıların silinmesine karşı aşkın baskınlığı, mantıkla alınan bir kararın aşk vesilesiyle vazgeçilebileceği gerçeği bizi düşündürür.
Filmde Mary karakterinin Nizche’den alıntıladığı “Unutanlar çok şanslıdır çünkü hatalarının acısını çekmezler” cümlesi bence ardından şu soruyu da beraberinde getirir.
Biz aynı zamanda yaptığımız hatalarla büyüyen, gelişen, geleceğini buna göre seçme biçimine karar veren, zayıf ve güçlü yönlerimizle mücadeleye devam eden varlıklar değil miyiz?
Hayatın akademik bir sınav olduğunu var saymazsak; yüreğimizde kalan çizikler, geçmişe duyulan özlem ve pişmanlıklar, tekrarladığımız hatalar her birimizi birbirinden ayıran eşsiz varlıklar yapmaz mı?
Yirmi birinci yüzyılda insan oğlunu yapay zekadan ayıran en büyük özelliğin duygularıyla hareket edebilmesi ve bazen tercihlerini tamamen iç sesine göre yapabilme yetisi olamaz mı?
Anlatı tarzı da hafızamız gibi dağınık olan film iki sevgilinin her ne kadar geçmişte paylaştıklarını, anılarını sildirse de bir şekilde birbirlerini yeniden bulduklarını gösterip iki ruhun çekiminin önüne hiçbir engelin geçemeyeceğini anlatır gibi görünse de derinlerde de hafızayla ilgili çok ciddi sorgulamalar yapar.
Konuya, filmden ilhamla günümüz teknolojisinde farklı bir açısıyla baktığımda kafamda çeşitli sorular oluşuyor.
Artık tek tuşla fotoğrafları videoları silebilme imkanı olan bir dünyada hayatımızın içindeki insanları da WhatsApp gruplarımızdan, telefon rehberimizden, sosyal mesaj hesaplarımızdan silerken, o kişiyi gerçekte ne kadar yok sayabiliyoruz?
Keşke ben de bu filmi hafızamda silip, şu anki bilincimle tekrar izleyebilseydim diye düşünürken filmden en sevdiğim alıntıyı paylaşarak yazımı bitirmek isterim.
Tıpkı filmdeki gibi anılarımıza bakışımız da her defasında değişecektir çünkü hiçbir ânı aynı bilinçle yaşamayız. Bu da geleceğimizi şekillendiren en önemli unsur. Anılarımızı her hatırladığımızda bir başka benle devam ederiz yolumuza.
Filmde Clemantine şöyle der:
“Düşünsene, anılarını sildiriyorsun ve biriyle yeniden tanışıyorsun.”
Düşünsenize.

Ebru Eren İstanbul’da doğdu. Üniversite eğitimini Trakya Üniversitesi Turizm Otelcilik Bölümü’nde tamamladı. Yedi yıl telekomünikasyon sektöründe çalıştı. Uzun yıllardır Türkiye’de önde gelen yaratıcı yazarlık akademilerinde değerli yazar eğitimcilerden eğitim aldı. Daha önce kolektif kitaplar ve dergilerde yayımlanmış öykülerine yenilerini de ekleyerek çok yakında kitabını çıkarmaya hazırlanıyor. Edebiyat dışında resim de bir diğer tutkusu ve bu alanda da kendini geliştirmeye devam ediyor


