Şebnem Özbay
Bıraktım onları. Bindirdikleri -günden güne artan- yükü de indirdim nihayet sırtımdan. Aklımla bin yaşayayım, nasıl da hafifledim. Kaçtım o şehirden. Tebdili mekânda ferahlık vardır deyip kafamı dinlemeye geldim bu sahil kasabasına.
Oraya ve onlara yüklediğim onlarca anlamı da güzelce kazıdım bu arada. Anlamı yükleyen de salt benmişim meğer! İmge, simge, bol kepçeyle vaat, görüşme notları, sözleşme yazıları… Ne varsa sildim, silemediğimin üstünü çizdim. Malum bazen ne kadar uğraşırsan uğraş bazı lekeler çıkmaz, bazı izler silinmez!
Hey, hey sizi gidiler sizi… Başınız göğe ersin. Ben gittim. Çokda iyi ettim. Canıma değsin!
Ah, biz insanların koşturup hevesle kavuştuğu bazı yerlerden arkasına bile bakmadan kaçması…
Ah, en insan sarrafının bile bir gün mutlaka tökezleyip içine düşeceği o insan yanılgısı… Özneden neyse de, zümreden külçe ağırlığınca kopmanın o yoğun baskısı… Ve tabii o süreç boyunca bünyede gitgide yükselen stres katsayısı… Bitti.
Yanılmışım kabul ediyorum. Yanıltan ben olmuşum onlara göre, bu da doğrudur belki de… Vay efendim, nasıl öyle hemen pes edermişim! Vay efendim, ben nasıl meraklarını gidermeden aniden çekip gidermişim! Heves mi kaldı anlatmaya diyorum soranlara… Hevesimi kaybetmedim ki sadece, orada biraz daha kalsam aklımı da kaybedecektim.Boğuldum, yoruldum, sıkıldım diyorum. Anlayan anlıyor, anlamayan boş boş bakıyor yüzüme.
Bir zamanlar hayatı birlikte dert edindiğim, neşesine beraber daldığım, aidiyetle tutunduğum o görkemli masa ve tabii masadakiler uzaktan nasıl da küçük, sıradan geliyor şimdi.
Eskiden olduğu gibi kendimi, ‘erken öten horoz’, ‘ayrık otu’, ‘iflah olmaz bir asi’ olarak eleştirmiyorum buraya geleli. Kafamın yargıç sesi iyice sustu hatta duyulmaz oldu. Gördüklerim, duyduklarım, değer verdiklerim artık başka… Melodiyi daha tam tutturamasam da, şimdi hayat başka birşarkıyla dansa davet ediyor beni. Bu daha iyi değil mi?
Sessizliğin ortasında uzaklardan gelen ıslık sesini, elleri kızarıncaya kadar alkışlayanları fark ediyorum… Vakit biraz geçtikten sonra uzağın daha uzağında yakılacak ateşin göğe tırmanacak dumanını gözlüyorum… Yaşlı ağaçların gövdesinden kopup, çimenlere boylu boyunca yatmış kırık koca dalları kucaklıyorum. Buraya günden güne alışıyorum. Aşina oldum artık taşına, toprağına, rüzgârına, insanına…
Eskiden sıklıkla; çekip giden günleri, geçip giden yılları sayışıma, sayıklayışıma ve böylece sorunlardan, sıkıntılardan kaçışıma hiç gerek duymuyorum artık.
Bazı siestaların, bazı gece uykularının arasında, yine, belki de dolunay vakti diye duygusallaşıp sular seller gibi ağladıktan hemen sonra, günün getirdiklerine minnetle bakıyorum. Unutmak güzeldir bazen… Alışmak güzel, kaybolmak güzel!
Buruk bir gülümsemenin altına sakladığım sıkıntılar gün yüzüne çıkmak isteyince, “bana müsaade!” deyip hemensıvışıyorum.
Sıvışmak güzeldir bazen, bırakmak güzel, sessizlik güzel!