Close Menu
    Son Eklenenler

    Margaret Atwood’un “Kalpten” şiirleri okurla buluştu

    Aralık 3, 2025

    Sokak Sanatçıları Festivali 500 sanatçıyı Müze Gazhane’de ağırlayacak

    Aralık 3, 2025

    Yollara Düşen Sahneden Öyküler Depo İstanbul’da

    Aralık 3, 2025
    Facebook X (Twitter) Instagram
    Çarşamba, Aralık 3
    X (Twitter) Instagram Facebook
    Suare Dergi – Film – Kitap – Sanat – Hayat ve DahasıSuare Dergi – Film – Kitap – Sanat – Hayat ve Dahası
    • YAŞAM
      1. Aktüel
      2. Beslenme
      3. Felsefe
      4. Fitness
      5. İlişkiler
      6. Kişisel Bakım
      7. Kişisel Gelişim
      8. Psikoloji
      9. Sağlık
      10. Seyahat
      11. Sürdürülebilir Yaşam
      12. Teknoloji
      13. View All

      Nazlı Eray’a “Yaşayan Efsane” Onuru

      Temmuz 5, 2025

      Yüzüncüyıl Gazeteciler Derneği’nden anlamlı seminer

      Temmuz 3, 2025

      ‘Boykot bir hak mı? Suç mu? ‘ sorusuna yanıt arayanlar için 10 film

      Nisan 2, 2025

      Sinema tutkunları için yepyeni bir mecra: Yeni Sinema Dergisi 

      Şubat 28, 2025

      İnovatif makarnacı Pastavilla 32. yaşını ödülle kutluyor

      Nisan 22, 2024

      Buğday Derneği ‘zehirsiz kentler’ için harekete geçti

      Aralık 23, 2021

      1 KAVRAM 10 DÜŞÜNÜR: Varoluşun On Yüzü

      Ağustos 2, 2025

      Ulus Baker: Kısacık hayatına çağları sığdıran ‘birisi’

      Temmuz 12, 2025

      Institut français, Fransız yazar, felsefeci ve filolog Barbara Cassin’i ağırlıyor

      Şubat 25, 2025

      Sade Yaşamın Gücü: Epikür ve Tao’nun izinde sadeleşmek

      Aralık 7, 2024

      Ergen ebeveynleri için kılavuz

      Eylül 23, 2024

      Aşkın Lotus Hali… 

      Temmuz 4, 2024

      “Doktordan Az Kullanılmış” bu defa bir kitap adı oldu

      Ağustos 29, 2023

      ‘Rekabetçi Aile’yi izlerken kendimize de gülebilir miyiz?

      Ağustos 27, 2023

      Parfümde şişe tasarımı kokudan önemli olabilir mi?

      Mart 28, 2023

      Saç bakımına ilişkin merak edilen 6 soru ve 6 yanıt

      Nisan 17, 2022

      Beynini Resetle: Zihinsel rahatsızlıklar ve metabolizmayla ilişkisi

      Eylül 30, 2025

      Stresten Huzura: Deneyimlenmiş bir dönüşüm süreci

      Mart 6, 2025

      Yeni Eril: Dr. Nil Keskin’den kapsamlı bir dönüşüm rehberi

      Mart 4, 2025

      Cansel Oruç’un ‘Başarmaktan Korkma’ kitabı okuyucuyla buluştu

      Aralık 26, 2024

      Beynini Resetle: Zihinsel rahatsızlıklar ve metabolizmayla ilişkisi

      Eylül 30, 2025

      Kimdir bu “Narsist Sapkınlar?”

      Mayıs 29, 2025

      Borderline: Bir Kişilik Bozukluğunun Biyografisi

      Mayıs 6, 2025

      Dementor – Ruh Emici: Narsisizmin gölgesinde bir yok oluş ya da yeniden doğuş hikâyesi

      Şubat 17, 2025

      ‘Hepimiz Narsistiz’ kitabının yazarı Şule Öncü: Sanıldığından yaygın!

      Mayıs 17, 2024

      “Doktordan Az Kullanılmış” bu defa bir kitap adı oldu

      Ağustos 29, 2023

      Prof. Dr. Körükoğlu’ndan sağlıklı ve genç kalmanın sırları

      Mayıs 7, 2023

      Salmonella’dan korunmak mümkün mü?

      Nisan 27, 2022

      Zeytin Kokulu Memleket: Ayvalık

      Ağustos 20, 2025

      Sayım Çınar ile Kopenhag’da Kültür-Sanat 

      Ağustos 9, 2025

      Kadim bir kültür kenti: Denizli

      Mayıs 21, 2025

      Kayıp bir çantanın peşinde Patagonya’da edebiyat

      Şubat 20, 2025

      Nihal Gündüz’den ‘makarna’ ile ‘Çevre Krizi’ fotoğrafları

      Ağustos 15, 2025

      ‘Baumit ile Olasılıklar’ kitabı ile geleceği yeniden düşünüyor

      Eylül 20, 2023

      Heykeltıraş Varol Topaç’ın çelik üretim atıklarından yarattığı eser Contemporary İstanbul’da

      Eylül 17, 2023

      Jeotermal enerjiyi çocuklara anlatan kitap: Damla Adamlar

      Ağustos 31, 2023

      Kim Korkar Yapay Zekadan

      Haziran 8, 2025

      Türkiye’nin mutfak ve kültür mirasından seçkiler dijital erişime açılıyor

      Ekim 20, 2023

      Mevzular Açık Mikrofon, artık GAİN’de

      Eylül 1, 2023

      Akıllı makineler ve robotlar denilince akla gelen filmler

      Ağustos 31, 2023

      Zamanı Sahiplenenin Dünyayı Yönetmesi Üzerine

      Aralık 1, 2025

      Antakya Film Festivali başladı

      Kasım 24, 2025

      Sinem Çelebioğlu‘ndan çocuklar için; Dağın Kızı 

      Kasım 20, 2025

      Fethiye Uluslararası Film Festivali başlıyor

      Kasım 4, 2025
    • KÜLTÜR – SANAT
      1. Kitap
      2. Müzik
      3. Öykü
      4. Sanat
      5. Sergi
      6. Sinema
      7. Şiir
      8. Tiyatro
      9. Video
      10. View All

      Margaret Atwood’un “Kalpten” şiirleri okurla buluştu

      Aralık 3, 2025

      Geçmişten günümüze atların tarihteki yeri: ‘Akıncılar, Hükümdarlar ve Tacirler’

      Kasım 27, 2025

      Demet Cengiz’in Leylâ’sı ile kaderin kırılma anları

      Kasım 27, 2025

      Sayım Çınar ile kitap dünyası

      Kasım 26, 2025

      Tame Impala Barış Manço hayranı!

      Ekim 22, 2025

      “Pekinel Uluslararası Masterclass” 6-12 Eylül’de AKM’de

      Eylül 5, 2025

      Sazakan’dan ilk tekli: AnatolianBlues

      Ağustos 17, 2025

      Ayın Şarkıları: Ağustosta ne dinleyelim?

      Ağustos 1, 2025

      Toz Zerreleri

      Temmuz 24, 2025

      Dönüşümün Hafifliği

      Temmuz 24, 2025

      Tuğlayı Fark Etmek

      Temmuz 24, 2025

      Yaşama Dair

      Temmuz 24, 2025

      Río Sur, Pera Müzesi’nde

      Ekim 16, 2025

      Dalí’nin Tavşan Deliği: Bir romanın resme dönüşen rüyası

      Haziran 12, 2025

      Rüyaların Ressamı: Remedios Varo’dan 6 büyülü tablo

      Haziran 10, 2025

      Balenin Rus yıldızları Bodrum’da

      Ağustos 12, 2024

      İstanbul’da devam eden 16 sergi

      Temmuz 10, 2025

      Ressam Ömer Onay’ın ‘Bilinç Akışı’ sergisi AKM’de

      Haziran 20, 2025

      ‘Mumi’lerin yaratıcısı Tove Jansson eserleriyle Aynalı Geçit’te

      Mayıs 8, 2025

      Handan Özbek’in “Çıplak Kıta” sergisi Goba Art & Design’da

      Mart 12, 2025

      Yunanistan Sineması Günleri, 2 Aralık’ta başlıyor

      Kasım 28, 2025

      Sinematek/Sinema Evi yeni programını duyurdu

      Ekim 21, 2025

      Weapons: İzleyicisini duygusal ve zihinsel olarak zorlayan bir korku filmi

      Ekim 11, 2025

      Erin Brockovich: Mini etekli, topuklu ayakkabılı bir varoluş hikayesi

      Ekim 8, 2025

      Şiir: Kapandık kaldık içimize 

      Temmuz 18, 2025

      Şiir: Huy İşte

      Temmuz 7, 2025

      GÜRÜLTÜNÜN ORTASINDA SESSİZLİĞE YOLCULUK: MODERN DÜNYADA DİNGİNLİĞİN PEŞİNDE

      Temmuz 1, 2025

      Şiir: Ne Zaman

      Haziran 10, 2025

      Yollara Düşen Sahneden Öyküler Depo İstanbul’da

      Aralık 3, 2025

      Tiyatro Tales’ten ilk oyun: Macbeth’in Cadıları Bir de Bizden Dinleyin

      Kasım 26, 2025

      Gergedanlar AKM Sahnesi’nde

      Kasım 26, 2025

      “Çiçekçi Sokağı”, 1 Kasım’da Kadıköy Eğitim Sahnesi’nde

      Ekim 27, 2025

      Parazit – Sınıfsal uçurumların sarsıcı anlatımı

      Haziran 30, 2025

      Garfield’in resmi posteri yayınlandı

      Aralık 19, 2023

      Napolyon bu kez Jaquin Phoenix’in yorumuyla sinemada

      Kasım 23, 2023

      Freud’s Last Session filminden fragman

      Ekim 27, 2023

      Margaret Atwood’un “Kalpten” şiirleri okurla buluştu

      Aralık 3, 2025

      Sokak Sanatçıları Festivali 500 sanatçıyı Müze Gazhane’de ağırlayacak

      Aralık 3, 2025

      Yollara Düşen Sahneden Öyküler Depo İstanbul’da

      Aralık 3, 2025

      BİFO ve Barbara Hannigan’dan özel konser

      Aralık 1, 2025
    • SD+
      1. Röportaj
      2. Haber
      3. Makale
      4. Portre
      5. Diğer
      6. View All

      Demet Cengiz’in Leylâ’sı ile kaderin kırılma anları

      Kasım 27, 2025

      Tanrıçanın Serzenişi: Elpis bize ‘umudunuzu kaybetmeyin’ diyor

      Eylül 25, 2025

      DÜNYAYA BİR KRİSTALDEN BAKMAK… HER IŞILTIDA BAŞKA DÜNYALARA YOL ALMAK…

      Haziran 28, 2025

      Booky Kitabevi: Bir insan, butik bir kitabevi, kocaman bir topluluk

      Haziran 22, 2025

      Yeşilçam’ın köklü şirketi Erman Film’de yollar ayrıldı

      Şubat 6, 2025

      Defne ya da Bazı Tuhaf Hayatlar: Herkes kendi hikayesine sahip çıksın!

      Kasım 16, 2024

      İstanbul’un plajlarına otobüs seferleri başladı

      Ağustos 7, 2024

      Biletinial’da ‘yorum ve reyting’ uygulaması

      Nisan 17, 2024

      Zamanı Sahiplenenin Dünyayı Yönetmesi Üzerine

      Aralık 1, 2025

      Dalí’nin Tavşan Deliği: Bir romanın resme dönüşen rüyası

      Haziran 12, 2025

      Romalı tarihçilerin yazmadığı Kleopatra: Hükümdar, alim ve filozof bir kadın

      Haziran 10, 2025

      Bir antikahramanın portresi: MARLA SINGER

      Nisan 30, 2025

      Yolda Olmak, Var Olmaktır

      Ağustos 9, 2025

      Maria Anna Mozart

      Temmuz 20, 2025

      Pablo Neruda: Aşkın, kavganın ve sessiz coğrafyaların şairi

      Temmuz 12, 2025

      Ulus Baker: Kısacık hayatına çağları sığdıran ‘birisi’

      Temmuz 12, 2025

      Gülhane Parkında sarnıç olduğunu biliyor muydunuz?

      Nisan 2, 2023

      Klasik mobilyada en çok tercih edilen ağaç türlerini biliyor musunuz?

      Nisan 1, 2023

      Mart ayında Türkiye’nin en çok konuştuğu başlıklar

      Nisan 1, 2023

      Zamanı Sahiplenenin Dünyayı Yönetmesi Üzerine

      Aralık 1, 2025

      DENİZ GİBİDİR GÖKYÜZÜ

      Aralık 1, 2025

      ZİNDAN ADASI: İNKAR MI? KOMPLO MU?

      Aralık 1, 2025

      DÜNYANIN SONUNA YOLCULUK

      Aralık 1, 2025
    • PODCAST

      Podcast: Hayati Tavsiyeler ‘Bahar ve Mitoloji’ ile yayında

      Mayıs 5, 2023

      Denenmiş, test edilmiş, onaylanmış: Hayati Tavsiyeler

      Mayıs 5, 2023

      Meraklı bünyeler için podcast kanalı: Suare Online

      Mayıs 1, 2023

      Akla takılan sorulara yanıt arayan podcast: Neymiş?

      Nisan 9, 2023

      Hayati Tavsiyeler: Kendine yatırım yapanlara özel podcast

      Nisan 9, 2023
    • YAZARLARIMIZ
    • SuareMag
    • Suare Öykü
    Suare Dergi – Film – Kitap – Sanat – Hayat ve DahasıSuare Dergi – Film – Kitap – Sanat – Hayat ve Dahası
    Buradasınız:Anasayfa » LÂL
    SUAREMAG

    LÂL

    Temmuz 1, 2025Yorum yapılmamış8 dk Okuma Süresi
    Facebook Twitter Pinterest LinkedIn WhatsApp Email
    zeynep tezel
    Paylaş
    Facebook Twitter Pinterest WhatsApp Email

    Zeynep Tezel

    Gerçek sandığımız bu dünyada, acımasız bir uğultunun içinde yaşıyoruz. Belki de bu yüzden, bir çoğumuz, sessizliği değil de gürültünün içindeki sessizliği daha çok duyuyor, kimi zaman özlüyor. Kapılar kapanıp, uğultu yükseldiğinde, Sartre’ın dediği gibi, “Cehennem başkaları,” oluyor ve suskunlukla yankı arasında sıkışan benlikler de kendi cehennemini yaşıyor.  

    “Sen yazına devam et. Ben kapıyı çekip çıkarım,” dedi Kevser.

    O sırada, sessizliğin gürültüsü mü daha güçlü ve etkilidir, yoksa gürültünün sessizliği mi, diye düşünüyordum.

    Kapı kapandığında yükselen uğultu, Sartre’ın “Cehennem başkalarıdır,” sözünü doğrularcasına, odanın içinde, cümlelerimin arasına sıkışmış nefeslerin, bakışların, suskunlukların ve kelimelerin birbirine çarpıp yankılandığı görünmez bir işkenceye dönüştü. Duvarlar, eşyalar, hatta boşluklar bile sanki dış dünyaya karşı öfkeyle yükselen bir çığlık fırlatıyordu.

    Hava soğuk, oda ısınmamıştı. Pencereleri de kapayınca şehrin gürültüsü kesildi. Bu sefer de sessizliğin gürültüsü beni esir almaya başladı. Genleşen uğultuyla baş edemiyordum. Elimdeki kurşun kalemle kalakaldım. Öykümün ilk taslağı henüz bitmişti. Üzerinden tekrar geçmeliydim. Biliyordum. Ancak, boş boş oyalanmak beni rahatlatıyordu. Tülün arkasından dışarı baktım. Hava kurşun gibi ağırdı. İş çıkışı omuz omuza yürüyen insanların telâşı canımı sıktı. Perdeleri kapatıp derin derin nefes alıp vererek kitaplarla dolu, loş odada bir iki turladım. Hızlanan adımlarım düşüncelerimi adeta yuttu. Duygularımın hepsi kalemden akıp gitmiş bana da yaşanacak duygu kalmamışçasına başı kesilmiş tavuk gibi dolanıp durdum odada. Donuk, programlanmış, kaskatı bir bedenle. 

    Bir kafese sıkışmış gibiydim. Ancak bu sefer de odadaki eşyaları bulanık görüyordum. Sanki küçülmüşlerdi. Adeta tüm eşyalara ulaşılamaz boyuttaydım. Üstelik bulanık sisin içinde renkleri de solmuştu. Gürültü de artmıştı. Bu çok sık olmuyordu. Duyularım duygularımı çağırmış olacak ki birden ter bastı. Oturdum. Hemen bir tren hayal ettim. Öykümdeki trendi. Hızlıca içine yerleştim. Sis ve gürültü hep aynı duyguyu doğuruyordu. Kopukluk, karmaşa, belirsizlik, kaybolmuşluk ve unutulmuşluk. Sessizliğin gürültüsünün daha boğucu olduğunu söyleyebilirim. Hareket ettik. Hızlıca akıp gidiyordu sokaklar, binalar. Duyduğum ses trenin raylara vurduğundan çok farklıydı. Metalik değildi. İnsanı yutacak gibi tekinsizce çoğalıp azalan bir uğultu. Gürültünün sessizliği. Bir anda oluşan boşluğun genleşirken uğuldaması ve sönmesi gibi veya kendi nefesimizin odada yankılanışı gibi ya da odadaki eşyalar nefes almayı unutmuş da birden hatırlayıp minik titreşimler bırakmış gibi… Hepsi kafa karıştırıcıydı. 

    Gözlerimi kapadım. Hayali trenimin içinde ya da bedenim demeliyim, uğultu çoğalıyordu. “Belki de o virane, kara şehre varmadan ilk durakta inmeliyim,” diye fısıldadım. Sonra hızlıca vaz geçtim bu fikrimden. Kaçmamalıydım. Yeniden öyküme döndüm, unutmamak unutturmamak için ikinci taslağı yazdım.

    ​​​​***

    ÇÜRÜK SAÇ TELİ 

    Kafes hemen yanı başındaydı. Pis, telleri çürümüş. Ten ile ciğerin arasına pas gibi çöken, soludukça insanın içini kirleten o rezil kurumlu havanın hüküm sürdüğü sokakta yaşıyordu. Evinin duvarlarından azat. Dışarıda, bahçe duvarının dibinde, mukavvaların üzerinde. Büyük bir gürültünün sessizliği içinde. Yaşamakla yaşamamak arası bir yerde.

    Kadına, kimi Elmas, kimi Billur diye sesleniyordu. Kömür tozunun, yalnız gökyüzünü değil, insanın ruhunu da kararttığı kasabanın ucunda, bir sokağın köşesinde, mukavvaların üzerinde yatıp kalkıyordu. Defalarca uyarılmıştı. Ancak bu durumun önüne geçilememişti.

    Rüzgâr bile o sokağa uğramaya tiksinir gibiydi ki çoğu zaman yönünü değiştirir, oraya temas etmeden uzaklaşırdı. Madenciler arka sokaktan yürürlerdi. Zira, koku dayanılır gibi değildi. Sidik ve yıkanmamışlığın biriktirdiği kir katman katman olunca, kasabadan birileri hemen haline acırlar, belediye devreye girer, senede bir hamama götürülür, hemşire getirilir, bakımı yaptırılırdı. Genelde Kurban Bayramı’nın hemen öncesinde. Böylece, Kadın da Kurban Bayramı zamanı olduğunu anlardı.  

    Ömer, rüzgârın ve diğer madencilerin aksine, her sabah ve akşam tiksinerek de olsa, Kadın’ın önünden geçiyordu. Komşuydu, arada birkaç kelam da ediyordu. Ayrıca, madene giden yolu uzatmak işine gelmiyordu.

    Ev adeta pisliğe teslim olmuştu. Bahçenin duvarları hiç yıkanmaz, üzerlerinden is kokusu eksik olmazdı. Kurum havada dolanır dururdu. Bitkilerin çürüdüğü zemin ise çamura bulanmıştı. O çamur, kömür artıklarının kustuğu karanlığı saklamaya çalışır gibiydi. Ömer, çocukluğundan beri, bu yerin sadece kirli olmadığını, bahçenin içten içe eridiğini, insanı yutmaya çalışan bir çukur olduğunu düşünürdü. O çukurun içindeki her şeyin kimseye görünmeden yavaşça gömüldüğüne inanmıştı. Emeğin, çürüyen hatırasını sunan kömür karası bir çukur.

    Kendisini de o çukurda hissediyordu. Çünkü babası ne derse o oluyor, dünyanın düzeni de öyle kuruluyordu. Madene indiği ilk gün, yerin altındaki o karanlık, ona yabancı bir karanlık değildi. Daha önceden tanıdığı, belki de çocukken bir soba borusunun içinden bakarken gördüğü karanlıktı. İçinden duman geçen, sesi emen, zamanı ağırlaştıran bir karanlık. Üniversiteyi kazanamayınca da çok üzülmemişti. Eline batmış bir kıymık gibi acıtıp çıkıp gitmişti. Böylece madende çalışmaya başlamıştı.

    Ay sonunda getirdiği üç kuruşun babasının yüzüne yerleştirdiği o gölgeli memnuniyeti görünce güya mutlu oluyordu Ömer. İçki içmiyordu, kumar bilmiyordu. Onu tanıyan esnaf, “Çok iyi evlattır,” diyordu. Bütün bunların içinde, kendisi de ne zaman fark etti bilmiyordu ama, hep aynı yerde durmuş gibiydi. Ya da sanki bir gün aniden büyümüş ve bir daha hiç kıpırdamamıştı. Ömer, babası gibi çalışıyor, onun gibi susuyor, onun gibi ölüyordu ama hâlâ yaşıyordu. Karanlığa her gün inmek, onun içinde başka bir karanlık yaratmıştı. Tiksinse de kadının varlığı onu delirtmiyordu, cezbediyordu. O iğrençlikte bir tür gerçeklik vardı.

    Kadın ise kirden kararmış teni, üst üste giydiği ve artık kumaştan çok kabuk gibi olmuş giysileriyle yaşayan bir çöp yığınına benziyordu. Yanında, paslı bir kafeste tüyleri dökülmüş, gözleri neredeyse çürümüş gibi duran bir kanarya vardı. Bazen paslı kafese uzun uzun bakıp, “Vicdan kapısı kapalı,” diyordu. İçindeki kanarya ise kanatlarını açamıyordu artık. Ama garip bir şekilde hâlâ yaşıyordu. Belki de yaşamıyordu. Belki de sırf Kadın’ın gözüne öyle görünüyordu. Belki de Kadın’ın geçmişinden bir kalıntıydı. Konuşmayan ama çığlık atan bir şeyin sureti. Bazen kendi dışkısını yiyor, bazen ağzında Kadın’ın saç telleriyle oynuyordu. Kimi sabahlar gagasında kan bile oluyordu. Kadın, kafesteki kanaryaya bakıp “Oğlum sanki,” diyordu. Artık adı bile fısıltıyla anılan o büyük grizu patlamasının hemen ardından, oğlunun ölüm haberini aldığı gün, evin içine giren kanarya bir daha çıkmamıştı. Tıpkı bazı soruların bir daha sorulamaması gibi.

    Eski alışkanlıklar, yeraltının karanlığında direniyordu. Ancak belki de kanarya o bedbaht gün görevinden kaçmıştı.

    Ömer ise, kafesteki kanaryaya mıknatıs gibi çekiliyordu. Biraz da Kadın’ın anlattığı hikâyeler kafasını karıştırıyordu. Her seferinde farklı hikâyeler… Kuş ya ölümsüz oluyor ya kadının göğsünden süt içiyor ya da kan emiyordu.

    Ömer’i ilgilendiren durum bambaşkaydı. Kuşu ne zaman görse gagasında hep bir saç teli olmasıydı. O zaman da hep aynı sahne gözünün önüne geliyordu. Çocuktu. Annesinin banyoda düştüğü, aynanın kırılarak kolunu kestiği, annesinin çıplak bedenini örttüğü, hemen sonrasında yerdeki kan gölünün içinde yüzen saç telini hatırlayıp tiksindiği gün. Kaçıp karanlığa sığınmak istemişti. 

    Her gün, kanaryanın gagasındaki saç telini gördükçe yeniden tiksiniyordu. Belki de bir ritüel gibiydi bu durum ve bu yüzden madene inmeyi seviyordu. Annesinin düşmüş bedeninden kalan bir sızı.

    Ömer, madenin karanlığından çıkıp Kadın’ın yanına doğru ilerlerken, benliğini oluşturan katmanları bir bir geride bırakıyordu. Önce işçi rolünü, ardından erkek kimliğini, en sonunda da insan olmanın getirdiği tüm yükleri. Çünkü, orada bir açıklık vardı. Kadın’ın varlığı, kararmış gövdesi, dökülen dişleri, pis kokusu, döküntü evi, kömür karası çamurlu bahçesi Ömer’in içindeki bastırılmış arzuları tetikliyor, onun karşısında, annesinin çıplaklığını hatırlıyordu. 

    Kadın, bir akşam, bir hikâyesinde, “Her sabah madenin içinden çıkarken, benim içimden yeniden doğuyorsun,” dedi. Elinde ise büyükçe bir ayna vardı. Sonra kanaryaya dönüp, oğlunun ismiyle seslendi. Kuş gagasındaki saç telini atıp ötmeye başladı. Ömer delirmiş gibiydi. Etrafta aranmaya başladı. Bahçenin sökülmüş kapısından düşen demir çubuğu kapıp kafese patlatınca tüyler havada uçuştu. Kuşun gözleri parlıyordu. Ya da öyle sandı. Kadın kafese sarıldı. Ardından, “Sen de onun kardeşisin,” deyip kendinden beklenmeyen bir çeviklikle Ömer’in saçından bir tel kopardı. Ömer, hayvansı bir çığlık attı. Bir anlık bir kendilikti bu bağırış. Belki de ilk defa kendisi oldu. Kadın, “Aynaya bakma. Orada ben varım,” derken demirin kırdığı o vahim ses duyuldu. Ardından bir kısık ötüş. Yutkunmuş bir çığlık gibi.

    Ömer, mahkeme boyunca sustu. Bilirkişilerden de alınan destek sonucu savunma raporunda şöyle yazıldı:

    “Fail, toplum içindeki kimliğinin çözülmesiyle oluşan bir boşlukta bu eylemi gerçekleştirmiştir. Bu durumda, kimliğini gizleyen sosyal roller ortadan kalkmış, kişi olduğu haliyle ortaya çıkmıştır. Davranışı akılcı ya da mantıklı bir amaçla değil; daha çok sembolik ve ritüel anlamlar taşıyan, derin psikolojik ya da kültürel dürtülerle şekillenmiştir.”

    ​​​​***

    Hepimiz zaman zaman, farkında olmasak bile, mantıkla açıklanamayacak kadar derin psikolojik ya da kültürel etkilerle yönlendirilen davranışlarda bulunmuyor muyuz? Sessizliğin gürültüsünde belki de birçok kişi aynı kanarya gibi kendini unutturmamaya çalışıyor. 

    Oysa Heidegger, “Varlık unutulmuştur,” der. Belki de bu unutuluş, sesin hiç susmadığı bir çağda, en çok duyulandır. Tükenmeyen bu koca uğultu, bu akışkan gürültü, yatay dünyamıza yayılıp bizi ele geçiriyor.

    Varlığın unutuluşunun en temel nedeni, en derin belirtisi, aşırı ve kaotik seslilik değil de nedir? Gürültünün kucaklayıcı sessizliğine kavuştuğumuzda, gerçek anlamın derinliğine dalmıyor muyuz? Sorguluyorum.

    Uğultunun şiddetiyle, doğadan ve doğallıktan uzaklaştıkça, sadece dış duyularımız değil, içsel duyularımız da çok yorgun artık. Denge duyumuz çöküyor, vücut farkındalığımız hissizleşip zaman algımız bulanıklaşıyor. Hâttâ söyleyemediklerimiz bazen daha yüksek bağırıyor. Tam bir suskunluk. Lâl. 

    Yine gözlerimi kapadım. Kompartmanda tek başımayım. Binalar, sokaklar, ekranlar, dijital dünya, yapay ışıklar yerlerini kırlara, ormanlara doğaya bırakmış akışıp gidiyor.Trende olduğumu hayal etmek sakinleştirse de uğultu bitmiyor, benimle taşınıyor. Yine de içimde tuhaf bir yankı. Hiç dinmeyen bir iç konuşma, yargılama, bir yorum.

    Gürültünün sessizliği yine sessizliğin gürültüsüne evriliyor. Odanın içinde, hayali trenimin kompartmanında, kendi içimi deşiyor, kaçacak delik arıyorum. Bulamıyorum. Uğultu yükseliyor. 

    Evet, doğrudur. Sartre’ın söylediği gibi, “Cehennem başkalarıdır,” dediği andayım. Başkalarının seslerinin bende oluşturduğu yankının cehennemindeyim. İçsel sessizliğim asla ölmemeli. Aksine dış sesleri anlamlandırmalı. Gürültünün sessizliğiyle buluşup anlamı oluşturması için çabalamalıyım. 

    Anlamı oluşturmak için de bir duraksamaya, bir nefese ihtiyacım var. 

    Belki de en derin uyanış, bir gürültünün sonunda gelen sessizlikte oluyor. Bu sefer çığlığımı kendi içime fırlatıyorum. Sessizliğime kulak verenlerin anlayacaklarına inanarak.


    Zeynep Tezel, Fransız Dili ve Edebiyatı mezunu. Tahsin Yücel, Berke Vardar gibi değerli hocalarıyla geçen üniversite yıllarından çok sonra 2022 senesinde yeniden edebiyat dünyasına döndü. Varlık Yayınları, Hikâyeci gibi dergilerde, İshak Edebiyat gibi dijital platformlarda, Eylül, Dışarıda Kalanlar, Ayna Meselesi, Anne Gölgesi, İstanbullu Öyküler gibi çeşitli kolektif kitaplarda öyküleri yayımlandı. Distopya Dergisi’nin yazarları arasında yer alan Tezel, 2023 Edebiyatist Kristal Kalem Öykü Yarışması’nda kısa listeye kaldı ve seçki kitabında öyküsü yayımlandı. Yazı yazabilen kişi olmak için çabalıyor.

    Yazarın Diğer Yazıları
    SuareMag – Haziran 2025
    SuareMag – Mayıs 2025
    SuareMag – Nisan 2025

    suaremag temmuz yazar Zeynep Tezel

    Related Posts

    PALOMAR – ITALO CALVINO

    Aralık 2, 2025 Uncategorized

    SuareMag Aralık

    Aralık 1, 2025 Manşet

    Ayın Kitapları: Aralık ayında ne okuyalım?

    Aralık 1, 2025 Ayın Kitapları

    Ayın Filmleri: Aralık ayında ne izleyelim?

    Aralık 1, 2025 Ayın Filmleri
    Yorum Yap
    Yorum yazın Cancel Reply

    Yeni Eklenenler

    Margaret Atwood’un “Kalpten” şiirleri okurla buluştu

    Aralık 3, 2025 Kitap

    Margaret Atwood’un “Kalpten” adlı şiir kitabı Doğan Kitap tarafından Nuray Önlüoğlu çevirisiyle okurla buluşturuldu. Margaret…

    Sokak Sanatçıları Festivali 500 sanatçıyı Müze Gazhane’de ağırlayacak

    Aralık 3, 2025

    Yollara Düşen Sahneden Öyküler Depo İstanbul’da

    Aralık 3, 2025

    PALOMAR – ITALO CALVINO

    Aralık 2, 2025
    Sosyal Medya'da Biz
    • Facebook
    • Twitter
    • Instagram
    • YouTube
    Bu Haberleri Kaçırmayın

    Sokak Sanatçıları Festivali 500 sanatçıyı Müze Gazhane’de ağırlayacak

    Aralık 3, 2025 Etkinlik

    ‘Bologna Fuarı’na hem hikaye anlatmaya hem de dinlemeye gidiyoruz’

    Mayıs 31, 2024 Betül Çakıroğlu

    AŞK’LA DİRENMEK

    Haziran 1, 2025 Eda Büyükçapar
    Hakkımızda
    Hakkımızda

    Film, kitap, sanat, hayat ve daha fazlası için haber, röportaj, makale, podcast, güncel bilgiler içeren e-dergi.

    Email : editor@suaredergi.com.tr

    Künye

    Son Eklenen Yazılar

    Margaret Atwood’un “Kalpten” şiirleri okurla buluştu

    Aralık 3, 2025

    Sokak Sanatçıları Festivali 500 sanatçıyı Müze Gazhane’de ağırlayacak

    Aralık 3, 2025

    Yollara Düşen Sahneden Öyküler Depo İstanbul’da

    Aralık 3, 2025
    X (Twitter) Instagram Facebook
    © 2025 Tüm Hakları Saklıdır. Do Medya & Ekipbizz İçerik İşbirliğiyle hazırlanmaktadır.

    Type above and press Enter to search. Press Esc to cancel.