Uçsuz bucaksız evrenimizde, dünyaya milyonlarca ışık yılı uzaklıkta Andromeda galaksisi vardır. Bilim insanlarının hesaplarına göre yaklaşık dört buçuk milyar yıl sonra Samanyolu galaksisi ile çarpışacak olan bu galakside, Dünya benzeri bir gezegende, var olmaya çalışan bir ülkenin vatandaşıydı Nihat Bey. Ülkesi daha çok gençti ve kurucu liderlerinin kulluk sisteminden çıkarıp birey yapmaya çalıştığı fertler, “demokrasi” diye adlandırılan yeni yönetim sistemini anlayamıyor, onu kişisel çıkarları doğrultusunda kullanıyordu. Ülkedeki kıt maddi kaynaklar herkese yetmediği için de altta kalanın canı çıkıyor, feodal düzen gün geçtikçe güçleniyordu. Hatta bu durum öyle bir hâl almıştı ki bu kaynakları ele geçiren bazı fertler, kaynakları kaybetmemek adına devletin ilk kurulduğu yıllarda feodalite ve skolastik düşünceye karşı yapılan devrimleri dahi kötülüyordu. Ülkede gerçeklik kaybolmuş, fertler fakru zaruret içinde, kime ve neye inanacağını bilemeden gemisini kurtarmaya çalışıyordu adeta. Tabii bir günde değil, yıllar içinde yavaş yavaş, kimse fark etmeden olmuştu tüm bunlar. O günleri yaşamış bazı kişilerin deyimiyle ilk darbe, atalarının ölmesinden hemen sonra eğitim sistemine vurulmuş, aklın ve dürüstlüğün yerine, bayraklarına selam vermeden geçecek kuşun dahi yuvasının bozulmasını emreden, hamasi bir kolektif bilinç inşa edilmeye çalışılmıştı okullarda. Sonuçta da oyunları savaş, savaşları da oyun gibi gören, sevmenin bedeli sadece ölüm olan politik bir toplum yaratılmıştı ülkede. Nihat Bey de bu bilinçle yetiştirilmiş fertlerdendi. Küçük bir şehirde doğmuş, askerlik dışında oradan hiç çıkmamıştı. Her ne kadar şimdilerde kendini haksızlığa uğramış gibi hissediyorsa da genel olarak ülkesinden ve inandığı tanrısından memnun bir hayatı olmuştu. Zira hiç hırsı olmadığı için bugüne kadar kötülükle sınanmamıştı. Sınandığındaysa ne olduğunu bile anlayamadan sınıfta kalmıştı.
Şimdilerde emekliye ayrılmak zorunda kalan Nihat Bey, yirmi yıl boyunca yaşadığı ilin belediyesinde memurluk yapmış, beş yıl önce de gençliğinde üye olduğu partinin belediye seçimlerini kazanmasıyla hiç beklemediği bir de terfi almıştı. Beklemiyordu çünkü hem ortaokul mezunuydu ve oturacağı makamın vasıflarını karşılamıyordu hem de partiyle hiçbir bağı yoktu. Sadece gençliğinde bir dönem gitmişti, o kadar…Hal böyleyken, “Vatan benden hizmet bekler!” mottosuyla çok da düşünmeden müdürlük makamına oturan Nihat Bey, dört yıl oturduğu o koltukta çok şey gördü, çok şey yaşadı.
Üzerinden uzun zaman geçtikten sonra dahi “Keşke o gün istifa etseydim,” dediği ilk olay, yeni atandığı zamanlarda, şehre alınacak çöp konteynerlerinin ihale sürecinde başına geldi. İhaleye katılanlar arasından en uygun şirketi seçmek isteyen çiçeği burnunda idealist müdür, hiç beklemediği insanlardan beklemediği tepkiler almıştı. En başta, “Asla olmaz, bunlar bu işi yapamaz, belediyeyi zarara uğratır,” dediği şirketin sahibi, ihalenin ertesi günü odasına gelerek, “Müdür Bey, ben bu ülkenin evladıyım. Şirketim de yeni. Desteklenmeye ihtiyacım var. Biliyorum ki siz de vatanperver bir adamsınız. Buralı ve bizden sermayenin büyümesi için ülkece birlik ve beraberliğe en çok ihtiyacımız olan şu günlerde beni yabancılara ezdirmeyin. Gelin, öte dünyada tüyü bitmemiş yetim hakkının sorulmasından korkan bana verin bu ihaleyi,” demişti.
Bu konuşmayla gözleri dolan, tüyleri diken diken olan Nihat Bey, yine de kendini tutarak, istenilen paranın çok fazla olduğunu, diğer şirketin hem bu fiyatın yarısını istediğini hem de daha kaliteli malzemeler tedarik edeceğini açık açık anlatmış ve başka ihalelerde kendisine öncelik tanıyacağının sözünü vererek göndermişti adamı. Bu cevaptan hiç memnun olmayan şirket sahibi ise seçimlerde desteklediği Belediye Başkanı’na giderek durumu çözmüştü. Zira olayı öğrenir öğrenmez Nihat Bey’i odasına çağıran başkan, çok daha duygusal bir konuşma yapmış ve kendisine, “Nihat Bey, bugün bu ülke bizim gibi öz evlatları tarafından yönetiliyorsa, elhamdülillah böyle adamlar sayesindedir. Birbirimizi desteklemezsek eğer, maazallah yarından sonra vatan hainleri oturur bu koltuklara. Bizim gibi öz evlatlar da fakirlik içinde yok olur, gider,” diyerek, şimdilerde kendisinin de “ihanet” diye nitelediği ihalenin yolunu açmıştı.
Dinlediği bu çok duygusal laflarla işgal ettiği makamın öneminin farkına varan Nihat Bey, o ihaleyi istenilen şirkete verdiği gibi sonra yapılacak tüm ihalelerde de ne olursa olsun “buralı ve bizden” şirketlere öncelik tanıma kararı aldı. Lâkin bilmediği şey, kimin daha “buralı ve bizden” olduğuydu. Onu anlaması da çok uzun sürmedi… Olaydan bir yıl sonra belediyeye ait bir sosyal tesisin işletilmesi için açılan ihalede, başvuran şirketlerin hepsinin “buralı ve bizden” olduğunu gören Nihat Bey, gururla en iyi teklifi veren şirketin dosyasını başkana sundu. Eline aldığı dosyada istediği şirketi göremeyen başkan, bu sefer daha ciddi bir konuşma yaptı kendisine ve önce “Nihat Efendi, biz seninle neden hiç anlaşamıyoruz?” diye sordu. Her şeyi doğru yaptığını düşünen hatta bu yüzden takdir bekleyen Nihat Bey, şaşkın şaşkın kendisine bakınca da devam etti.
“Ben sana ‘buralı ve bizden’ adamlarla çalışmalıyız, diyorum. Sen ise her seferinde benim karşıma olmadık adamları getiriyorsun.”
“Ama efendim bu da buralı…”
Başkan, kendinden emin verilen bu cevapla, daha da sinirlendi.
“Ya kardeşim ne diyorsun sen? Bunlar bizim şehrin adamı mı? Bunlar başka şehrin adamı. Ayrıca geçen seçimde karşı partiyi desteklediler. Hem vatan haini, hem LGBT’ci bunlar. Öcücü bunlar. Bunlara para kazandıralım da çoluğumuz çocuğumuz LGBT mi olsun? Öcücü mü olsun? Öte tarafta sorulmaz mı bizden bunun hesabı?”
Öfkesi karşısında, utançtan cevap verecek hali kalmayan Nihat Bey’in boynunun büküldüğünü, gözlerinin dolduğunu görünce de onun gerçekten bu işleri bilmediğini fark ederek babacan bir tavır takındı ve “Belli ki sen bu işlerden hiç anlamıyorsun. En iyisi böyle durumlarda ilk önce bana danış! Yoksa başımıza iş alacağız,” diyerek adamcağızı uğurladı.
Böylece kimin daha “buralı ve bizden” olduğunu öğrenen Nihat Bey, o günden sonra emekli olana kadar hiç düşünmedi ve başkanı ne dediyse onu yaptı. Başkan kimi istediyse ona verdi ihaleleri. Başına hiç olmadık bela açan olaysa, artık işine alıştığı; vatana hizmet aşkıyla mesaiye koşa koşa gittiği dönemlerde askerden gelen oğlunun evlenmek istemesiyle yaşandı.
Yaşadığı fani gezegende sadece ceketi olan fedakâr baba, kıt kanaat okuttuğu evladının bu isteğiyle sevinse de karşı tarafın,kızlarının, asgari ücretli biriyle evlenmesini istemediğini duyunca hevesi kursağında kaldı. Ne yapacağını bilemeden kara kara düşünmeye başladı. Bu durum başkanın da dikkatini çekmiş olmalı ki odasına geldiği bir gün laf olsun diye sordu.
“Kaç gündür suratın asık Nihat Bey. Hayırdır belediyenin işleri mi canını sıkıyor?”
O güne kadar hiç kimseyle derdini paylaşmayan adamın yine lafı geçiştireceğini sanıyordu ama öyle olmadı. Kaç gündür çıkış yolu bulamayan adamcağız, belki çözüm bulur ümidiyle her şeyi anlattı başkanına ve hayatında ilk defa birisinden bir şey istedi.
“Hani diyorum ki başkanım… Benim oğlana belediyenin mühendislik kadrolarından bir iş ayarlasak. Yüzünüzü kara çıkarmaz. İyi mühendistir. Dereceyle bitirdi okulunu.”
Dinledikleri karşısında sorduğuna soracağına bin pişman olan başkan, istek karşısında ne diyeceğini bilemedi ve önce yine sinirlenmiş gibi yaptı.
“O ne demekmiş öyle? Eski köye yeni adet mi getiriyor bunlar? Asgari ücretli adam değil mi?”
“Haklısınız başkanım ama işte…”
“Sen oğluna demedin mi, vazgeç bu işten, sana kız mı yok, diye?”
“Denedim ama ne yaparsınız gençlik işte. Anlamıyor. Seviyorum, diyor.”
“Sonra diyorlar ki bu ülke niye hiç ilerlemiyor? Böyle geri kafalılarla nasıl ilerlesin efendim? Buyur işte örnek. Sanki memlekette mühendis olan herkes iyi para kazanacak, rahat yaşayacak. Sen ağa ben ağa, bu ineği kim sağa, değil mi efendim?”
Öfkeyle bir sonuca varamayacağını, karşı tarafa illaki cevap vermesi gerektiğini fark edince de daha münasip bir dille isteğini yapamayacağını anlatmaya çalıştı.
“Bilirsin seni severim Nihat Bey.”
“Sağ olun başkanım.”
“Senin için elimden geleni yapacağımı da bilirsin ama bu iş beni aşar. Bu iş partilik iş.”
“Nasıl efendim?”
“Bilmiyormuş gibi sorma Nihat Bey. Partinin onayı olmadan mümkünü yok kimseyi işe alamam.”
“Neden ki başkanım?”
“Nedeni mi var? İşe alınacak adamların öcücü mü yoksa LGBT’ci mi olduğunu ben nereden bileyim?”
“Aman başkanım tövbe deyin! Oğlan benim. Öyle bir şeyini görsem o saat yatırır keserdim.”
“Ben de onu diyorum işte. Seni tanıyorum ama oğlunu bilmiyorum. Belki üniversitede öyle yerlere gitti, sen görmedin. Bunu kimse bilemez. Bu yüzden parti araştırıp onay vermeli. İşin doğrusu bu. Yoksa bilmeden ne günahlar işleriz ki öte âlemde cayır cayır yanarız neuzibillah!”
“E peki ne yapacağız başkanım? Yok mu bu işin bir hâl çaresi? İnan kaç gecedir uykudan bile oldum.”
Başkan, ne dese, yalvarır gözlerle medet bekleyen adama en sonunda acıdı ve sırf gönlü olsun, nasılsa kabul etmez, diye, oğlunu ilk ihaleyi verdikleri adamın şirketine temizlik işçisi olarak aldırabileceğini söyledi. Nihat Bey çocuklar gibi sevinip ellerine sarılınca da, “Aman estağfurullah Nihat Bey! Bana değil partimize dua edin. Onun sayesinde bugün karnımız doyuyor. Öte âlemimizbile kurtuluyor. O yüzden siz de yarından tezi yok partimize üye olun. Üç beş demeden destek de olun ki evladınıza daha iyi işler bulabilin. Benim elimden gelenle yetinmeyin,” diyerek, olayı tatlıya bağladı.
Mühendislik olmasa da daha iyi bir iş bulmanın sevinciyle o gün neşe içinde evine giden Nihat Bey, oğlunun da bu habere sevineceğini düşündü. Fakat beklediği sevinci değil de “Ben mühendisim. Ne temizlikçiliği baba!” lafını duyunca küplere bindi.
“Yedi düvel bize harp açmış. LPG’cisi bir yandan, öcücüsü öte yandan… Millet iş bulamıyor, sen iş beğenmiyorsun,” diyerek, iki de sille çaldığı oğlunu, zar zor ikna etti, bulunan işte çalışmasına. Ne olduysa da bundan sonra oldu.
Aslında her şey en başta güzeldi. Nihat Bey’in oğlu girdiği işte, “En azından düğün yapana kadar çalışayım, sonrasına bakarım,” diyerek, elinden geleni yapmaya başlamış; patronu da sahibi olduğu düğün salonlarından birini, uzun vadede ödemesi koşuluyla kendisine kiralamıştı. Böylelikle “Kul sıkışmadan Hızır yetişmezmiş,” diyen babası da başına geleceklerden habersiz, borç harç düğününü yapmıştı.
Düğünden bir ay sonraydı. Sade kendinin değil, çocuğunun dahi geleceğini kurtaran partiye üye olan Nihat Bey, bir sabah yine şevkle işe giderken, sokaklarda çok pis bir koku fark etti. Dikkatlice etrafına bakınınca da kendi aldığı çöp konteynerlerinin hepsinin, altlarının çürüdüğünü ve içinde ne varsa yerlere döküldüğünü gördü. Gördüğü manzara karşısında da ne yapacağını bilemeden belediyeye koştu lâkin geç kaldı. Zira seçim hazırlıkları yapan Belediye Başkanı olayları geceden öğrenmiş ve tedbirleri almıştı. Tedbirse çok basitti: Mesul müdür, vatanın ve milletin bekası adına emekliye sevk edilerek tüm suç ona atılacaktı. Yoksa başkan da parti de seçimi asla kazanamazdı. Tabii borç harç içinde yüzen Nihat Bey, kendisinden istenen bu fedakârlık karşısında kalp krizi geçirince de çözüm, oğluyla aynı yerde işe başlamasında bulundu.
Nitekim emektar vatansever, ülkesi uğruna her türlü fedakârlığı yapan yorgun demokrat, sokaklarda temizlik yapmaya başladı. Belediye Başkanı da mitinglerde şöyle konuştu.
“Sayın hemşerilerim! Meyve veren ağaç taşlanır, demişler. Bizden önceki belediyeler dönemini biliyorsunuz. Sokaklar da belediye de pislik içindeydi. Gördünüz, biz bu dönem sokakları temizledik. Şimdi bir dönem daha izin verin de belediyeyi temizleyelim. Gelin, vatan hainlerinin, halkın iradesiyle seçilen bizlere karşı kurduğu oyunu bozalım. Gelin istikrar sürsün, şehir büyüsün!”

Kadir Horzum
Uşak doğumluyum. İlk ve ortaöğretimimi Uşak’ta tamamladıktan sonra yükseköğretimi sırasıyla; Balıkesir Astsubay MYO, Anadolu Üniversitesi AÖF İşletme ve Sosyoloji bölümlerinde tamamladım. Şu an Aile Danışmanlığı ve Yaşam Koçluğu yapmaktayım. 2020 yılında başladığım yazarlık serüvenimde “Kafamdaki Kalabalık” ve “Kalabalıktan Kalanlar” isimli iki adet kitabım Banliyö Yayınevi tarafından yayımlandı. Halen yazmaya devam ediyorum
YAZARLARIMIZDAN ÖYKÜLER


