Ebru Eren
O gece köprünün mavi kırmızı ışıklarının vurduğu, sahildeki evlerin, dükkanların, elektrik lambalarının rengarenk kıpırdattığı, üzerinde irili ufaklı teknelerin ilerlediği Boğaz’da bir şey oldu.
Ay üzerine tonlarca göktaşı abanmış gibi önce büküldü, ortadan inceldi, sonra eğilmeye başlayarak eski haline döndü. Hesapladı. Şehrin en yüksek yapısı olan iş kulesiyle arasına azıcık bir mesafe bırakarak hizalandı.
Sular ve şehir sessizleşti.
Şehrinin tamamı gözün göremeyeceği, gözkapaklarının engel olamayacağı kadar parladı ve ayın yüzeyinde farklı bir ışık göründü. Önce bir ışık huzmesi gibiydi. Daha sonra bir kadın silueti belirdi.
Üzerinde gümüş grisi tülden bir elbise vardı. Ve kızıl saçları beline kadar örülmüştü. Alnında elmastan ya da galaksideki daha değerli bir taştan yapıldığı düşünülen hilal sembollü tacıyla Selene yeryüzüne indi.
Adımladı.
Her adımında deniz dalgalandı. Balıklar suyun daha derinine saklanmak istediler. Suyun içi hareketlendi, uğultular yayılmaya başladı.
Selene bu anı uzun zamandır hayal etmişti.
O ışığın ve göksel görünün titanı Hyperion ile Theia’nın kızıydı.
Önce yapamayacağını düşündüğü anda konuşmaya başladı.
“Kardeşim Helos. Bana ışığı verdin ama ruhumu aldın. Ben hep aydınlattım ve hiçbir zaman kendi ışığımı göremedim.
Helos, ama o taca sahip olduğun an çok mutlu olmuştun dedi.
Selene gözlerini kapadı. Ellerini göğsünde birleştirdi.
“O taç artık başıma çok ağır geliyor. Benim ışığım bana ait değil. Senin parıltının ufacık bir parçası.”
Şehirliler Selene’ye ulaşmak için caddelere döküldüler. Kediler, martılar, arılar hep beraber uçtular. Yel değirmenleri döndü.
Selene aydan uzaklaştıkça karanlıkla aydınlık savaşıyor gibiydi. Şehir sıçrayarak yarı karanlık yarı aydınlıktaydı. Kırlangıçlar terse uçtu, yılanlar yeryüzüne çıktı, güve kelebekleri develerin sırtına yapıştı. Kasırgalarla taştı şehir.
Selene milyonlarca yıldır insanoğlunu izlemişti. Onun için her zaman çok gürültülü ve korkaktılar. Hep beraber hareket ederlerdi. Şu an herkes ayakta bu kaosun içinde çılgınca ilerliyordu.
Sadece çoban uyuyordu. Selene ona dokundu. Endymion uyanmadı. Uyanmasına gerek de yoktu. O andan sonra ikisi için de zaman değişti. Sadece zaman değil boyutta değişti.
Selene’nin ışığı yavaş yavaş azalmaya başladı. Ve bir gün ansızın uykuya daldı.
Ve hayal ettiği gölgesine kavuştu.
Her adımda gölgesini görüyordu. Her birinde kendi olup olmadığından emin oluyordu. Bir rüya değil gerçekle hayal arasındaki incecik bir çizgiydi.
Rüzgâr sustu.
En son gördüğü gölge konuştu.
“Artık ben sensin. Sen de benim.
Işık da biziz karanlık da.”
Selene cevap verdi.
“Artık tamız.
Varlığımız ve yokluğumuzla.”
Uyandığında Selene farklı hissetti. Selene yeryüzünde ilk kez uyumuştu. Rüyasında ışığın hiç olmadığı bir tünelde ilerlemişti.
Selene koşmaya başladı. Bastığı yerin sertliği topuklarını acıttığında bir bedene sahip olduğunu fark etti.
Hiç korkmadı. Koşmaya devam etti. Ellerini hissetti. İlk kez yeryüzüne dokundu. Parmakları kirlendi. Bunu sevmedi.
Selene artık başka bir gezegende kadındı. Artık o ışığını kaybetmiş ama gölgesiyle yüzleşmiş bir insandı. Saçlarındaki dalgalara parçalanmış elmas parçaları takılıyordu. Göğsü yukarı aşağı hızlıca hareket ediyordu.
Yavaşladı.
Yavaşladı.
Yavaşladı.
Güvercinler çok alçaktan uçtu. Kargalar içlere uçuştu.
Ay son ışığını yavaş yavaş veda ederek azaltırken Selene kalbinde bir mum yaktı.
Şehir geceye geçti. Artık gökyüzü bomboştu.
Boğazda tekrar tekne ışıkları göründü. Köprü parladı. Araba kornalarıyla başka sesler karıştı.
Yüzüne yansıyan güneşin ışığıyla denizin havasını içine çekti. Nereye ait olduğunu anlamadığı bir müziğin sesi kulaklarından içeri girdi. Ama tanıyamadı.
Selene başını eğdi. Ellerini kalbine bastırdı. Kalbinin atışını hissetti. Selene aysız bir gökyüzü altında kalbindeki muma üfledi.
O sabahtan sonra Boğaz’ın sularında hep bir ışık titredi. Göğe ya da yere ait değildi. İçinde mi dışında mı anlamayan insanoğlu görmemeyi seçti.
Görebilenler hala aynı yerde bir araya gelirler. Görünmezlikleriyle. Ortak şeyleri gördüler.
Belki artık Selene’yi kimse hatırlamıyor. Belki bazıları Selene’yi ileride tanıyacak. Selene vardı. Var olmamış olamazdı.
Selene bir süre bunları düşündü.
Çünkü bu bir masal değil.
Bu onların hikayesi sadece.
Bir kalp atışı gibi yanıp sönen milyonlarca yüz içinde o elmaslarla birlikte tüm evrene yayıldı.
O düşünmeye devam ettikçe yeryüzü hem geceyi hem gündüzü yaşadı. Mevsimlerle tanıştı.
Tohumlar da aynı elmaslar gibi ya da belki de bir galakside adını bilmediğim daha değerli taşlar gibi gökyüzüne saçıldı.
Adım adım.
Işık ışık.

Ebru Eren İstanbul’da doğdu. Üniversite eğitimini Trakya Üniversitesi Turizm Otelcilik Bölümü’nde tamamladı. Yedi yıl telekomünikasyon sektöründe çalıştı. Uzun yıllardır Türkiye’de önde gelen yaratıcı yazarlık akademilerinde değerli yazar eğitimcilerden eğitim aldı. Daha önce kolektif kitaplar ve dergilerde yayımlanmış öykülerine yenilerini de ekleyerek çok yakında kitabını çıkarmaya hazırlanıyor. Edebiyat dışında resim de bir diğer tutkusu ve bu alanda da kendini geliştirmeye devam ediyor


