Eda Büyükçapar
Radyonun loş yeşil ışığında sevgilinin hayali süzülüyordu. Fairuz’un kadife sesi, zamandan azade bir yumuşaklıkla odaya dökülüyor, “El Bint El Shalabiya”nın ezgileriyle aşkın en onulmaz köşelerine dokunuyordu. Gönül, badem gözlü bir hüznün hatırasına sarılıyor, her kelimesi içe doğru yankılanan o şarkıda aşk, bir lisan gibi değil; bir sükût gibi yaşıyordu.
“Ey Çelebi kızı,
Seni kalbimden seviyorum…
Ey kalbim, sen benim gözlerimsin…”
Kadim konağın merdivenlerinde sevgilisinin hayali dolaşıyordu. O, öylesine zarifti ki adeta aşktan, nağme salınımıyla basamakları adımlamıyordu da sol anahtarının kıvrımlarında bir melodi gibi usulca süzülerek yükseliyordu. Her adımıyla aşkın resitali notadan notaya dökülüyor, renkten renge koşan pembe sarmal bulutları harekete geçiriyor, kendisi de ahenkle aşkın melodisini göklere çıkararak dans eder gibi hâlden hâle giriyordu. Aşktan tablolar gökyüzüne asılıyor, kalplerin altınımsı anahtarı zembereğinden boşanırcasına, şekilden şekle girerek zerre zerre dağılıyor, sevdalı kalplerin üzerine bir tüy gibi konuyordu. Kuğu gibi boyunlara zarafetle hükümranlığı asılıyordu. O sanki bugüne kadar yapılmış tüm romantik valsleri tek başına özünde taşıyordu. Aşkın sahnesinde sessiz tezahüratlar bir çığlık gibi veryansın ederek içine kapanıyordu.
Şarkıdaki Çelebi kızı, hayalden gerçeğe bürünmüş, usulca şunları fısıldıyordu:
Ey Sevgili,
“Sen tek başına aşkın sol anahtarı olmalısın. Yürekler üzerinde bir anıt gibi durmalısın…
Sen sustuğunda bile, klarnetinin sesiyle içimde şarkılar başlıyor…
Her ezginle biraz daha sana tutuluyorum.”
Gramafon aşktan,
Rakslar baştan başa temaşadan…
Aşkın notası, senin soluğunla kendinden geçiyor…
Eşsiz bir melodi gibisin, sayende başı dönüyor, aşk sarhoş kalıyor.
Endamı meşkten, mahcubiyeti ezelden
Baştanbaşa ‘Aşk Adam’ ,
ruhsal cazibeni hissedenler hayran kalıyor.
Sen, zamansız ve büyüleyicisin, gece kendini ritmine teslim ediyor
Temaşanla nabızlar telaşlar içerisinde ansızın duraklıyor.
Kırılma payım kalmadı, can çekişen sevdam ismini sayıklıyor.
Yangınımı sana devrettim, sükutun etekleri tutuşuyor…
Ta şuramda gönül makamında sözlerin canı çekiliyor.
Hikayemiz baştan yazılıyor.
Madem ki “Sükût en uzun cümledir.”
O halde ”Ben, sana yirmi dokuz harfin boynunu bükerek geldim…”
yüreğin biliyor.
Derler ki, “Kitaplardan, kurslardan öğrenilemeyecek tek dil, sükûtun alfabesidir. Onun için kalbinin grameri ile susman lazım…” Bundandır; içimdeki Gülistan’ı, has bahçendeki baharistana kimsesizlikle adadım. Rüyadaydım, uyandım. Sessizlik ve gürültü hiç bu kadar aşikâr olmamıştı… Kalbim seninle konuşmayı değil, susmayı öğrendi… Ve işte o an, aşk sonsuzlaştı…
En kadim masalını ruhumda yeniden yazdı.
Bazı aşklar sözcüklere değil, sükûtun en ince telinden süzülen bir melodinin kalpte bıraktığı yankıya yazılır. Bilirsin inceden.
Ve aşk bazen yalnızca susar; çünkü sükût, kalbin en mahrem şiiridir…
Sözler yetmediğinde, aşık sükûtla konuşur; ve o zaman, masal bitmez…
Sadece derinleşir.
Derinden derinden, izbeden…
Gözlerin şiirleşir.
Masal, ebedileşir…

Eda Büyükçapar, Yedi Güzel Adam’ın memleketi Kahramanmaraş’ta doğdu. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden mezun oldu. Birçok dergi ve kolektif kitapta yazıları yayımlandı. Edebiyatı heyecan verici bir serüven olarak görüyor ve aynı heyecanla yazı yolculuğunu sürdürüyor.