Hakan Akdoğan
Belleğin karanlık labirentlerinde çizilir geleceğin haritası. Her adımımız, o labirentin duvarlarına çarpan yankılarla şekillenir. Kaybolmak, haritayı okumanın başka bir adıdır. Yolu bulmak için önce kaybolmayı öğreniriz; çünkü belleğin labirentinde ilerlemek, ancak kaybolmayı bilenlerin gösterebileceği bir cesarettir. Zaman, bu labirentin görünmez mimarıdır: Dünü yıkarken yarını örer, ama asla aynı taşları kullanmaz. Labirentin duvarlarında, geçmişin soluk izleriyle geleceğin belirsiz çizgileri iç içe geçer. Zaman, mimarın elinde bir kuyumcu titizliğiyle çalışır: Dünü parçalara ayırırken, kırılan her taşın içinden yarının tohumlarını çıkarır.
Kayboluşlarımız, aslında bu tohumları ekecek toprağı hazırlar; çünkü belleğin karanlığında saklanan her anı, bir gün ışığa ulaşmak için kök salar. Bazen bir çocukluk kahkahasının yankısı, bazen kayıp bir vedanın gölgesi…
Labirentin her dönemecinde, duvarlara çarpan bu sesler, adımlarımızın ritmini belirler. Cesaret, işte tam da o an gelir: Karanlıkta parlayan bir anıyı takip edip bilinmeze atılan adımda. Çünkü zaman, hiçbir koridoru aynı kılmaz; dünün enkazı, yarının köprüsü olur. Ve biz, ancak kendimizi o enkaza bıraktığımızda, labirentin bize fısıldadığı gerçeği duyarız: Kaybolmak, varoluşun ta kendisidir.
Belki de labirentin en büyük sırrı, onun aslında hiçbir yere çıkmamasıdır. Çünkü her varış, yeni bir başlangıcın eşiğidir. Zamanın dokuduğu koridorlar, bizi hep aynı soruya geri götürür: Anılar mı geleceği inşa eder, yoksa gelecek mi anıları yeniden yazar?
Labirentin duvarları, bu sorunun yankılarıyla titrer. Bazen bir rüyanın kırılgan ipliği, bazen bir acının sert dokusu… Her dokunuş, haritaya yeni bir leke ekler. Ama unutma: Karanlık, yalnızca ışığın henüz ulaşmadığı yerin adıdır.
Varoluş, işte tam da bu ikilemin arasında dengelenen bir ip cambazı. Geçmişin gölgeleriyle geleceğin belirsiz ışıkları arasında sallanıyor. Her adım, bir anının üzerine basılan iz; her nefes, yeni bir olasılığın kapısını aralıyor. Belleğin labirentinde kayboldukça, aslında kendi varoluşunun krokisini çiziyor insan.
Bu labirentten kaçmak değil, onunla soluk alıp vermek gerekir. Kayboluşlarımızın izleri, bir başkasının yıldız haritasına dönüşürken; zamanın mimarı, bizim de birer tuğla olduğumuzu fısıldar. Labirentin sonu yoktur, çünkü son dediğimiz şey, sadece yeni bir labirentin ilk adımıdır.
Bu yüzden yürümeye devam et. Çünkü harita, ancak yürüdükçe çizilir. Ve belki de gerçek varoluş, kaybolmayı göze aldığımız o an başlar…

Hakan Akdoğan, Hacettepe Üniversitesi ‘İngiliz Dil Bilimi’ bölümünü bitirdikten sonra Anadolu Üniversitesi ‘Medya ve İletişim’ bölümünü tamamladı. Uludağ Üniversitesi’nde ‘İnsan, Toplum ve Felsefe’ programında yüksek lisans çalışması yaptı. Sanatla Terapi ve Adli Psikoloji Uzmanlığı eğitimleri aldı. International Dublin University’de Sosyal Psikoloji alanında Master derecesi yapmaktadır. 2003 yılından bu yana birçok üniversite ve kurumda ‘Yaratıcı Yazı’, ‘Derin Okuma’, ‘Sanatla Farkındalık’ gibi konularda eğitimler vermekte, çeşitli platformlarda konuşmacı olarak yer almaktadır. Halen bazı üniversitelerde ve çeşitli kurumlarda eğitimler vermekte, yayınevlerine yayın danışmanlığı yapmaktadır. Distopya Akademi’nin kurucusudur. Nü Peride, Gölge Yaşatan, Struma, İlişmek, Varlık ve Piçlik, Kirpi Mesafesi, Kenet adlı romanları yazdı. Yunus Nadi Roman Ödülü’nü kazandı. Eserleri birçok dilde ve ülkede, yabancı okurlarla da buluşmaktadır.


