Zeynep Tezel
Her ilk ağlayış, bir mahzenin sessizliğini bozan hakikattir. Her doğum bir yeniden çıkıştır. Öyle söylediler.
Zaman, Lethe Irmağı’nın yüzeyinde ince bir sis gibi salınırken öteki taraf suskun ve belirsizdi. Henüz kendi özünü yaratmamış olan, varlık ile yokluk arasındaki eşiğe geldiğinde, mucizeye tanıklık edenler susmuştu. Rahmin karanlığı, bir mahzen gibi koruyucu ve kör ediciydi ama her karanlık da kendi kıyametini içinde taşıyordu. Ve o kıyamet, bir sancıyla başladı.
Kemikten duvarlar sarsıldı, zaman kasıldı. O küçücük beden, karanlıktan dışarı ışığın karşısına atıldı. Sessizlik bozuldu. Tıpkı yerin altındaki o mahzende yıllarca saklanıp silah yapanların, bir gün kör edici gündüze çıkarken attıkları o haykırış gibi… Underground.
Ve işte o an, ciğerlerine dolan ilk nefes, yalnızca bir canlanma değil, bir diriliş aynı zamanda kabullenişti. Henüz, kelimesi olmayan bir çığlıktı. Lethe Irmağı’nı geçenlerin, taşıyamadıkları hatıralarının çığlığı… Öyle söylediler.
Sonra da dediler ki, bebek ilk önce kalbiyle var olur. Ve Lethe Irmağı’ndan geçtikten sonra başlar bu kalp atmaya, zamanla senkronize bir nabız gibi. Ka Lash. Ka Lash. Ka Lash. Aynı, Natalija’nın suskunluğu kadar yüksek sesli bir nabız atışı. Bir işaretti bu. Bir şeyler değişiyordu ve artık geri dönüş yoktu.
“Savaş insanı değiştirir. Kimse aynı kalmaz.” Natalija.
Kalpte başlayan bu sarsıntı, uzun sürecek bir başka savaşın, birçok yalanların ilk işaretiydi. Ka Lash. Ka Lash.
Ve o bebek, Lethe Irmağı’nın sularının, rahme dek uzanıp unutturmaya çalıştığı bir illüzyonun içinden çıkıp, dünyaya düştü. Yeraltındakilere, “Savaş bitmedi ki,” demişti Marko, Hades gibi, kendi kurduğu karanlığın içinde… Unutuşun efendisi olarak. Mahzende savaşın bitip bitmediğini bilmeden yaşayanlar gibi bebek de o büyük yalanlarla yüzleşecekti. Kendini var ederken. Tüm yeni doğanlarla birlikte. Bitmeyen bir döngünün içinde, kalbiyle var olmaya çalışırken. Öyle söylediler.
Karanlığa mahkûm olanlar, bir döngüye sıkışan zamanın içinde, yarattıkları müziğin tınısında yaşadılar. Hayal ile gerçeğin kıyısında. Sonra da dünyanın tahribatını rüyalarında bile duyamayacak kadar uzak düştüler o hakikatten. Ka Lash. Ka Lash. Cigani! Juris! Boom boom. Öyle söylediler.
Yeraltından doğanlar da karanlığı yarıp mahzeni arkalarında bıraktılar ve önce kalpleriyle çıktılar ortaya. Karanlıkta atmaya devam eden bir hafıza, unutuşun içinden çarpan bir varlık olarak. Büyük yanılgı. Blacky’nin sarhoş uykusuna bile sızdı o kalp atışları. Ka Lash. Ka Lash.
“Her savaşta birileri saklanır, birileri unutur, birileri unutulur.” Öyle söylediler. Underground.
Ancak yanılıyorlardı. Blacky yüzleşmek istedi. “Dışarıda hiçbir savaş yok. Bizi kandırdılar. Bu yalan içinde yaşamaya devam edemem, ”dedi. Dışarı çıktığında, bir oyunun içine düşüp rolünü oynadı. Oysa bu durum tam olarak Styx’ten geçmek gibiydi.
Tüm bu çaba, bir daha o karanlık sığınağın eşiğine bile varmamaktı belki ama Styx Irmağı’nı geçmek, aslında savaşın ölümsüzlüğüyle yüzleşmekti. Barışsızlığa, geri dönüşsüzlüğe ve yaşamın sonuna razı gelmekti.
Ve Blacky, zihninin mahzenine kilitlendi. Çünkü yeraltı artık bir zihin haliydi. Gerçekte ise bu durum, bir ülkenin bitmeyen geçmişe saplanışıydı. Savaş, sanki domino taşları gibi tetikleyecekti ardındakileri. Sinsice, önceden yıkmaktı. Bir ön çalışma. Film setinde prova. Öyle söylediler. Underground. Ka Lash. Ka Lash.
Diğerleri, karanlığın içinden çıkanlar, minicik bir bebek gibi çaresizce yeni dünyanın ışığına gözlerini açtıklarında, o ışıkla kör oldular. Bir sonraki savaşa dek. Öyle söylediler.
“Barış ilan edildi ama biz hala silah üretiyoruz.Yeraltında savaş hâlâ sürüyor…” Kandırmaya devam etti Marko. Boom boom. Cigani! Juris!
İşte bu açıklama, etnik çatlaklarda yankılanarak büyüyen, bitmeyen savaşın sessiz ve sinsi kanıtıydı. Geleceğe açılan eşikte bekleyenlerin, düşbaz kaygılarıydı. İhtimali önceden hissedilen ancak adı konulmayan bir yarın. Bir gün bu durumun gerçekleşeceğini bilen hain oyunbazlarca planlanan bir performans.
Savaş devam ediyor! Dışarısı çok tehlikeli, biz buradayız çünkü hayatta kalmamız lazım. Marko. Yalanlar.
Mahzenden çıkanlar, yeni doğan kadar şaşkın, suskun ve çıplaktılar. Yanlış biliyorlardı. Henüz başlamamıştı beklenen asıl savaş. Sisifos’u anımsatan bir kısır döngü içindeydiler. Çıkışı, mucize sandılar. Keramet onlar için değildi. Yanıldılar. Sandıkları mucize dairesel bir yazgıydı. Üstelik savaş, zamanın döngüsü içinde kendi suretini yeniden doğuruyordu. Boom boom. Cigani! Juris!
Aynı gözü açılmamış yeni doğanlar gibi, tüm körler de aynı lanetin içinde, öfkelerin gölgesinde yaşadılar. Yaşattırıldılar. Mahzen, artık belleğin karanlık odasıydı. Unutmanın ve hatırlamanın iç içe geçtiği loş bir eşikti. Bir sonraki savaşa, etnik çöküşe dek. Boom boom. Underground. Ka Lash. Ka Lash. Müzik.
Yeraltının karanlığından fırlayarak çıkan ve çalınan her nota, dünyaya düşen bebeğin acı çığlığı gibiydi. Üstelik hayatın ve kaosun ritmini tutan bir nabız benzeri. Boom boom. Cigani! Juris!
“Savaş hiç bitmedi, sadece sahne değişti.” Öyle söylediler.
Varoluşun sancılı kaosu sinsice işlerken, kişiler de absürt bir anlamın peşinde kendi benliklerini inşa etmeye çalışıyordu. Tempo, ritim, düğün, kutlama, yalan, acı, silah… Hakikatin yerini kurmacanın aldığı, ana karadan kopan bir toprak parçası üzerinde. Çoşkulu ve hüzünlü bir müziğin eşliğinde… Boom boom. Cigani! Juris!
O notalar mahzenden yükselen hem umut hem de yeraltının karanlığında saklı kalan trajediydi. Tutkulu ve yaslı… İsyankâr ve içli…Dans eden bir halk, yanan bir ülke. Ve henüz yanacaklarını bilmeyenler… Ka Lash. Ka Lash. Ka Lash Ni… Ka Lash Ni Kov.
Işıkla yıkanan kör bir uyanıştı bu durum. Var olmaya çabaladılar, oysa hakikat ana karada kalmıştı. Sahneye çıkmışlardı, ancak çoğu rollerini bilemedi. Yeni doğan bebek de bilemeyecekti. Bir sonraki de… Bir sonraki de… Savaş ise rolünden hiç vazgeçmeyen bir figüran gibi, aynı sahnede dolaşıp durdu. Duruyor. Duracak. Hâlâ usanmadan aynı tiradı tekrar ediyor. Üstelik, varoluşun nabzına yazılmış bir döngü misali tekrar etmeye mahkûm. Boom boom. Öyle söylediler.
Dinledim onları. Ben de hepsini Kevser’e anlattım. Terastaydık. Dertleşiyorduk.
O sırada, bir bebek ağladı. Tanrılar sustu. Dünyalılar sustu. Önce toprak, sonra sessizlik dinledi, o ilk çığlık yüklü soluğu. Ardından, yarıklar, derinlikler, gölgeler, varlıklar… Hepsi ve herkes dinledi.
Çünkü her ilk ağlayış, bir mahzenin sessizliğini bozan hakikattir. Öyle söylediler.
Ka Lash Ni Kov. Ka Lash Ni Kov Ka Lash Ni Kov Ka Lash Ni Kov
Zaman geçiyor, hep aynı çılgınlık.
Srebrenica. Ka Lash. Ka Lash.
Savaş bitiyor. Hep aynı tempo.
Doboj. Ka Lash. Ka Lash.
Savaş başlıyor. Hep aynı ritim.
Prijedor. Višegrad. Ka Lash. Ka Lash. Kravica Deposu.
Savaş devam ediyor. Şimdi başka yerlerde.
Hep aynı yüksek nabız.
Hep aynı korkulu kalp atışı. Aynı yük, aynı çığlık.
Ka Lash Ni Kov. Ka Lash Ni Kov. Ka Lash Ni Kov. Boom boom. Cigani! Juris!

Zeynep Tezel, Fransız Dili ve Edebiyatı mezunu. Tahsin Yücel, Berke Vardar gibi değerli hocalarıyla geçen üniversite yıllarından çok sonra 2022 senesinde yeniden edebiyat dünyasına döndü. Varlık Yayınları, Hikâyeci gibi dergilerde, İshak Edebiyat gibi dijital platformlarda, Eylül, Dışarıda Kalanlar, Ayna Meselesi, Anne Gölgesi, İstanbullu Öyküler gibi çeşitli kolektif kitaplarda öyküleri yayımlandı. Distopya Dergisi’nin yazarları arasında yer alan Tezel, 2023 Edebiyatist Kristal Kalem Öykü Yarışması’nda kısa listeye kaldı ve seçki kitabında öyküsü yayımlandı. Yazı yazabilen kişi olmak için çabalıyor.


