Gökbanu Sezi Coşkuner
Bingo Krem, Amonyaklı… Elinde evirip çevirip baktı. Alttaki küçük yazılara takıldı gözü:
“Sabun ve kireç artıklarına karşı etkilidir.”
Güzel… Peki ya üzerime yapışıp kalmış hayat artıklarına, kirli, küflü, hastalıklı anılara da etki gösterir mi?
“Kolay durulanır. Ovalamadan temizlik sağlar.”
Nasıl yani? Ovalamadan çıkar mı hayatın pisliği? Kurtulmak istediklerin? Yaslı günlerin paslı lekeleri? Kireçli ellerin hoyrat izleri?
Ben bir Truva Atı’yım Gülhane Parkı’nda. Ne sen bunun farkındasın ne de Apollon farkında. Ne ceviz ağaçları yıkıldı ne cevizler kırıldı. Ahh, Agememnon bana neler yaptı. Denize nazır dört kişilik masada bir ben, bir gece, bir de tepemdeki pervane… Sormadı kimseler bana, “Peki ya sen nasılsın bunca yaşanandan sonra?”
O zaman size bir masal anlatayım… Hadi yerleşin rahatça yerinize. Beğenen sonuna kadar okusun, beğenmeyenin canı sağ olsun.
Bir zamanlar geceyle gündüzün arasında, küçük bir çocuk yaşardı kalabalık bir ailede, tek başına. Baobab ağaçları yoktu onun dünyasında ama kendince mutluydu diyarında. Yıldızlara bakar, hayaller kurardı. Düşler örer, anılar toplardı. Sevilirdi çocuk herkes tarafından. Olduğu kadarınca. Karınca kararınca.
Bir akşam vakti kalabalıkların içinde üç dev gördü çocuğu. Tek gözleri tepelerinde, onlar da camdan. Ta öte taraflardan. Çocuksa görmedi devleri. Diğerleri gibi. Yeni düşler peşindeydi. Hayallerini örmekteydi. İkisi yakaladılar birden kollarından. Biri tuttu suratından. Aynı anda konuştular. Tek bir ses oldular. “Sen,” dediler, “başkasın.” “Bedenin bu dünyadan olsa da ruhun bizim oradan. Sana bir ödül getirdik başka diyarlardan. Daha çok düş ör, anı topla diye sağ gözünü alacağız vücudundan.” Şaşırdı çocuk önce. Sonra sessizce kabullendi ödülünü. Ne de olsa duyan olmayacaktı haykırsa sesini. Rüya ve gerçek… hangisi hangisiydi? Hiç bilemedi. Sağ gözü cama döndü bir anda. Ruhuyla bedeni buluştu ortada. Dışarıdan bakılan dünyanın bir penceresi kapanırken, içinde kocaman kapılar açıldı o esnada. İlk başta anlamadı çocuk bunu. Bir başına hapsoldu yarı karanlığında, başını döndüren siluetler diyarında.
Önce içinde kocaman bir boşluk oluştu çocuğun. Sanki bir kara delik. Her an onu yutacakmış gibi hevesle dalgalanan. Başı sonu olmayan. Korktu çocuk karanlığından. Yalnızlığına sığındı çaresizce. Alıştığı buydu zaten senelerce. Baktı olmuyor, karanlıktan çıkamıyor, yalnızlığı ona yetmiyor, daldı karanlığın içine büyük bir cesaretle.
Gölgesiyle buluştu küçücük yaşta. Öğrendi kendi kendine kimsenin bilmediği renkleri görmeyi gölgelerin arasında. Alıştı dolaşmaya siluetlerin yansımasında. Ağaçların gövdesindeki damarları, rüzgârların en içli fısıltılarını, kalplerin atışında yankılanan en kadim acıları hissedebilmeye başladı tek bir bakışta. Her adımında, yeni düşler gördü. Bu düşleri birer masala döndürdü.
Zamanla öğrendi başka gölgeleri de kucaklamayı. Korkularıyla dost olup onlara şefkatle bakmayı. Her hüzün dalgası, içinde yeni bir kapı daha açtı: her birini aralayıp içeri baktıkça içindeki boşluk ufaldı. Saf bir sezi ışığıyla aydınlandı.Hayatın bir yolculuk, yalnızlığınınsa en büyük dostu olduğunu anladı.
Yıllar böylece geldi geçti. Çocuk orta yaşlı bir kadına dönüşüverdi. Bir gün bir sahil kasabasına tatile gitti. Bir gece yarısı, denizin kenarında, gören gözüyle baktığı, camdan gözüyle gördüğü ufuk çizgisinde aniden beliren dolunayı tüm çıplaklığıyla fark edince gülümsedi. Dalgalardan yükselen köpükler, geçmişin izlerini silerken ona şöyle söyledi: “Sahip olmak değil, bırakmaktır esas olan.” Kadın huzurla başını eğdi, ay ışığı avuçlarına değdi ve bir nehir gibi içine akıp serpildi.
O günden sonra kadın, sadece kendi hikâyesini anlatmaktan vazgeçti. Yoluna çıkan her yaralı yüreğe, kayıpların içinden doğan sezilerini gösterdi. Gölgesine dokununca parlayan ışığın haritasını çıkarıp başkalarına rehberlik etti. Kimileri ona zavallı dedi acıdı, kimileriyse bilge dedi, sevip saydı; oysa tek isteği, herkesin kendi iç gözüyle görmesine yardım etmekti.
O kadın hâlâ hayatta. Her sene aynı deniz kıyısına dönüp dudaklarında aynı fısıltıyla dolaşmakta:
“Bir gözümle görünmeyeni seçtim, diğer gözümle kalbimi ve kalbini dinledim. Kiklop olmaktansa, Kassandra olmayı, her şeye rağmen, kendim seçtim.”
Kıssadan hisse Bingo Krem, Amonyaklı… Hiçbir işe yaramaz. Sen, sen olmadıkça, küllerinden yeniden doğmadıkça, yıkıldığında ayağa kalkmaktan korktukça, yüzleşmekten kaçtıkça, karanlığına kucak açmadıkça ne var olursun ne de yok. Ovalayıp durursun kireci, pası. Sabun artıklarını. Kurtulmak istediğin kirli, küflü, hastalıklı anıları…
Amaan boş verin siz benim laflarımı. Masal bu ya, kadın konuşur böyle deli, deli deyip geçin yazdıklarımı…

Gökbanu Sezi Coşkuner, Ankara’da doğmuş, ilkokul 5. sınıfta İngilizce öğretmeni olmaya karar vermiştir. 1998’de ODTÜ İngilizce Öğretmenliği Bölümü’nden mezun olmuş, öğrencilik yıllarından itibaren çeşitli kurum ve kuruluşlarda öğretmenlik yapmıştır. 2001 yılından bu yana ODTÜ Temel İngilizce Bölümü Hazırlık Okulu’nda öğretim görevlisi olarak çalışmaktadır. Evlidir, Tılsım ve Alkım’ın annesidir. Çok küçük yaşlarından bu yana kitap, film ve yazma ile dolu bir hayatı yaşamaktadır. Birçok kolektif eserde, dijital ve matbu dergilerde öykü ve yazıları yayımlanmıştır. Ömrünü okuyarak ve yazarak geçirmekte kararlıdır.


