Sinan Cem Çamözü
David Lowery imzalı The Green Knight (Yeşil Şövalye) filmi, Sir Gawain’in klasik Ortaçağ hikâyesini alıp onu zamansız, rüyavari bir varoluş sorgusuna dönüştürüyor. Film, ilk bakışta bir Ortaçağ şövalyelik hikâyesi gibi görünse de aslında özünde bir var olma mücadelesi. Gawain’in hikâyesi kahramanlıkla değil; kendilikle ilgili. Bu bir zafer arayışı değil, “Ben kimim?” sorusunu sorma cesareti. Bu açıdan film, yıkımın mutlak son olmadığını; benliği yeniden inşa eden bir eşiğe dönüşümünü gösteren modern bir alegori olarak da okunabilir.
Filmin başında Gawain, kralın yeğeni olmasına rağmen henüz “bir şey başarmamış” genç bir adamdır. Hırsı, arzuları ve korkaklığı arasında sıkışmıştır. Yeşil Şövalye’nin meydan okuması, bu belirsiz varoluşuna bir anlam kazandırır.
Kahraman olmak istemektedir. Ancak bu kahramanlık, kendi seçimi değil; kralın ve annesinin ona yüklediği bir roldür. Gawain, kendisi olmak yerine bu rolü üstlenir.
Şimdi Kral Arthur’un sarayında geçen açılış sahnesine gidelim. Noel arifesindeyiz. Herkes bayram havasında. Derken kapıdan, bir ağaç gibi görünen tuhaf bir adam girer: Yeşil Şövalye.
“Bana bir darbe vurun, ama seneye ben de size aynısını yapacağım,” der.
Genç Gawain gönüllü olur. Bu sıradan bir meydan okuma değildir; Gawain için bir varoluş sınavıdır. Gawain adamın kafasını keser. Adam ise başını yerden alır ve “Tam bir yıl sonra görüşürüz,” diyerek gider.
Gawain’in özgür iradesiyle yaptığı bu seçim, onu artık geri dönüşü olmayan bir sorumluluğun altına sokar. Kafasını kesip her şeyin bittiğini sanan Gawain için, aslında hikâye o anda yeni başlar.
Baştan söyleyeyim: Şövalye filmi denince bol bol kılıç görmeyi umuyorsanız, yanılırsınız. Filmde neredeyse hiç dövüş sahnesi yok, aksiyon ise çok sınırlı. Ama film yine de sizi garip bir şekilde içine çekiyor. Çünkü dışarıda pek bir şey olmuyor gibi görünse de, içeride -Gawain’in içinde- çok şey oluyor.
Sözünü tutan Gawain bir yıl sonra yola çıkar. Çünkü şövalyeler sözlerini tutmalıdır. Bu yolculuk, klasik anlamda bir macera değildir; daha çok kendini sürekli bozan ve yeniden kuran bir simülasyon gibidir. Her durak, her karşılaşma, Gawain’in içinde bastırdığı ve yüzleşmesi gereken yönleri temsil eder.
Gawain’in kalkanında beş köşeli bir yıldız vardır: Pentagram. Bu yıldız, şövalyeliğin beş temel erdemini simgeler: Sadakat, dürüstlük, kibarlık, yiğitlik ve cömertlik. Ancak mesele şu ki, Gawain bu erdemlerin hiçbirinde tam değildir.
Yol boyunca bu değerlerin her biriyle sınanır. Hırsızlar korkularını, bir hayalet geçmişteki suçluluk duygusunu, gizemli bir kadın ise bastırılmış arzularını temsil eder. Anlaşılacağı üzere bu yol uzun, karanlık ve kafa karıştırıcıdır.
Sonunda ormanın ortasında bir şatoya varır. Noel havasında, sakin bir yerdir. Ev sahibi onu misafir eder ve şöyle der: “Üç gün burada kal, sonra seni Yeşil Şövalye’ye götürürüm.”
Gawain teklifi kabul eder, ev sahibi her sabah ava çıkar, Gawain ise şatoda kalır, ancak işler yavaş yavaş karışmaya başlar. Ev sahibinin karısı Gawain’e kur yapmaya başlar, Gawain başta direnir, ama sonunda kadın ona bir öpücük verir. Son gün, kadından bir de hediye gelir: yeşil bir kuşak. Kadın, “Bu seni her tehlikeden korur,” der, Gawain ise bu kemeri gizlice alır.
Üç gün geçer. Ev sahibi sözünü tutar ve Gawain’i Yeşil Şövalye’nin yanına götürür. Gerçek ortaya çıkar: Ev sahibi aslında Yeşil Şövalye’nin ta kendisidir.
Gawain’in ahlakını, dürüstlüğünü ve verdiği sözü test etmiştir. Baltayı kaldırır; Gawain’in boynuna üç kez indirir. İlk ikisinde durur. Üçüncüde yalnızca küçük bir çizik bırakır. Çünkü Gawain, yeşil kuşağı gizlediği için tamamen masum değildir. Yine de sınavı geçer, hayatta kalır ve ülkesine döner. Kahraman gibi karşılanır, adına şölenler düzenlenir.
Film sona erer belki ama hikâye zihnimizde yaşamaya devam eder: Gawain gerçekten cesur bir şövalye miydi, yoksa onu kurtaran yalnızca büyülü kuşak mıydı?
Film izleyiciye şu soruyu da bırakır: “Gerçek cesaret, korkmamak mıdır; yoksa korktuğun hâlde sözünü tutmak mı?”
Burada görüşler ayrılır. Kimilerine göre Sir Gawain sözünü tutmuş ve onuruyla geri dönmüştür. Kimilerine göre ise başarısı tartışmalıdır; çünkü varlığını yeşil kuşağın sihrine borçludur.
Benim takıldığım yer ise şurası: Bir insan, sadece başkalarının ona biçtiği rolleri oynayarak gerçekten bir yere varabilir mi? Gawain “şövalye” olmak istiyor, ama nasıl biri olduğunu bilmiyor.
Varoluşçuluk bize şunu söyler: İnsan doğuştan “bir şey” değildir; her seçiminde kendini inşa eder. Gawain’in yaptığı her seçim, onu adım adım kendisi olmaya götürür. Aslında o bir kahraman değil, savunmasız bir varlıktır.
Gawain’in finalde başını eğmeye karar vermesi… Bu sahne çok önemli. Bu bir teslimiyet mi, yoksa nihai bir özgürleşme anı mı
Bence Gawain başını eğer ve tam da o anda ilk kez “kendisi” olur.
Film sona erdiğinde, Gawain yeşil kuşağı bir daha hiç çıkarmaz. Zafer kazandığı için mi? Sanmam. Tam tersine—bir daha aynı hataya düşmemek için. Artık o kuşak, onun için bir yara izi gibidir.
Yeşil Şövalye’ye ayrıca değinmek gerekir. Pek çok film yorumcusu, Yeşil Şövalye’nin yalnızca bir karakter değil; doğanın kendisi olduğunu söyler. Ben de aynı fikirdeyim. Yeşil Şövalye, doğayı temsil eder: Meydan okuyucudur ama sabırlıdır; güçlüdür ama merhametlidir.
İnsanlar ne kadar unutur, yıkar, sömürürse sömürsün… Doğa eninde sonunda son sözü söyler. Başı kesilse bile yaşamaya devam eder. Ve sanki şöyle der: “Ben buradayım. Zamanı geldiğinde, yaptıklarınızın karşılığını alacaksınız.”
Aslında Yeşil Şövalye, yıkımın ve yeniden doğuşun döngüsüdür. Gawain ise bu döngüde yalnızca kendini keşfeden bir insandır.


