Buğra Kaleli
Gülümseme eşliğinde uyandığın bir uyku, saatlerce hazırlamak için uğraştığın mezelerin her birinin lezzetli olduğunu anladığın tadım anı, defalarca baktığın manzarada daha önce fark etmediğin yeni bir harikalığın keşfi, sürekli banttan duyduğun ezgiyi canlı canlı ve hissederek dinlemek. Ruhumu nasıl bir duygu kaplayacak merakla bekliyordum.
Direndim fazlasıyla. Sabırlı olmak konusunda epey bir yol kat ettiğim söylenebilir. Can dostum Değer söyler dururdu sürekli, ‘Nasıl dayanıyorsun Suna? Ya da neden katlanmak zorundasın?’ diye. Yaşamımın dörtte üçüne hakim bir insandı Değer. Gizlimiz saklımız yoktu hiç. Bu soruyu sadece ondan duyardım zaten. Başka kimsenin neler hissettiğimden haberi dahi yoktu.
Dayanmadım veya katlanmadım. Saatin çarklarının birbirlerinin yüklerini taşıyarak usulca dönmelerini izledim. Babaannem yemeni oyasını öyle sabırla ve özenle işlerdi ki yaptığı bu zorlu işe değil de motivasyonunu hiç kaybetmeden inatla iğneyi iple dans ettirdiği ana hayranlık duyardım. Üzerime kapanan karanlık gökyüzünü, ateş böceklerini tek tek toplayarak aydınlatabilmeyi ondan öğrendim sanırım. ‘Ben’ diye başlayan her cümle benim ateşböceğim. Birinci tekil şahsımın varlığını pek bir geç öğrendim.
Mustafa… Her şeyin sebebi. Tarihe bir milat koyarlar ya hani. İşte öyle bir yanılsama idi Mustafa. Yanılsama diyorum. Çünkü sunduğu hayat arkadaşlığının, duygularının, ömrüme kattığı insanların gerçeklikleri havada yavaşça dağılıp giden bir duman gibiydi. Belirginliklerini kaybettiler zamanla. Renkleri, kokuları, yoğunlukları gitti. Yanılsamaları kabullenmem zor oldu. Dile kolay on beş yıl bekledim intikam zehrini zerk etmek için.
En yakınımdan başladım. Pek bir bakımlıydı Mustafa. Evimizin her köşesinde devasa aynalarımız vardı. İzler dururdu kendini. Güzel bir adamdı aslında. Zaten ona kanmıştım ya en başında. Evliliğimizin ilk yıllarında aynanın karşısında birlikte dururduk. Şimdi sadece kendine bakarken mutlu. Her gün duşunu alır, saçlarına argan yağları, cildine okaliptüs. Yeni yeni oluşan kırışıklıklarını saklamak için denemediği kalmadı. Bir yıldır gizli gizli karınca yağı döktüm şampuanına. Duş jeline de bıttım özü boşalttım. Kafası kelleşti, vücudu kıllandı. Maymuna döndü istemsizce. Aynaların sayısı nedense azaldı zaman içinde.
Komşum Filiz. Oksijen yerine para tüketiyor ciğerleri. Yeni bir şey aldı mı hemen kahveye çağırır beni. Anlatır da anlatır ‘Şöyle pahalıya aldım, yok şu ülkeden getirttim, Dünya’da sadece bilmem kaç tane,’ diye. Geceleyin arabalarına et suları döktüm. Mahallenin köpekleri çok eğlenmiş. Sabahına tanınmaz haldeydi araç. Babaannemin köydeki tablo çerçevelerinden birine aile fotoğraflarını bastırıp Filiz’e hediye ettim. Antika diye de yağladım balladım. Bizimki evin baş köşesine astı oymalı ahşaptan çerçeveyi. Üç ayda tüm evi sardı tahtakuruları. Kaşınmaktan bir hal oldu hanımefendi. İyi de oldu.
Kayınvalidem Gülten. Ailesine dahil olduğumda mutlu rolünü iyi oynadı. Biricik oğullarını akrabası Seher ile evlendirmeyi istiyordu halbuki. Her hafta illa ki bir gün Seher’i evine davet edip beni de çağırırdı. Över dururdu kadını yanımda. Seher de geçmişte boş değilmişMustafa’ya karşı. Mustafa benimle evlenince umudu kesip o da birini bulmuş. İki çocuk yapıp boşanmış. Bizim olmadı çocuğumuz. En çok da buna içerledi kayınvalide. Damızlık hayvan gibi yaşadım on beş sene onun gözünde. Her fırsatta yanıma yaklaşıp ‘Yine yok mu gebelik? İstersen yardımcı olacak hocalar tanıyorum. Gidelim kızım’ diye başımın etini yerdi. Gittik bir gün gönlü olsun dedim. Amca okudu üfledi, rengini çözemediğim sular içirdi. Günlerce kustum, yemeden içmeden kesildim. Ne verdiyse artık sakalına tükürdüğüm. Acısını çıkardım ama. Kayınvalide bana geldikçe yemeğine müshiller koydum gizlice. Kıçını tuta tuta giderdi tuvalete. Bir süre sonra ayağını kesti bizim evden.
Görümcem Efsun. Ben ne kadar baskı gördüysem ailede, Efsun Hanım o kadar rahat. Gezer, tozar, eğlenir. Zengin koca bulacağım diye yıllarını verdi. En sonunda bağladı kendine ünlü bir ailenin hafif safça oğlunu. Garibim nasıl aşık olmuşsa Efsun’a gözü görmez hiçbir şey. Halbuki bilse aşiftenin neler yaptığını bu zaman kadar. Ne ocak yıkmalar, kimlerle nerelerde basılmalar. Bir gün çağırdım Mustafa yokken bize bunu. İçirdim güzelce. Yediği tüm bokları anlattırdım kafası iyiyken. Bir yandan da kaydettim sesini. Yollayıverdim gizlice müstakbel kocasına. Birkaç hafta aramamış Efsun’u. Sonra duydum ki nişanı takmış başka bir kıza. Bizimki yıkıldı. Nedenini de bilmeden öylece kalakaldı. Kaltak karı.
Mustafa’nın ortağı Engin. Kırklarını geçmiş, hali vakti yerinde, evlenmemiş, hovarda bir adamdı. Bizimki canım ortağım diye yanında getirip durur evimize. Bilmez ki yıllardır ağzının suyu aka aka bakıyordu karısına. Fırsat versem düşünmeden atlar üzerime. Yalnız kalmaya çekinirdim. Bir gün Mustafa’ya akşam yemeği için Engin’i davet etmesini söyledim. Liseden arkadaşım Hülya’yı da çağırdım. Hülya gelmeden Engin’i bir güzel işledim; ‘Yok şöyle iyi kız. Aynı benim ikizim. Huyumuz suyumuz birdir.’ falan. Büyülendi dana. Hülya ve avını baş başa bıraktık akşam. Hülya iki cilve ile aklını aldı adamın. İki aya nikahı kıydılar. Bizim hovarda Engin köpek oldu birden. Hülya cin gibi kız. Engin’in tüm malına ortak ettirdi kendini. Şimdi aklı çıkıyor boşanır benden diye. Oh olsun.
Mustafa’yı evriminin başındaki haliyle, Filiz’i kaşıntıdan kabarmış vücuduyla, kayınvalidemi bozulmuş bağırsaklarıyla, Efsun’u yalnızlığıyla, Engin’i de fayda vermez pişmanlıklarıyla baş başa bırakıp terk ettim. Yıllardır gizliden biriktirdiğim paramla ufak bir ev aldım kendime denize yakın bir kasabadan. Bir tek Değer bilir yerimi. Ayda bir uğrar, akşamları şarabımızı açıp anılardan konuşuruz.
“Ne de güzel yaptın Suna buraya gelmekle. Çok huzurlu.”
“He ya pek iyi oldu. Keşke daha önce yapabilseydim.”
“Boş ver. Zararın neresinden dönersen… Sen mutlu ol da. Gerisi önemli değil. Hak ettin bunu.”
“Mutluyum. Şu andan mutluyum.”
“Seninkileri sormadın bana hiç.”
“Bilmem. Şaşıracaksın ama hiç de merak etmiyorum. ‘Ben’ diyebilmenin keyfini çıkarmakla meşgulüm. Mesele de buymuş aslında. İntikamla tatmin olup huzurla kendi hayatıma devam etmeyi planlamıştım. Beni rahatlatanın intikam değil şimdiki zamana dair ‘An’ lar olduğunu anladım. Yeni başlangıçlar için hayatımdakilerin düşüşlerini izlemeye gerek yokmuş. Öğrendim ki; zamanın herhangi bir saniyesini ‘KENDİN’ için başlangıç olarak kabul edebilirsin. Neyi, kiminle, nasıl yaşadığın hiç önemli olmadan…”

Ankara’da doğdu. İlk ve ortaöğrenimi Ankara’da tamamladı, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sınıf Öğretmenliği Ana Bilim Dalı’ndan mezun oldu. MEB bünyesinde Sınıf Öğretmeni olarak atandıktan sonra sırasıyla Şırnak, Mardin, İstanbul ve Konya’da görev yaptı. 2022 yılında Selçuk Üniversitesi Çizgi Film ve Animasyon bölümünü kazanıp örgün eğitime başladı. 2025 yılında Pötikare Yayınları’ndan ‘Bir Dileğe Yolculuk’ ve MSE Yayınları’ndan ‘Pampas’ isimli kitapları basıldı. Öyküleri çeşitli dergilerde yayımlanıyor. Halen Konya Karatay Yavuz Selim İlkokulu’nda Sınıf Öğretmeni olarak görev yapıyor. Evli ve bir çocuk babası.


