Alperhan Benlioğlu
Telefonu çaldığında dokunmatik bilgisayarında, teknolojideki gelişmelerle ilgili araştırma yapıyordu. Boş kalan vaktini işiyle ilgili uğraşlarla geçirmeyi seviyordu. Çalıştığı polis biriminde teknoloji araştırmalarından sorumlu kişi kendisiydi. Yıllar önce yeni açılan bu kadroyu duyduğunda hissettiği heyecanı hala hatırlıyordu. Ülkenin bilim ve araştırma kurumunun emniyet için özel kurduğu istihbarat teknolojik araştırmalar birimi sürekli polis ve askerlerin kullanımına yeni ürünler sunuyordu. Emniyet bünyesinde yeni ürünleri analiz edip polislere aktarmak ve en son onay veren kişi olmak başlarda heyecan vericiyken bir süre sonra mutasyona uğrayan bir deney faresi gibi yarısı kaba bir polise, yarısı ise teknolojiye âşık bir üniversite öğrencisine dönüşmüştü. Kalın çerçeveli gözlüklerini ve her zaman aynı düzende duran kıvırcık saçlarını seviyordu. Aynaya her baktığında, onu ilk kez gören herkesin de hissettiği, teknik adam imajını seviyordu. Çevrenin yadsınamaz etkisi kendisini başlangıçtan farklı noktalara getirmekten eksik kalmamıştı. Başlarda yapılan el şakalarına ve sözde esprilere karşılık vermezken bir süre sonra kendisi de nerede ne yapacağını bilen bir adam olmuştu. Kendisindeki değişimde her zaman güven duyduğu polis dostu başkomiserin etkisi büyüktü. Hemen hemen aynı zamanlarda başlamışlardı. Diğer polislerden daha zeki daha farklıydı. Polislerle teknoloji arasında kuramadığı köprüyü onun sayesinde kurabilmişti. Hem en pislik suçluyu yere indirip paketleyecek kadar güçlü hem de kendisine anlatılan her şeyi tek seferde çözüp sonuçlandıracak kadar zekiydi. Uzun boyu, geniş omuzları, parlak kel kafası ve karşıdakinin ruhunu okuyan renkli gözleri filmlerdekini aratmayacak bir polis yapıyordu onu. Tüm teşkilatta eşiyle tanıştırdığı ve evine yemeğe çağırdığı tek kişi oydu. Karısı da başkomiseri çok sever her yemekte keyifli sohbetler ederlerdi. Polisin sahip olduğu bu gücün kendisi üzerinde de anlaşılmaz bir etkisi vardı. Bunun psikolojide bir anlamı olduğunu okumuştu derginin birinde. Eğer çevrenizdeki kişiler belli bir profildeyse siz de öyle algılanıyordunuz. Hepsinin güzel olduğu bir kız grubunda çok da güzel olmayan bir kızın da onlar gibi güzel algılanması gibi. Sokaklarda onlarla beraberken insanlar güçlü bir fiziği olmasa da ondan da çekiniyorlardı. Bu özel algıyı zekâsıyla birleştirince, kendisini sınıfın en gözde öğrencisine dönüştürmüş oldu. Yeni gelen bir ürünü o beğenmezse, birimdekilerden de hiç biri beğenmeyecek demekti. Bilim kurumu kendini çoğu kez aşarak doğrudan kullanıcıya ulaşmaya çalışsa da bir süre sonra bunun boşa bir uğraş olduğunu kavramışlardı. Bay teknoloji yoksa polisler de yoktu. Hiçbir işe yaramayan bir sürü ürünle polisleri oyalıyorlardı. Kendisine kızsalar da yıllardır yaptıkları çalışmalarda işleri daha gizli ve temkinli yürütebiliyor olmaları onun sayesindeydi. Birimlerini küçültmüş akademik hayatla birleştirmişlerdi. Ülkenin en iyi profesörleriyle çalışıyor ve uçan arabalara ramak kalmış yeni dünyada gerçekten de olmayan ürünler çıkarma peşinden koşuyorlardı. Yeni emniyet amirinin de akademik kökenli olması kendisi üzerinden olmayan başka bir bağlantı oluşmasına yol açmıştı. Mutlaka ürünleri amir de görmek istiyor, kendi onay verdikten sonra ona iletiyordu. Birkaç kez yüz yüze görüşmüşler ve adam ben de bu işlerden anlarım diyebilmek için gereksiz ayrıntılarla sohbeti katletmişti. Amirin genelde izinde geçirdiği yazın sıcak aylarını seviyordu ve telefon tekrar çaldığında yine böyle bir zamandı.
****
– Müdür Bey tatildeymiş sanırım.
– Evet buyurun, sanki ürünü bana vermek istemiyor gibisiniz profesör?
– Yok, hayır isteyip istememekle ilgili bir durum değil.
– Müdür Bey’in isteği mi?
– Tam olarak öyle diyemem.
– Bu konuşma nereye gidiyor, pek anlam veremiyorum profesör.
– Bu çalışmamız biraz daha; nasıl desem, gizli yürütüldü.
– Bu kez bir silah yaptınız sanırım.
– Sesinizdeki alayı sezsem de size hak vermiyor da değilim. Birim yıllardır atıl halde boşa kürek çekiyordu. Ama bu kez değil.
– Bu kez gerçekten işe yarar bir ürün çıktı diyorsunuz sanırım.
– Müdür Bey ilk kendisi görmek istiyordu. Proje gizli seviyesinde bir güvenlik protokolüyle yürütüldü.
– Müdür Bey size kaynak yaratmak için çok uğraştı. İşe yaramaz bir ürün çıkar diye korktuğu için gizli yürütülmesini istediğini tahmin etmek güç değil.
– Orası öyle.
– Siz bilirsiniz profesör. Ürününüzü dolabınıza kilitleyebilirsiniz. Müdür Bey yurtdışı göreviyle tatilini birleştirdi. Önümüzdeki iki ay olmayacak ve yerine vekâlet eden polistense benim fikirlerim daha çok işinize yarayabilir.
Profesör bir süre konuşmadı. Kafasında durumu tartıyor olsa da yaptığı blöfün işe yarayacağını biliyordu. Yeni geliştirdikleri ve işe yaradıklarını düşündükleri bir ürünü iki ay bekletemezlerdi. İlk kez kendisi de tuhaf bir heyecan duymuştu. Islanmayan elbiseler, suçlu bayıltan coplar ya da görüntü kaydeden düğmeler artık eskide kalmıştı. Teknolojiye alışmayan insan kalmamıştı bu devirde zaten. Yeni doğan bebekler ellerinde dokunmatik ekranlarıyla doğuyorlardı. Babalar şeffaf camları çocuğun vücuduna tutup herhangi bir sorun olup olmadığını kolaylıkla anlayabiliyorlardı. Robotunuz siz yokken evi temizliyor, buzdolabınız internete bağlanıp sizin yemek yeme analizinize ve rutinlerinize göre sipariş verebiliyordu. “Drone” hassas camlar sipariş gelince otomatik açılıyor evinize geldiğinizde özel kutusunda bozulmadan sizi bekler buluyordunuz. Emniyet için en hassas konu suçunu ispat edemedikleri ancak suçlu olduklarını bildikleri kişilerin içeri atılabilmesiydi. İnsan hakları dernekleri bu konuda hassas davranıp tamamen suçlu olduğu ispat edilmemiş kişilerin hapse girmesini kabul etmiyordu. Keşke aynı duyarlılığı suçlular tarafından mağdur bırakılan kişilere de gösterselerdi. Eğer öyle olsaydı başkomiserin ısrarla içeri atmak istediği ancak suçunu delille ispatlayamadığı o sapık başka bir çocuğa zarar veremezdi. Kendisi de başkomiserle aynı acıyı hissetmiş ve yüzünden pislik akan katilin hapse girmememiş olmasına çok sinirlenmişti. Son dönem araştırmaları ülke çapında kabul görecek bir sistem ya da bir cihaz oluşması yönündeydi. Müdürün de bu konuyu aylar önce aktardığını tahmin etmek zor değildi. Gerçekten de olmuş muydu acaba? Kimsenin kendisinden kaçamayacağı o şey gerçekten var mıydı artık. Profesörün sesiyle daldığı hayallerden sıyrıldı.
– Haklısınız. Ürünü tanıtmak ve denemenize vermek için sizi bekliyorum.
Telefonu kapattığında hem yüzünde bir merak hem de profesörü ikna etmiş olmanın verdiği mutluluk vardı.
****
Bir akşam rutini olarak eşiyle dizi izlemeyi seviyordu. Aksiyon dizilerini seviyordu. Hatta eşine bir silah edinmek istediğini söylediği bile olmuştu. Ancak ne zaman konuyu açsa eşi tatlı bir dille bu isteğini geri çeviriyordu. Hani sanki biraz ısrar etse başarılı olacakmış gibi hissettirse de henüz geri adım atmamıştı. Bilim kurgu dizilerine ise ikisinin de ayrı bir merakı vardı. Ama en çok hoşuna giden izlediklerini kendi tecrübe ve yorumlarıyla beraber konuştukları kısımlardı. Bugün kullanılan pek çok yeniliğin bilim kurguya borçlu olunduğunu düşünüyordu. En son izledikleri dizi çıtayı biraz daha yükseğe çıkartarak zamanda yolculuk ve paralel evrenler konusunu temel almıştı. Genellikle yaptığı gibi yine eşine bilgi vermeye başladı. Zamanda yolculuk olduğu zaman eğer işlerin içinden çıkamıyorlarsa olayı paralel evrenlere bağlarlardı her zaman. Bu dizide ise paralel evrenlerle yetinilmemiş aynı evrende iki kopya yaratmışlardı. Kuantum Dolanıklık ile açıklıyorlardı bu durumu. Eşine bu konuda da açıklamalarda bulunmuş birbirinden uzakta olup birbirini etkileyen iki benzer parçacıktan bahsetmişti. Ancak en sevdiği, ki bunu iş yerindeki polislere de anlatıp hemen hemen aynı tepkileri almıştı, geleceğe yapılan yolculuktu. Bunun mümkün olduğuna inanmakta zorlanıyordu insanlar. Oysaki bas baya mümkündü. Hatta ispat bile edilmişti. Yüksek hızlara ulaşabildiğinizde ya da yüksek kütleli bir çekime maruz kaldığınızda zamanınız genişliyordu. Yani ışık hızına yaklaştığınızda ya da dünyanın bilmem kaç katı büyüklüğünde devasa bir gezegene gittiğinizde. Döndüğünüzde herkesin yaşlanmış olduğunu, kendinizin ise hala genç olduğunuzu fark ediyordunuz. Polisler genelde burada ha siktir tarzı bir tepkiyle başlayıp sonra olayı farklı olasılıklara getirirlerdi. “Ne yani babamı göndersem bir süre sonra benden daha küçük mü olur?” gibi şaşkın sorulara çok maruz kalmıştı. Eşi ise konuyu daha çok romantizme getirir her durumda onu ne kadar çok seveceğinden bahsederdi. Yine de her zaman mantıklı soruları soran o olurdu. Gözlerini açıp “peki bu dizide zamanda yolculuk yapanlar kendilerini öldürürlerse paradoks olmaz mı?” diye sorduğunda yanağına bir öpücük kondurup; “o yüzden paralel evren çıkartmışlar” ya demişti. Bazen kendi de bu tarz fantastik hayallere kapılmıyor değildi. Bir solucan deliğinden farklı bir zamana gitmek farklı oluşumlarla karşılaşmak arada dünyasına yeni pencereler açmaktan hoşlanıyordu. Genelde bu hayalleri polis merkezinden şahit olduğu korkunç olayları hatırladığında sona eriyor kendinin ya da eşinin başına kötü bir şey gelmeden bir silah alma isteğiyle son buluyordu. Bir silah, diye iç geçirdi tekrar. En azından evde durmalı. Eşine dönüp “bir silah” dedi. Eşi ise sadece konuyu kapatırcasına gülümsedi.
****
Kendisine göre gereksiz olan ama kurumun asla taviz vermediği güvenlik prosedürlerini geçtikten sonra bekleme odasındaki kırmızı koltuklara oturarak beklemeye koyuldu. Bu eski bekletme taktiğini özellikle yaptıklarını düşünüyordu. Bekleme süresi arttıkça bekleyen kişinin direncinin düştüğünü ve ziyaret edilen kişiyi gözünde daha çok büyüteceğini umuyorlardı. Bu sayede toplantıya 1-0 önde başlayacaklardı. Onlar onu beklettiklerini sanırken, o ise boş zamanlarında her zaman yaptığı gibi cep telefonundan sesli kitabını dinlemeye koyuldu. Kitapta insanları yok etmek için programlanmış robot köpekler karanlık sokaklarda nefes almadan koşturuyorlardı. Dinlerken evinin içinde 5 yaşındaki çocuğuyla baş başa kalmış ve kapının dışındaki robotla olan mücadelesinde hayatta kalmaya çalışıyormuş gibi terlemişti. Tam hayali oğluna sessiz olması için yalvarıyordu ki bir an için karşısında kendisine meraklı gözlerle bakan profesörü gördü. Hikayedeki tüm dekor birbiri ardına yıkılırken adamın yüzü her saniye daha biraz daha netleşmeye başladı.
– Çok bekletmedim umarım.
– Aksine kitabın en heyecanlı yerindeydim biraz daha bekletilmeye aldırmayabilirdim.
Verdiği bu cevapla profesörün etkileyici giriş çabasının da boşuna gitmiş olduğunu hissettirdiği için mutluydu. Asansörle prototip ürünler laboratuvarına inerken tekrar gerçek konuya dönüp, bu sefer de başka bir heyecanla kımıldanmaya başladı. İçeri girdiğinde çevreye hızlı bir göz atarken duyduğu şaşkınlığı saklamadı. Eskiden ortada denemeleri yapılan pek çok ürün olurken, bu kez etraf oldukça düzenliydi. Her şeyi ortadan kaldırmışlardı. Demek ki gerçekten bir revizyon vardı kurumda. Daha pek çok yeni ürünün geleceğinin işaretçisiydi bu durum. Şimdiden kartları açmak istememişlerdi besbelli. Etrafa bakıp aklından çeşitli düşünceler geçirirken profesörün kendisine bakıp gülümsediğini görünce o da aynı içtenlikle karşılık verdi.
– Yeni ürünlerin geleceğini hissediyorum. Yanılıyor muyum?
– Evet haklısınız. Farklı çalışmalarımız var ama ne yazık ki şuan sadece birini sizinle paylaşabileceğim.
– Gerçekten heyecan yaratmayı başardınız. Sırf bunun için bile sizi tebrik ederim.
Profesör tekrar gülümsedi. Gerçekten de içinde karşı konulmaz bir heyecan vardı ve karşısındaki bilim adamının bunu anladığına emindi. Profesör boğazını temizleyerek konuşmaya devam etti.
– Başlamadan sizinle kısa bir görüşme yapabilir miyiz? Merak etmeyin tamamen cihazla ilgili
– Evet, tabi ki.
Oldukça rahat iki deri koltuğa gömüldüler. Cihazı hemen görmek istese de ürünün tanıtım sürecindeki kendisine yapılan jesti göz önüne alarak adamla iyi geçinmek istedi. Kurum isteseydi, kendini atlayıp emniyet müdürünün gelmesini bekleyebilirdi. Buna rağmen önce kendisine şans vermeleri cihaza güvendiklerinin bir göstergesiydi. Zamanında az cihazı geri çevirmemişti.
– Bir polis teşkilatı çalışanı olarak bilimle uğraşan seçkin kurumumuza olan güveninizi merak ediyorum. Ama daha da merak ettiğim şey size güvenebilir miyim?
Tam cevap vermek için ağzını açıyordu ki profesör kocaman bir gülümseme ile söze girerek lafı ağzına tıktı.
– Cevap vermenize gerek yok size güvenebileceğimi zaten biliyordum.
Profesörün kendi kendini cevaplaması ilk anda anlamsız gelmişti ama bu düşünce okuyan bir araç yapmış olabileceklerinin de bir göstergesi olabilirdi.
– Ne yani düşüncelerimi mi okuyorsunuz?
– Sayılır ama tahmin için acele etmeyin. Bu cihazı size verirsek gerçekten de test edip bize doğru bildirimlerde bulunur musunuz? En önemlisi cihazımızı polis teşkilatına kazandırır mısınız?
– Evet tabi
– Eski bir şarkı vardır bilir misiniz? Gözler kalbin aynasıdır. Yalan söylemez onlar. Aynı şekilde sizin de doğru söylüyor olmanız beni oldukça keyiflendiriyor.
– Nasıl bir cihaz bu? Yalan makinesi mi yoksa? Doğru söylediğimi nasıl anladınız?
Şüpheyle etrafına bakındı. Fark edilmeden bir cihaza mı bağlanmıştı acaba?
– Buluşumuzun sorgularda büyük kolaylık sağlayacağını düşünüyoruz. Dünya çapında genel geçerliliğini tasdik ettirdikten sonra bütün ülkelerin emniyet birimleri bu cihazı kullanacak olmaları kaçınılmaz. Ama bu o kadar da önemli değil. Bizim polisimiz karşılarındaki adamın suçlu olduğundan emin olduktan sonra gerisi boş. Yöntemime güveniyorum. Yalan makinesini kandırabilirsiniz ama benim cihazımı asla.
– Gerçekten ilgimi çekmeyi başardınız profesör.
– Biraz daha ilginizi çekeyim o zaman. Az önce bekleme odasında otururken önünüzden geçen sarışın kadının kalçasına baktınız mı?
Kitap dinlemeye o kadar dalmıştı ki sarışın kadın görmediğine yemin edebilirdi.
– Hayır. Hatta kadını bile görmedim.
– Evet görmemişsiniz. Güya tuzak kurmuştum ama teknik insanları bu şekilde etkilemek kolay değil sanırım.
Profesör kendisinin kadınlara ilgi duymadığını mı ima etmişti yoksa gerçekten de teknik biri olması konusunda iltifat mı ediyordu anlayamadı.
– Daha detaylı anlatabilmem için sizi projeksiyonun karşısına almak istiyorum.
Bu kez eliptik bir masanın yan tarafındaki ekrana yakın bir sandalyeye oturarak bacak bacak üstüne attı ve ekranda dönen logoya bakmaya başladı.
– Sizi teknik detaylarla boğmak istemem ama buluşumuzun ne kadar hassas olduğunu da başka türlü anlatmak zor.
Ekranda yaklaşıp uzaklaşan oldukça güzel, rimelli kirpikleri olan renkli bir göz belirmişti.
– Gözler… Belki de yalan söylediğimizi ilk olarak ele veren içimize açılan kapılarımız. İnsan, gözleri inanmadığı bir şey söylediği zaman irisin göz bebeğine bağlı olarak büyüyüp küçülmesi sonucu anlık bir enerji açığa çıkarır. Bunun kızılötesi bir dalga olduğunu siz de tahmin etmişsinizdir. Çok dar bir bantta belirli bir dalga. Bu hiç kimsede farklı bir enerji olarak ortaya çıkmadı. Eğer vücut yalan söylüyorsa göz bebeği çok çok ufak bir miktar değişerek irisin boyutunu değiştiriyor ve ısısında milyonda bir derece bir farklılaşmaya yol açıyor. Bu arada en büyük sorunumuz atmosfer. Açığa çıkan enerjinin büyük bir bölümü atmosferik sönümlemeye maruz kalıyor. Yine de geriye kalan ufak bir miktar ölçülebilecek kadar güçlü.
Profesör yine gülümsemesini yüzüne yerleştirerek gözlüğü çıkarttı ve masaya bıraktı.
– Çok özel bir kristal filtre ile gözlüğümüz bu değişimi algılayabiliyor. Bu algılama sonrası da gözleri kırmızı olarak gözlüğü takan kişiye gösteriyor. Bu yöntem sayesinde artık kimse adaletin elinden kurtulamayacak. Lütfen deneyin ve bana yalan söylememi sağlayacak bir soru sorun.
Şekere uzanan küçük bir çocuk gibi hızla gözlüğü eline alıp inceledi ve oyalanmadan gözüne taktı. Herhangi bir farklılık görmüyordu. Gözlerini profesöre dikerek sordu.
– Hiç kurumunuz genel müdürünün sizin yanınızda geri zekalı olduğunu düşündünüz mü?
– Hayır tabi ki de düşünmedim.
Söylediği cümleden sonra profesörün gözleri korkunç bir hale gelmiş kıpkırmızı olmuştu. İki derin kan kuyusu gibi geçirdi içinden. Görüntü gerçekten ürkütücüydü. Sanki insanın içindeki şeytan, gözler aracılığıyla kendini dışarı vuruyordu. Gözlüğü çıkardı ve gözlerini profesöre tekrar dikti. Bu kez ikisi de birbirine olabildiğince abartılı bir şekilde gülümsüyorlardı.
****
Masasının en alt çekmecesinin kilidini çözerek gözlüğü çıkardı. Bu olağanüstü icadı kullanmak için sabırsızlanıyordu. Başkomiser dostuyla konuşmuş sorguya girmek için onay almıştı. Bir süre gözlük hakkında kimseyle konuşmak istemiyordu. Sorgu öncesi olayla ilgili dosyayı alıp incelemişti. Öldürülen kadına acıyarak baktı. Gözleri çok güzel bakıyordu ve muhtemelen bir hiç uğruna öldürülmüştü. Sorgu odasında bekleyen kocasının resmini kaldırıp inceledi bu kez. At hırsızı diye tarif edebileceği bir tipti adam. Sakal ve bıyık birbirine karışmıştı. Simsiyahtı adamın saçı ve sakalı. Cildinin rengi de koyuydu ama kılların koyu tonu sayesinde en azından ayırt edilebiliyordu. Üzgünüm adamım beni kandıramazsın. Hapsi boylayacaksın diyerek keyifle arkasına yaslandı. Kapıda başkomiser belirdi. Hızla içeri girip koltuğa oturdu. Çok net bir adamdı. Bir şey yapacağı zaman sonunu asla düşünmezdi.
– Oğlum şuna bak.
Elinde küçük bir plastik şişe tutuyordu. Şişenin kapağını açınca kapağa entegre edilmiş kendinden şırıngalı olduğunu gördü. Meraklı gözlerle cevap bekler gibi baktı dostuna.
– Bunu istediğin herhangi bir kişiye saplıyorsun ve 10 saniye sonra adam mefta. Üstelik hiçbir iz bırakmıyor. Ani bir kalp krizi. İğnesi de özellikle çok ince yapılmış özel tasarım. Kurum bu ürünle beni şaşırttı. Gerçi ülkede artık herkes bıktı manyaktan, katilden. Uğraşmaya değmeyecek biri mi var sorguda. Sok gebersin gitsin. Adalet yerini bulsun fena mı? Şimdilik çok gizli yalnız! Muhtemelen de halka hiç açıklanmayacak. Atsana çekmecene ben kaybederim filan başımıza iş almayalım. Henüz kullanma yetkisini almadık
Küçük şişeyi içinde asit varmış da kırılırsa eli kolu yanacakmış gibi rahatsız bir şekilde alarak çekmeye koydu. Herkes kendi adaletini sağlamaya kalksa yolun sonu gözükmez gibi bir cümle kuracaktı ancak aklı gözlükteydi. Gözüne taktı ve seslendi.
– Hadi gitmiyor muyuz sorguya?
****
Sorgu odasında adamı görünce resimdekinden pek de farklı olmadığını düşündü. Kirli bir tip. Karısını bu hayvanın öldürdüğünden şüphesi yoktu. Gözlüğünü gözüne geçirip herife yönlendirilen sorulara verdiği cevapları izledi.
– Karını sen mi öldürdün?
– Yok amirim vallaha da billaha da ben öldürmedim.
– Yemin etme lan!
Adamın gözlerinde hiçbir değişiklik yoktu. Ne yani herif öldürmemiş mi? Acaba gözlüğün bir açma düğmesi ya da şarj ihtiyacı mı vardı? Çalışmıyor olabilir miydi? Dosyayı zihninde tarayıp adamı yalan söylemeye sevk edecek bir soru sormalıydı. Daha önce adamın birkaç kadın tarafından şikayetedildiğini ancak ufak bir ceza ile durumu kurtardığı hakkında bir not hatırladı.
– Karının sevgilinden haberi var mıydı?
– Ne sevgilisi amirim sevgilim filan yok benim.
İlk seferdeki gibi yine tüyleri diken diken olmuş sırtından aşağıya sıcak bir su inmişti sanki. Kan kuyuları yine karşısındaydı. Polisler kendisine şaşırarak bakıyor adama soru sormasını anlamsız buluyorlardı.
– Sevgilin seni satmış, karını senin öldürdüğünü söyleyen isimsiz bir telefon aldık.
– Vay şerefsiz orospu.
– Kim bu kadın, isim, telefon her şeyi yaz.
Adam denileni yaptı. Uslu uslu sevgilisini ispiyonladı. Detaylar kan dondurucuydu. Evet adam öldürmemişti ama karısından bir şekilde kurtulmak istiyordu. Sevgilisi ise istediğini almak için gözünü bile kırpmamıştı belli ki. Kadıncağız boynuna yediği bir bıçak darbesiyle hayata gözlerini yummuştu. İçinden bu adam için mi diye geçirmeden edemedi. Adam sinir boşanması yaşamış bir şekilde olaydan yırtmak için kadınla ilgili her detayı sıralamaya başlamıştı. Söylediklerinin hepsi gerçekti ve gözlük gerçekten de yanılacak gibi durmuyordu. Daha fazla durmak istemeden polislerin meraklı bakışları arasında odayı terk etti. Gözlük kendisine inanılmaz bir özgüven vermişti. Sanki istediği silahın yerini almıştı. Onu yanından ayırmak istemiyordu her saniye insanların içini görmek heyecanıyla yanıp tutuşuyordu.
****
Bir ev rutini olan televizyon izlemek aktivitesi için yine rahat koltuklarında yerlerini almışlardı. Ellerinde şurupla tatlandırılmış sıcak kahvelerini içerlerken bir yandan da eşiyle filmi yorumluyorlardı. Filmdeki başrol intikam için düşmanını kaçırarak evinin iki kat altındaki bodruma kilitlemişti. Tüm bunlar 3 boyutlu olarak önlerinden akarken eski filmleri gözünün önüne getirdi. İlkel zamanlar olarak adlandırdığı teknoloji devrimi öncesi filmlerde böyle sahnelerde mutlaka bir kesici alet olurdu. Filmin kahramanı bu aletlerle işkence yapar ve seyirci de bolca kan görürdü. Saçma diye geçirdi içinden. Şu an izledikleri sahnede ise adam elindeki küçük kumanda ile hapisteki kurbanın beyin sinyallerini bozuyordu. Bu sadece beynin kaslara verdiği komutları karıştırıp adamı yere düşürmüyor aynı zamanda düşüncelerini de bozuyordu. Bu sinyallere maruz kalan kişi ne kadar isterse istesin en sevdiği kişileri bile gözünün önüne getiremiyordu.Karakterlere o kadar odaklanmıştı ki gözlüğünü takıp onların yalan söyleyip söylemediklerini anlamak istedi. Sonra kendi kendine güldü. Gözlükten eşi dâhil kimseye bahsetmemişti. Tanıştıkları günden bu yana kendisine bir kere bile yalan söylememiş eşine sonsuz güveni vardı. Bir kere bile ona gözlükle bakmak aklına gelmemişti. Kendisi hayal âleminde dolaşırken hiç durmadan bir şeyler anlatan eşine döndü ve dinlemeye gayret etti.
– Canım yarın tabletimi tamir ettirirsin değil mi? Bak çok önemli. İşim çıktı filan diyerek kalma sonra iş yerinde
– Yok kalmam, planı yaptım öğleden önce çıkıp hallettireceğim.
– Erken biterse istediğim birkaç kozmetik ürün var onları da alırsın değil mi?
– Olur bir bakayım da ne kadar sürecek. Böyle olursa bütün öğlen iş yerine uğrayamam.
– Karıcığın için bir öğleni feda etsen ne olur? Kahraman arkadaşların sensiz de idare ederler merak etme.
– Tamam peki. Sen? Sen ne yapacaksın yarın?
Bu soruyu neden sordu bilmiyordu. Sanki içinden bir şey istemsizce dürtmüştü onu. Karısı:
– Hiç. Evdeyim. Kızlar uğrayacak, ondan çıkamam bir yere diye senden istedim.
Karısının cümlesinde istemsizce bir huzursuzluk hissetti. Sanki gözlerinde ışık yanıyordu. Bu gözlük işini çok abartıyorum diye iç geçirdi. Böyle giderse kafayı yiyip kimseye güvenmemeye başlayacağım sanırım. Yatmaya hazırlanıyorlardı. Dişlerini fırçaladıktan sonra gözlüğü ceketinin cebinden çıkartarak unutmamak için ayakkabılığın üzerine bıraktı. Birkaç saniye durduktan sonra gözlüğe baktı. İstemsizce gözlüğü gözüne takıp eşine doğru yürüdü. Yatağa yeni uzanmış telefonuyla sosyal medya turuna çıkmıştı çoktan. onu görünce kafasını telefonundan kaldırıp hafifçe gülümsedi.
– Yarın hangi kızlar geliyor?
– Bizim ekip işte, neden sordun?
– Hiç merak ettim sadece.
Gerisin geri döndü, gözlüğü gözünden çıkartıp yavaşça az önceki yerine bıraktı. Yatağa girerken az öncekine göre oldukça keyifsizdi. Keşke gözlüğü takmasaydım diye mırıldandı. Az önce karısının yanına yatacakken şimdi ise kanlı gözleriyle kendisine bakan bir şeytanın yanına yattığını düşünüyordu.
****
Geceyi çok huzursuz geçirdiği için hemen ofise girmemiş, önce yan taraftaki pastanede bir tost yiyerek kendine gelmek istemişti. Bir yandan sıcak çayıyla tostunu yerken, bir yandan da üzerindeki yorgunluğu atmak istiyordu. Sabaha kadar boş yere düşündüm diyerek kendini telkin etti. Mutlaka bir açıklaması vardı eşinin yalan söylemesinin. Akşam sorar öğrenirim nasılsa diyerek yarım bardak çayı bir seferde kafasına dikti ve tostunu da elini alıp ofisin yolunu tuttu. İnternetten teknolojik araştırmalar yaparken zamanın nasıl geçtiğini anlamamış öğlen olduğunu çalan yemek ziliyle fark etmişti. Pek iştahı olmadığı için bozuk tableti yanına alarak ofisten ayrıldı. Merdivenin yukarısından kendisine bakan başkomisere tableti göstererek tamir ettirmeye gidiyorum işaretleri yaparak binadan ayrıldı. Tamir düşündüğünden de uzun sürmüş, o sırada gözlerini kapatıp yine sesli kitaplara gömülmüştü. Karlı soğuk bir hikaye dinliyor, kendini hikayede şöminenin önündeki tüylü posta yatmış karnını okşayan hamile kadın gibi hissediyordu. Hikâyeye öyle kaptırmıştı ki kendini ister istemez ürperdi. Ceketine sıkıca sarılırken gözlerini açıp tamir ne alemde der gibi baktı.Gelirken gözlüğü yanına almadığına çok pişman olmuştu. Her ne kadar tamir ücretleri standart da olsa kandırılıp kandırılmadığını anlayabilirdi. Neyse diye kendini avuttu, en azından ofise dönüp alışveriş öncesi gözlüğü hemen alabilirdi. Gözlük yavaş yavaş onun kıymetlisi olmaya başlamıştı. Umarım kısa zamanda kafayı gözlükle bozmam diye düşünerek tekrar hikâyeye döndü. Tamir bittiğinde birkaç saatin uçup gittiğini üzülerek fark etti. Fazla oyalanmadan gözlüğü almak için yola koyuldu. Arabasını açık otoparka bırakmış iniyordu ki eşini binadan çıkarken gördü. Önce benzettiğini düşünerek öylece bakakaldı. Sonra bir an inip sesleneyim diye düşündü. Hızlıca telefonuna baktı. Gelen bir çağrı yoktu. Eşi polis merkezine onun için gelmemişse ne için gelmiş olabilirdi? Bu iş giderek daha gizemli bir hal almaya başlıyordu. Kimseye hiçbir şey sormamaya ve sır perdesini kendi aralamaya karar verdi. Bir süre daha arabada kalarak eşinin gittiğinden emin olduktan sonra koşarak merkeze girdi. Girişteki görevli kadına eşinin adını soyadını söyleyerek kayıtlardan kim için geldiğine bakmalarını istedi. Duyduğu cevap gördüklerinden daha şaşırtıcıydı. Başkomiser! Eşi yakın dostunu neden ziyaret etmişti? Odasına girip gözlüğü aldı ve gözleriyle etrafı tarayarak aşağı doğru inmeye başladı. Beklenen karşılaşma umduğundan daha çabuk gerçekleşmişti. Komiser karşısındaydı ve daha ağzını açmadan o kendisine seslenmişti. Söylediği her cümlede gözleri daha da kırmızılaşıyordu sanki. Ya da ona öyle geliyordu ama gerçek olan bir şey varsa o da gözlerin kırmızı olmasaydı. En yakın dostu gözlerine bakarak yalan söylüyordu.
****
Hayatının en boş gözlerle izlediği filmini izlemişti. Yalnız kalmak istese de bunun dikkat çekeceği ihtimali üzerine bundan vazgeçmiş ancak eşinin sevmediği sert filmlerden birini seçmişti. Bu akşam izleyeceği filme kafa yormak istemese de filmdeki boksör kendini daha çok düşünceye sokmuştu. Boksör kazandığını bütün maçların ayarlanmış olduğunu öğreniyordu. Her şeyin sahte olduğunu. Tıpkı kendi durumunda olduğu gibi. “Yarın bu işi çözeceğim, bir gece daha böyle geçiremem” diye tekrar ederek uykuya daldı. Düşündüğünün aksine hiç rüya görmemişti. Hızlıca ofise giderek neler yapabileceğini düşünmeye başladı. Arkadaşıyla konuşabilirdi ama yalan söylediğini anlarsa nasıl tepki vereceğini kestiremiyordu. Kaldı ki eğer olay korktuğu gibiyse doğru söylemeyecekti kendisine. O gün başkomiseri her zamankinden daha şık görünce şaşırdı. Saçlarını taramıştı ve oldukça bakımlı duruyordu. Bir süre sonra adam ortadan yok olmuştu. Kafasında düşünceleri geçirirken bir anda olduğu yerde kaldı. Karnında başlayan ağrı bütün vücudunu gezmiş kafasında durmuştu. Yerinden fırladı ve gördüğü herkese onun nerede olduğunu sordu. Dışarı çıkmıştı. Bu iş kabak tadı verdi diyerek son sürat evinin yolunu tuttu. Sokağa girmişti ki sert bir fren yapıp arabayı kenara çekti. Başkomiserevden çıkmış ve arabasına atlamıştı. Kusacak gibi oldu. Önce sinirle direksiyonu yumruklasa da sonra sinir boşanması yaşayıp ağlamaya başladı. Ne yapacağını bilemeden bir süre durdu. Kendine gelmek için bekledi. Eve gitmeyi en sona bırakacaktı. Emniyetin yolunu tuttu. Gözlüğünü gözüne taktı ve odasında merkezin en güzel kızı olan sivil memurla adamı gülüşürken buldu. Kadın ağzı açık sırıyordu. Kaç kişiyi aynı anda idare ediyorsun be adam diye geçirdi içinden. Odaya girdiğinde ikisi de gülmelerini hızlıca kesmişlerdi. Sanki fark edilmemesi istedikleri bir durumu saklar gibi bir halleri vardı. Kızın odadan çıkmasını beklemeden doğrudan soruyu sordu:
– Başkomiserim, bugün bir kadınla beraber oldunuz mu? Daha açık sorayım bugün biriyle yattınız mı?
Soruyu karım diye sormak istemişti ama soramamıştı. Soruyu sormasıyla içinden dua etmeye başladı. Adamın gözlerinde görmek istemediği renk olmasın istiyordu. Ama başkomiser şaşkın bir tavırla hayır dediğinde gözleri kan kırmızıydı.
****
Kapıdan dışarı çıkıp odasına doğru yöneldiğinde, tüm eksenlerde hissiyatını kaybetmişçesine başı dönüyordu. Merdivenleri çıkarken duyduğu uğultu mide bulantısına eşlik ediyordu. Savaş filmlerinde bomba patladıktan sonra zamanın donduğu, kulakların çınladığı bir an vardır. Şu an tam da o anın içindeydi. Merdivenin ilk kısmını bitirip diğerine yönelmeden, az önce çıktığı kapıya son bir bakış attı. Odadaki kız aceleyle peşinden dışarı çıkmış, meraklı ve utangaç bir ifadeyle kendisine bakıyordu. Hani sanki o da biliyordu da “Sen nasıl öğrendin?” demek istiyordu. Odasına girdiğinde bulantı yerini korkunç bir sinir krizine bırakmıştı. İçindeki vahşi köpek tasmasını koparmış, bahçeye gizlice giren hırsızı yok etmek için harekete geçmişti. Çekmeceyi açarak, daha önce başkomiserin kendisine verdiği, O’nun tabiriyle “delil bırakmayan”, zehiri aldı. Yıllardır savunduğu tüm düşünceler yerini kötü hislere bırakmışlardı. “Adalet” diye geçirdi içinden. Evet, adalet bu sefer kendisi tarafından sağlanmalıydı. Az önce kulaklarındaki uğultuyla tırmandığı merdivenleri, bu sefer kararlı adımlarla geri indi. Odanın kapısını sertçe açıp yine aynı sertlikle kapattı. Sözde dostu kendisine arsızca gülümsüyordu.
– Valla senden korkulur, nasıl anladın? Keşke hatunun yanında sormasaydın.
Cümlesini belli belirsiz tamamlamıştı ki, birden ona sarılır gibi yapıp iğne ile bütünleşik içi zehir dolu kapağı sırtına sapladı. Acıyı hissetmenin verdiği ifade, şaşkınlıkla birlikte karışırken başkomiserin şişede ne olduğunu hatırlamasıyla şok ifadesine dönüşmüştü. Bu ifade, adamın son nefesini verip masaya yığılmasına kadar suratında donup kalmıştı. Sandalyenin arkasında durarak cesede, bu kelimeyle tanımladı çünkü artık dostum diye düşünmek istemiyordu, tiksinerek baktı. Kesin olarak öldüğünden emin olunca kafasını yavaşça kaldırdı. Bu sırada duvardaki takvimi gördü. İstemsizce gülümsedi. Bugünün tarihi kalın kırmızı bir kalemle yuvarlak içine alınmıştı. Başkomiser sanki kendi ölüm tarihini hissetmiş ve unutmamak için işaretlemişti. “Üzgünüm” diye iç geçirdi. “O önemli işin neyse artık yarım kalacak”. Adalet sağlanmıştı ancak henüz eksik olarak. Şimdi ara vermeden geriye kalan eksik kısmı tamamlamalıydı.
Arabasına atlayarak son sürat evinin yolunu tuttu. Zehir şişesini bir el bombası tutar gibi dikkatli, üstelik bir saniye bile bırakmadan taşıyordu. Elleri terlemiş ve bu ter kısa sürede bütün vücudunu sarmıştı. Eşi kapının önündeydi. Kendisini görür görmez içeri koştu. Kaçınılmaz akıbetini anlamış olmalıydı. Arabadan indi ve evin kapsına doğru koşarcasına hızlı adımlarla yürüdü. Kapıya birkaç adım kalmıştı ki eşi bir hediye paketiyle tekrar belirdi.
– Sürpriz! İyi ki doğdun canım kocacığım. Niye erken geldin? Tüm sürprizi bozuyordun az kalsın.
Kutuyu aceleyle eline tutuşturdu. İstemsizce tuttuğu ağır kutuyla ne yapacağını bilemeden kaldı. Zar zor ölüm şişesini ceketinin cebine attıktan sonra duygusuz bir ifadeyle kutuyu beceriksizce açtı. Eşi meraklı gözlerle ve heyecanla ona bakıyordu. Kutuyu açtı. Kocaman bir tabanca özenli kutusunda kendisine bakıyordu. Kadın devam etti.
– Sanırım sürpriz yapmak için en zor hediyeyi seçmişim. Ama çok istiyordun diye de bir şekilde halletmek istedim. O kadar çok işlem varmış ki yapılacak. Neyse ki emniyette çalışıyorsun da evrak işlerini halledecek bir dostumuz var.
Bunu göz kırparak söylemişti. Konuşmasına devam etti:
– Günlerdir buna uğraşıyor adamcağız. Silahı da o alıp getirdi eve kadar. Benim kadar onun da hediyesi. Beğendin değil mi? Bana kalsa almazdım sana silah, sana da aldırmazdım ama ikna etti beni başkomiser. O da davetli akşam burada olacak. Ama madem erken geldin biz önden yapalım kutlamamızı. Hadi at artık üzerinden şu şok ifadesini de gel içeri. İyi ki doğmuşsun canım kocam benim.
Karısının elinden tutarak, beş yaşındaki uslu bir çocuk gibi, eve girdi. Kutuyu yere koydu ve hiç ağlamadığı kadar durmaksızın ağladı.

Alperhan Benlioğlu, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Fizik Bölümü ve Anadolu Üniversitesi İktisat Bölümleri’nden mezun olduktan sonra kariyerine Hacettepe Üniversitesi’nde MBA ile devam etti. Aselsan’da 12 yıl Proje Yöneticisi olarak görev yaptıktan sonra, kariyerini Prowin Danışmanlık’ta Genel Müdür Yardımcısı olarak sürdürüyor. Sinema ve edebiyat ile yakından ilgileniyor. “Sihirli Maceralar Kitabı”, “Bal Porsuğu Uzaylılara Karşı” ve “Hindistan Cevizine Ne Oldu?” isimli üç çocuk kitabı bulunuyor. Bugüne kadar şiir ve hikayeleri 10’un üzerinde farklı kolektif kitapta yer alırken, yazmaya devam ediyor.

