Buğra Kaleli
Altı yaşındayken izlediği bir filmde, birbirine koşan iki insanın neden bu kadar yavaş hareket ettiğini merak etmişti Selvi. Film, baştan sona olağan hızıyla ilerlerken bir anda yavaşlayabiliyordu. İleride bunun sinemada bir teknik olduğunu öğrenecekti.
Şimdi aynı akış hızında yaşamakta olduğu deneyim zihnini alt üst etmişti. Terden sırılsıklam olmuş vücudu, laktik asitle boğulmuş kasları, gözlerini alan stad ışıkları, artık pek de ayırt edemediği bağırış-çağırışlar… Göğsünün altındaki sıra numarasının yazıldığı kağıt, yapışkan özelliğini kaybettiğinden çenesine doğru çarpıp duruyordu. Yüz ellinci metrede sağ ayağına gereğinden daha fazla yüklenmiş, bunun sonucunda oluşan ağrıya yarışın geri kalanında katlanması gerekiyordu. Son yüz metreye girerken nefesini kontrolsüzce kullandığını fark etti. En kötü his o zaman sarmıştı bedenini; galiba kazanamayacaktı.
Bitiş çizgisine yirmi metre kala önünde ivmelerini daha da artıran iki koşucu vardı. Yutkundu. Sol tarafına doğru baktı. Örgü saçı sırtına çarpa çarpa ilerleyen rakibi ile göz göze geldi. Bir üst tura çıkmak için üçüncü olması yeterliydi. Üç yüz seksen metresine ter akıttığı yarışın anlamlı olabilmesi için kalan yirmi metreyi aynı tempoda gitmesi gerekiyordu. Tek sorun vardı; gücü tükenmişti.
Zaman şaşırtıcı bir şekilde yavaşlamıştı. Kalbine pompalanan adrenalin seviyesi heyecanını yükseltse de etrafındaki ayrıntılara öylesine dikkat kesiliyordu ki başı-sonu bulunmayan bir zaman boşluğunda sürükleniyor gibiydi.
Hatıralarına göz gezdirdi; her zamankinden daha yavaş ilerleyen benzer akışlara… Üniversite birinci sınıfta, isteksiz ama merakla yönlendiği ilk aşk öpücüğündeydi şimdi. İnsanlar öpüşürken gözlerini neden kapatır? Selvi kapatmamıştı. O kısacık anda karşısındaki suratın tüm kırışıklıklarını saydı, tüm siyah noktalarını tespit etti, kirpiklerin açılı duruşunu ve çatlamış dudakların suya muhtaçlığını inceledi. Düşündü ki gözlerini kapamak gerçekten mantıklıydı.
İlk uçak yolculuğuna gitti. Yüksekte, kontrolün kendindeolmadığı bir andaydı. Koltuğun bedenini kucaklarcasına verdiği rahatlık, kalkış sırasında yerini tedirginliğebırakmıştı. Tekerleklerin yerden teması kesildiğinde midesinden yukarı akın eden garip his pek hoşuna gitmedi. Etrafına baktı. Uçaktaki herkes boşlukta süzüle süzüle sakince gidecekleri kısma ulaşmayı umut ediyorgibilerdi. Cam kenarında oturan orta yaşlı kadın elinden gelse uçağın kanatlarını çırpıştırıp daha hızlı havalanması için uğraşacaktı. Kalkış, bir buçuk saatlik uçuşun ufacık bir bölümü olmasına rağmen yolculuğun başrolündeydi.
Spor Akademisi’ne giriş sınavının sonuçlarını öğrendiği an aklına geldi. Parmakları birbirine dolaşırcasına kimlik numarasını tuşluyordu avucundaki telefonda. Tepesinde heyecanla bekleyen anne ve babası, umursamaz haldekoltukta yayılmış 14 yaşındaki kardeşi, televizyonda kimsenin ilgilenmediği 70’lerden kalma bir Yeşilçam filmi, masanın üzerinde kahvaltıdan arta kalmış birkaç tabak. Sonuç ekranı karşılarına gelene kadar mekandaki her nesne-herkes zamanın ipinden kurtulmuş, öylece duruyorlardı.
Son on metre… Arkasındaki yarışçının adım sesleri artık nefesinin sesi ile birleşmişti. Bacaklarındaki yanma hissi göğüs kafesine doğru yayılıyordu. Gücünün son damlalarını kana kana içiyordu. Bu sırada zihni ağır çekim anlarında dolaşmaya devam ediyordu.
Aracının direksiyonuna ilk geçtiği an, sonunu baştaki birkaç kelimeden anlamasına rağmen yine de okumaya devam ettiği ilk ayrılık mesajı, ilk içkisinin damağından yemek borusuna süzülüşü, apandisit ameliyatında verilen narkozdan sonra 10 dan geriye sadece 4 e kadar saymayı becerebildiği an, iç çamaşırındaki kırmızı lekeye ilk şahit oluşu, kardeşinin motosiklet kazasından sağ çıkamadığını duyduğu telefon görüşmesi…
Tümü kendilerinden önceki yaşamı sonlandırıp bambaşka bir geleceğe açılan başlangıçlar olmuştu. Yaşam bir nehirse, suyun akıp akmadığı ancak çarptığı kayalar varsa fark edilebilirdi… Slow motion anlar insanlığın kayalarıydı.
Bitiş çizgisinde başını öne doğru uzattı. Gösterdiği son çabanın karşılığını aldı; üçüncü olmuştu. Dört yüz metre boyunca attığı adımları, vücudunun adımlarla gösterdiği ahengi, rakiplerinin duygusuz ve tamamen motive bakışlarını, yorgunluğunu bir anda unutuverdi. Bitmişti. Yeni bir başlangıç hissi tüm evrenini doldurdu…

Ankara’da doğdu. İlk ve ortaöğrenimi Ankara’da tamamladı, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sınıf Öğretmenliği Ana Bilim Dalı’ndan mezun oldu. MEB bünyesinde Sınıf Öğretmeni olarak atandıktan sonra sırasıyla Şırnak, Mardin, İstanbul ve Konya’da görev yaptı. 2022 yılında Selçuk Üniversitesi Çizgi Film ve Animasyon bölümünü kazanıp örgün eğitime başladı. 2025 yılında Pötikare Yayınları’ndan ‘Bir Dileğe Yolculuk’ ve MSE Yayınları’ndan ‘Pampas’ isimli kitapları basıldı. Öyküleri çeşitli dergilerde yayımlanıyor. Halen Konya Karatay Yavuz Selim İlkokulu’nda Sınıf Öğretmeni olarak görev yapıyor. Evli ve bir çocuk babası.


