Hakan Akdoğan
Perdeler ağır. Kırıntılar, işaret. Nokta: bir karadelik. Yazıyı yutar. Gölgeler, sonraki cümleyi bilir. Son, bağırmaz. Bir not gibi bekler. Dolabın yanında. Fark edilene dek. Evi taşır içeri. Çekmece kapanır. Not düşer. Bitiş budur: Eşyanın yeri değişir. Cümlenin yürüyüşü aksar.
Kendi kendine konuşma başlar. Yalpalamak, dağılmak değil. Toparlanma provası.
Son, çoktan gelmiştir de beklemektedir sandalye gölgesinde. Masanın kıpırtısız kıvrımında. Sessizliğin tam oturduğu yerde. Göğüste nefes yarım kalır. Eşikteki yan duran ayakkabı gibi. Kalp, eski bir saat. Tekler. Anlamı yoktur bir yerden sonra atmanın. Gövdede bir boşluk büyür. Her şeyi içine çeker. Ve işte… Gölgelerden bir kıvrım açılır. Son, başka bir şeyin kabuğudur. Sandalye gölgesi uzar. Yerde bir yol çizer. Dışarıya doğru değil. İçerdeki, başlamamış cümleye.
Hiçbir şey bitmez. Çünkü hiçbir şey gerçekten başlamaz.
Saat ilerlemez. Anlamı kayar. Anlam kaydıkça da şimdi, az önceye sızar.
Hiçbir şey ilerlemez. Çünkü ilerlemek, doğrusal bir masaldır.
Gölgemiz uzadıkça, varlık küçülür.
Bitiş bir bardak kırılmasıdır; ses kısa, keskin, durudur. Parçalar yere saçılır, ince bir haritaya dönüşür. Başlangıç nane kokusudur. Koku uçar, cam kalır. Kalan, kesiktir.
Saat ilerlemez; biz ilerlediğimizi söyleriz. Anlam kayar; biz yakaladığımızı sanırız. “Şimdi” dediğin, az öncenin sızıntısıdır. Perdeler ağırdır, pencere açılmayı unutmuştur. Gölge hareket eder, sen küçülürsün. Bir adım daha atarsın ve anlarsın: adımlar ileriye değil, geçmişin içine batar. Yürüdükçe göğsünde bir boşluk büyür; eksik değildir o, zemindir.
Ev kendi sesini dinlerken, dolabın yanından düşen not sabırlıdır. Çekmece kapanır, tırnağın sıkışır; bitiş böyle öğretir: her kapanış, iz bırakır. Eşyaların yeri değişmez, sen yerinden kayarsın. Cümlenin yürüyüşü aksar; dil tökezler, suskunluk devreye girer. Susmak dağılmak değildir; maske düşer, çıplaklık üşütür. Üşüme ısınmadır; nerede bittiğini orada fark edersin.
Başlangıç gürültü istemez. Ampul titrer, buzdolabı uğuldar, lavaboya su damlar; bütün bu sesler bir tür nabızdır. Bir nefes yarım kalır, bir kalp tekler, bir ayakkabı eşikte yan durur. Yön, bu küçük kusurlarda saklıdır. Kapağı buharla titreyen bir tencere kadar basittir başlangıç; kısa, mavi bir alev gibi. Bir dakika sonra alev söner; ama boşluk yerinde durur. Boşluk zemindir.
Hiçbir şey bitmez; çünkü hiçbir şey gerçekten başlamaz. Başlarmış gibi yapılır, biter gibi susulur. Arada kalan o esnada —eşikte, gölgede, masa örtüsünün kıpırtısız kıvrımında— hayat dikiş atar. Dikişi sökmeye çalıştıkça daha sıkı tutar.
Son, sandalye gölgesinde bekler; başlangıç, nane kokusunun artık olmadığı yerde usulca tutunur. Biz sızıntıyız: zamandan içeri doğru süzülen ince bir iz. Yine de yürürüz. Çünkü yürümek itirazın bedenidir; bitişe karşı, başlangıca rağmen, ikisine birden. Her adımda bir şey biter, her solukta başka bir şey başlar. Bunu bilmek yetmez; o ânı taşımak gerekir. Taşıdıkça hafiflersin. Hafifledikçe iz kalır. İz kaldıkça, yol yeniden başlar.

Hakan Akdoğan, Hacettepe Üniversitesi ‘İngiliz Dil Bilimi’ bölümünü bitirdikten sonra Anadolu Üniversitesi ‘Medya ve İletişim’ bölümünü tamamladı. Uludağ Üniversitesi’nde ‘İnsan, Toplum ve Felsefe’ programında yüksek lisans çalışması yaptı. Sanatla Terapi ve Adli Psikoloji Uzmanlığı eğitimleri aldı. International Dublin University’de Sosyal Psikoloji alanında Master derecesi yapmaktadır. 2003 yılından bu yana birçok üniversite ve kurumda ‘Yaratıcı Yazı’, ‘Derin Okuma’, ‘Sanatla Farkındalık’ gibi konularda eğitimler vermekte, çeşitli platformlarda konuşmacı olarak yer almaktadır. Halen bazı üniversitelerde ve çeşitli kurumlarda eğitimler vermekte, yayınevlerine yayın danışmanlığı yapmaktadır. Distopya Akademi’nin kurucusudur. Nü Peride, Gölge Yaşatan, Struma, İlişmek, Varlık ve Piçlik, Kirpi Mesafesi, Kenet adlı romanları yazdı. Yunus Nadi Roman Ödülü’nü kazandı. Eserleri birçok dilde ve ülkede, yabancı okurlarla da buluşmaktadır.


