Mualla Çelik Hıdıroğlu
Uzun zamandır zihnimde dönüp duran bu cümle yazdığım metni rafa kaldırmama ve bu metni yazmama neden oldu. Tuhaf bir cümle gibi görünüyor, değil mi? Kök dediğimiz şey bizi sabitleyen, aidiyet hissi veren, geçmişimizle bağ kurduran unsur değil midir? Peki, nasıl olur da insan kendi kökleriyle kendine yabancılaşır? Belki de ayrılışlar sadece coğrafi değildir. Aynı zamanda bu, ruhun kendi yolculuğu; dünü, bugünü ve yarını birbirine bağlama çabasıdır.
İnsan geçmişinden beslendiği kadar onunla mücadele de eder. Bazen koruyucu bir kalkan olur bu bağlar, bazen görünmeyen zincirlere dönüşür. İşte tam burada başlar içsel yürüyüş: Kendinden kendine uzanan, bitmeyen bir arayış.
Birinci Sahne
Sabahın erken saatleri. Evin delikanlısı geceyi bitirmiş, ayakkabılarını kapının önüne bırakıp gizlice içeri süzülüyor. Kafası dumanlı, kimseye görünmeden yatağa ulaşma çabasında. Baba hâlâ uyuyor. Anne, balkona astığı çamaşırları toplamış, mutfakta kahvaltı hazırlığında. Her hareketinde önceki günün yorgunluğu, o günün telaşı gizli. Tek hayali, kocası emekli olunca köyüne dönmek, küçük bir bahçeyi ekip biçmek.
Bu sahne, bağlarından uzaklaşmış, isteklerinden vazgeçmiş ama hayallerine sıkı sıkıya tutunan bir kadının hikâyesi. Geleneklerin, beklentilerin altında ezilmiş, fedakârlıklarla örülü bir neslin temsili. Bu kısa hikâye devam etseydi eğer, belki delikanlının da kayboluşundan izler görebilirdik.
İkinci Sahne
Metro vagonunda kulaklığındaki müziğin ritmiyle sallanan genç bir kız. Trenden inen adamın bıraktığı koltuğa ilişiyor hemen. Yukarı kaymış eteğini düzeltme ihtiyacı duymuyor. Öğrenci olmalı ama elinde ne kitap ne bir defter var. Gözleri telefona kilitli. Burnundaki ve dudağındaki piercingler, ailesinin hoşlanmadığı ama onun kimliğinin bir parçası, asi ruhunun bir nişanesi.
Bu da başka bir yolculuk biçimi. Ailesinin değerlerinden uzaklaşarak kendine bir alan açmaya çalışan gençliğin arayışı. Gelenekten kopuşun, farklılaşmanın, aidiyetini yeniden inşa etmenin sancılı yolu.
Bu iki sahne aslında birbirinin devamı. Bir yanda geçmişine bağlı kalmaya çalışanlar; öte yanda o bağlardan sıyrılıp kendi rengini bulmaya çalışanlar. İkisi de arayış içinde. Biri ait olduğu topraklarda, diğeri kendi ailesinin sınırlarında.
Kökler bazen insanı sarıp sarmalar, bazen nefes almayı bile zorlaştırır. O anlarda başlar içsel yolculuk: İnsan kendini bulmak için geçmişin iplerinden kurtulmaya çalışır. Bu bir kayboluş değil, yeniden doğuşun kapısıdır.
Geçmişten gelen damarlar, kim olduğumuzu hatırlatır. Bizi geçmişe bağladıkları kadar hareketimizi de sınırlar. Oysa hayat, sürekli değişmeye zorlar, bizi. Bazen şehirden şehre, ülkeden ülkeye; bazen de zihinsel ve ruhsal olarak.
Bu yürüyüşte değerlerimiz sarsılır, yeniden şekillenir. Yeni deneyimler, eski bağlardan bir parçayı koparıp yerine başka bir şey koyar. Böylece geçmişten uzaklaşırken yeni bir “ben” yaratırız. Bu yalnızca mekânsal değil; kimliksel ve varoluşsal bir dönüşümdür.
Yabancılaşma sadece ülke değiştirince yaşanmaz. Kendi evimizde bile bu duyguyu yaşayabiliriz. Kimi zaman değerler, kimi zaman inançlar, kimi zaman yaşam biçimleri bunaltır.“Ben kimim?”, “Nereye aitim?” sorularının peşinde kendi içimize yol alırız. Geçmişin ağırlığıyla geleceğin belirsizliği arasında sıkışırız. Bu duygu kalıplardan çıkmaya zorlayarak dönüştürücü olabilir.
Bağlardan kopmak kolay değildir; geçmiş peşimizi bırakmaz, gelecek ise muammadır. Ancak bu çatışma aynı zamanda doğurgandır.
Geçmiş bize kim olduğumuzu hatırlatır. İçsel yolculuk kim olabileceğimizi.
Ayrılışlar yalnızca kayıplarla sınırlı değildir. Yeni başlangıçların, yeni kimliklerin de adıdır. İnsana kendini yeniden tanıma fırsatı verir. İçsel yürüyüşlerimiz olmasa, kimliğimizi yeniden kuramazdık.
Belki de insan olmanın özü, bu kesintisiz arayıştır. Çünkü bir bakıma hepimiz mülteciyiz; hepimiz, kendimizin gurbetindeyiz.

Mualla Çelik Hıdıroğlu, Endüstri Yüksek Mühendisi. Yürüttüğü projeler ve çalıştığı sektöre getirdiği yenilikler nedeniyle Dünya Gazetesi tarafından ‘Sektöründe Yılın En Başarılı İş Kadını Ödülü’ne layık görüldü. Kadın dernekleri ve birçok sivil toplum örgütünün kuruluşunda yer aldı, başkanlık yaptı. Profesyonel kariyerini sonlandırdıktan sonra sanat ve edebiyata yöneldi. Resim çalışmalarına kendi atölyesinde devam ediyor. Yaratıcı yazarlık, derin okuma, felsefe, mitoloji ve psikoloji alanlarında birçok atölyeye katılırken, disiplinlerarası bir yaklaşımla sanatsal gelişimini pekiştirdi. Öyküleri çeşitli kolektif kitaplarda yer aldı. Distopya ve Suare Dergi’ye yazar olarak katkı sunuyor. Sanat ve düşünce ekseninde üretimlerini sürdürüyor.

