Lale Baturlar
Çoğumuzun koruma kalkanı olarak adlandırabileceği, zamanla şekillenen, bazı koşullarda da kabuklaşan kendi içinde ve kendine ait sığınağı vardır. Yaşam döngüsü zorlu virajların sonundaki kırılma noktalarıyla uzun bir yolun sonundaki ödül gibi sahiplendiğimiz tecrübedir.
Beklenmedik misafirleri ağırlar hayat. Kabuk kırılır, kendi içinde yalnızlaşır insan. Kırılgan, güçsüz, yaşamdan kopmuş gibi hissederek, boşlukta kaybolur. Dağılanları toparlayıp tekrar yerli yerine koymaya çalışırken nasıl değişip dönüşüverdiğinin tek şahidi kendisidir. Öncesi ve sonrası arası fark büyük. Duygular, düşünceler, öncelikler, sorumluluklar. Yaşamın neresinde olduğunu anlamaya çalışma çabaları.
Bir kadının, her şeyin yolunda gittiğine dair inancı, evren ile sohbetleri, dilekleri, şükürleri derken kendini aniden bambaşka bir döngüde, birçok şeyi yoldan çıkmış olarak bulması onu ciddi bir mücadeleye hazırlıyordu. İşte o güvendiği koruma kalkanı yani kabuğu artık kırılmış, darmadağın olmuştu. Yapılacak tek şey vardı, bir şeylere yeniden inanmak, inanmak, inanmak…
Sağlığı ile ilgili her şeyin yolunda gittiğinden o kadar emindi ki, rutin kontrolleri sırasında çıkan sonuçlara inanamadı. Kadın olmanın gerektirdiği sorumlulukları vardı. Evlat olmak, eş olmak, anne olmak, kadın olmak…
Hikayesi klasik bir mücadele gibi görünse de onun tedavi süreci yorucu görünüyordu. Soğukkanlı olmaya çabaladıkça tökezliyor, tökezledikçe kabuğunu sorguluyordu. Koruyan, kollayan, güç veren kalkanını. Korkuları onu köşeye sıkıştırdıkça önce teslim oluyor, sonra hemen gözündeki yaşı silip kendi kendine kavgalar edip tekrar yola devam ediyordu.
“Bu yolu bir kez yürüyenler yaşananları iyi bilir” diyerek aslında hiç de yalnız olmadığını kendine tekrarlıyordu. Hayat aslında kısacık bir yoldu, bu öyle bir yoldu ki güçlükleri yendikçe üstesinden geldikçe sen de güçleniyordun. Bir keresinde “Tanrı beni zor bir sınava tabi tutuyor” dediğinde diyecek bir söz bulunamamıştı.
Altı ay gibi bir sürenin sonunda her şey yolunda görünüyordu. İyi haberlerin ışığında yüzler gülmeye başlamıştı. Başarmıştı ancak o kadar yorgundu ki, duygusal olarak toparlanmak zaman alacaktı. Yine bir gün sohbet esnasında bana içini dökmek istediğini söyledi, her zamanki gibi “memnuniyetle” dedim. “Bir başkasıymışım gibi hissediyorum, sanki bir süreliğine yaşamın başka bir boyutundaydım. Şimdi kendime bile yabancı hissediyorum.
“Bu yeni beni tanımaya başlasam iyi olacak” dediğinde, birbirimizi onaylarcasına karşılıklı gülümsedik. Haklıydı, aynaya her baktığında gördüğü yüz bir başkasına ait gibiydi. Alışacaktı, bugünler de geçecek yeni güzel günler kapısını çalacaktı. Ona her zaman destek olmaya çalıştım. Çok korktu, çok ağladı ve sonunda güçlendi. Yeni bir kalkan inşa etmesine hiç gerek yoktu.
Dünyası değişen her insan gibi yeniden yapılanmış hissediyordu. Yıllarca o güvendiği kabuk onu bir inci tanesine dönüştüremese de kendini güvende hissetmesi için korunaklı bir limandı. Aslında kabuğun sırrı çocuklukta saklıydı. Her çocuk farklı şartlara doğar. Her çocukluk kendisinin gibi hisseder, sanki hepsininki aynıymış gibi. Oysa büyüdükçe tanır çocuk çocukluğunu ve hiç kimseninkiyle aynı olmadığını idrak eder. Farklı şartlara doğan çocuklar bu sebeple başlar örmeye kabuğunu. İnce ince işler duygularıyla her bir katmanını. Geçmişi çok öncesindedir zamanın. Sırf bu yüzdendir kırılganlığı.
Kabuk kırılır bir hayat özgürleşir.
Kabuk kırılır bir insan özgürleşir.
Kabuk kırılır ve içindeki çocuk büyür.


