Eda Büyükçapar
Aşığın belleğinin sözüm ona sınırları aşarak bir yüreğe dokunması… Bir sözün sır olup, kudemadan evvel sırra kadem basması. Görmeyi canı gönülden arzu ettiklerimizle mesafelenmenin duyarsızlaştırması.
Acının sonsuz boyutlardan gönül semalarına uçurtmalar yollaması… Rengarenk bir salınımın baş döndürücü esenliğinde mor salkım kokularına maruz kalarak baharın bizleri selamlaması. Gece eflatun bir kasımpatı yapraklarını pencereden savururken onun yapraklarının ışığı bünyesinde tutarak efsunlu bir ışımayla süzülerek gökyüzünü boyaması… Etrafa rayihalar salması… Bir Lotus Mantis’in yolculuğunda mevsimlerin çiçek açması…
Sıradanlığın üstünün örtülerek sırlanması hepimizin ‘Belleğin Azmi’ tablosunu hatırlayarak bir müddet durması, hayallere dalması… Epriyen zaman mı, zamansızlığın amansızlığı mı? Yanılsamalarımız birer birer düşler aleminden dökülürken ellerimizden tutan geleceğin kurgulanması mı?
Can suyunun; sonsuz, uçsuz bucaksız vahalardan mavimsi, yanar döner, albenili kum fırtınalarında seyrü sefere çıkmış da yorgun argın bedenimize dönmüş gibi kıpırdanması. Malihülyalı bakışlarımızın sevdaya dair seranatlar kuşanması. Bir klarnet tınısının “Tiryakinim…” diyerek gönül tellerinizi titreterek kalbinizin melodisini yeniden inşaa etmesi. Senfonin en güzeli sevgilinin sesi… Zamanın kendinden geçerek büyülenmesi… Bakışların türkülenmesi…
Sevgilinin belleğinde kendimizi görmek, hafızanın hasret yüklü mektuplarından geleceğin umudunu devşirmek pahasına bir göz kırpımı düşlerde asılı kalmak. Sevgilinin gülüşünü alıp tüm olasılıklardan sakınarak saklamak.
Tanrı’nın aksinden, umuda kapılmak. Kahramanın Sonsuz Yolculuğu’nda döngüyü tamamlamak… Son Akşam Yemeği’nde revnaklanmak.
Onun Sevgilisi: Sanatçı…
Hayallerini incitirken iki kere düşünmelisin. Sanatçının hayalleri kırılırken; sahne sahne kitap cümleleri, katman katman film replikleri, renk renk rüya perspektifleri dökülür. Cam tavan sendromunu kaldıramayacak kadar camdan olur onun kalbi. Keskin ve yaralayıcı. Bumerang etkisi, buğulu bakışlarının sarmal anlatısı…
Zamanın iki yüzü varsa; biri geleceğe dönük bir yansıma eşliğinde düşlerin ardında kalan yankıdır, diğeri geleceğin en mahrem mimarıdır.
“Bellek, Camera obscura’daki toplama camı gibi çalışır: her şeyi bir araya getirir ve böylece orijinalinde mevcut olduğundan çok daha güzel bir resim üretir.”
Her anı, gözlerimizin önüne düşer usulca; gülümseyen bir yüz, yıpranmış bir ses, solmuş bir ifade, sararmış kitaplar arasında ayraç gibi kalmış bir gül yaprağı… İnsan yalnızca hatırlayan bir varlık değil; hatırladıklarıyla yön bulan, bulduran bir zaman yolcusudur. Solması bu yüzden, sanata adanması bu yüzden…
Zamanın hançeri bir melodram gibi en derin yaralarımızdan sarsarken; siyah beyaz bir arka planda usulca yuvarlanan kıpır kıpır kıpırdanan kan kara sevdalar üzerinden akarken, kendi devingenliğinden doğar, her su içtiğimizde bedenimizin hafızasının arınması gibidir geleceğin zihnimizde berraklaşması…
Hatıralarımızdaki hafızaya dair ince bir yaşanmışlık kırıntısı, geleceğe dair bir haritanın izleğini çizer. Çocukken düşüp dizimizi kanattığımız yerden geçerken biraz yavaşlarız. İlk kez âşık olduğumuz şarkı çaldığında bir hayal kurarız. Bellek, pusulamızdır; geçmişimizle konuşur, geleceğimizi fısıldar…
İşte bu yüzden, gelecek dediğimiz şey çoğu zaman geçmişin başka bir kılığıdır. İnsan, hatırladıkça yeniden tasarlar kendini. Ve kendimizi kurdukça, yarına dair bir yön çizeriz. Güzelleşiriz…
Sevgili, gizli gülümseme! Aşikar gülümse… Zaman, iki yüze sahip bir aynadır: biri geçmişe, diğeri geleceğe bakar. Ortasındaysa insan durur -ne tamamen dün, ne tam anlamıyla yarın- yalnızca şimdi. Ama belleğiyle geleceğe uzanır; çünkü her anı, daha yaşanmamış bir ânın nüvesidir.
Ötekinin gönül evinden sorumlu hissederiz kendimizi… Arar dururuz kendimizi kim bilir hangi müphem bakışta. Onaylanmak mı o iki yüzü içe dönük bir ayna… Bizler aşığız, boynumuz kıldan incedir. Diyemeyiz zulmün niceyedir…
Dahası senden sorulur,
Yangının,
Sevdanın göğsünde yankı bulur…
Belleğin raflarında tozlu bir düş, kanadı sarılmış bir kuş gibi durur.
Bir ihtimal gibi vurur.
Aşk’ta gurur…
Ama en çok da sesin,
o ince perde.
Adım sıra hâlâ yürüyorsun belleğimde… Düşlerimde ön gösterimde,
Adım sıra, adını sırala… Gülüşün, bir eski film gibi oynar,
Her bakışında başka bir mevsim yanar. Hiçbir şey unutmuyor seni tam anlamıyla,
Zaman geçse de kalıyorsun kıyısında rüyayla.
Bellek işte…
Hem sığınak hem zindan,
Seni saklar ama seni arar her an.
Sevgili, sen şimdi nerede olursan ol,
Ben seni hep hatırladığım gibi -olduğun gibi- korurum sol yanımda.
Seninle geçen her an, hafızamın en zarif köşesine işlenmiş bir şiir gibi… Zaman akıp giderken, senin gülüşün belleğimde yankılanıyor hâlâ. Her kelimeni ezberledim, her dokunuşunu içimde taşıyorum; sanki ruhumun arşivinde seninle yazılmış binlerce mektup saklı.
Sen uzak olsan da, gözlerimi kapadığımda hep buradasın. Hafızam seni unutmuyor, çünkü seni sevmek sadece bir anlık değil; sonsuzluğa uzanan bir iz gibi… Aşka dair ne varsa, sende öğrendim. Ve şimdi biliyorum: Belleğim seninle soluduysa, kalbim zaten çoktan sana ait demektir. Kalp nefesim, mütemadiyen sendeyim.
Sevgili,
Belleğimin de
Benliğimin de ta kendisisin.
Anlam tayfıydı gözlerin, her rengi başka bir hatıra, her temsilde yeniden doğan bir aşktı harikulade etkisiyle kalbimin en derin yerinde.
Sen sustuğunda gelecek fısıldadı bana: “Her hatıra bir yol, her yol bir şiirdir aslında.”
Ve şimdi… Zamanın ince tülünden bakıyorum sana, ne geçmiş biter ne gelecek başlar, yalnızca sonsuz bir yolculuk kalır, aşkın adımlarıyla yazılan.
Zamanın hançeri bir melodram gibi en derin yaralarımızdan sarsarken; safiyane duygularla her su içtiğimizde bedenimizin hafızasının arınması gibi geleceğin zihnimizde berraklaşması…
Gelecek geçmişle iç içe geçmiş de bu yüzden içimizde yankılanması, daha derinden oyalanması, bir sanat eserinde soluklanması…
Sevdan mı,
o sanatın şah damarının şahlanması.
Aslında bellek, başkalarında bıraktığımız ruh parçalarımızın geri alınması,
Sende kaldıysa, geleceğin yanılsamalardan arınması…

Eda Büyükçapar, Yedi Güzel Adam’ın memleketi Kahramanmaraş’ta doğdu. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden mezun oldu. Birçok dergi ve kolektif kitapta yazıları yayımlandı. Edebiyatı heyecan verici bir serüven olarak görüyor ve aynı heyecanla yazı yolculuğunu sürdürüyor.