Alperhan Benlioğlu
Bazı hikâyeler bir başkaldırının sessiz yankısıdır. Kimisi barikata taş atmaz, slogan atmaz ama içinden geleni yaparak çizilmiş tüm kalıplara karşı çıkar. Sevgiyle… Çünkü sevgi, sadece bir duygu değil; insan kalabilmenin, unutulmamanın ve sistemlere karşı direnmenin en kadim yoludur. Onca kurala, yapay zekâya, çizgilere ve sınıflara rağmen hâlâ birilerini özleyebiliyorsan, hâlâ bir bardaki bir içkinin anısını taşıyorsan, hâlâ bir çikolatayı yediğinde çocukluğunu hatırlıyorsan…
…Henüz yok edilmemiş bir tarafın vardır. Bu hikâye, çizginin altına itilmiş bir ruhun, sevgiyle direnmeye çalışmasının ve kendine kalan son anlarda bile insan kalabilmenin anlatısıdır. Çünkü bazen sadece sevmek bile bir direniştir.
Başkalarının belirlediği kurallara göre yaşamak bazı ruhlar için kabullenmesi kolay bir süreç değil. Tabii bu kurallar onları belirleyenleri değil de sadece sizi etkiliyorsa bu daha da zorlayıcı bir hal alıyor şüphesiz. Biri kendi doğrularına göre bir çizgi çekiyor ve sizin o çizginin neresinde olduğunuz tamamen çizgiyi çekenle aranızda yakınlığa kalmış halde. Siyah metal paletlere yatay açıyla bakarken aklından binlerce düşünce geçiyordu insanın.
Barın önünde durup, tüm taraftar arkadaşlarıyla içeri coşkuyla girişlerini hatırladı. Boyunlarında renkli atkılarla takımlarına olan aşklarını haykırdıkları o çılgın günleri. Şimdi adımını atmadan o anları gözünün önünden silmeye çalıştı. Mahsun? Tam içeri girecekken son saniye de durdu. Mahsun neredeydi acaba? Yoksa o da mı gitmişti. Cevabını bildiği soruları sormaya bırakalı bir süre olmuştu. Yerinde yoktu. Olsa mutlaka en taze midyesi ile ona gelirdi. O da önce biraz tezgah önünde midye dolmaları yutar sonra biraz da paket yaptırıp içeri girerdi. Mahsun kötü midye vermezdi ona. Şimdi o da yoktu.
Kapıyı açtığında bar tezgahının arkasında kendine bakan mekanik gözleri fark etti. Omzunun üzerinde atkısıyla kendisini karşılayan aksi ihtiyarı özlüyordu. Söylediklerine göre o hâlâ iyiydi. Ne olur ne olmaz diye başka bir kasabada hayatını sürdürüyordu sadece. Gerçi insanlar çok uzun bir süre kaybolan herkes için bu yalanın doğru olduğuna inanmaya devam etmişlerdi. İstemese de oturup bir şeyler içmek kafasını toplamak istiyordu.
Sipariş vermesine bile fırsat kalmadan barmen içkisini masaya bırakmıştı. Çok kısa bir an bile olsa farklı bir şey içmek istemişti ancak bunu söyleyecek cesareti bulamamıştı. Zaten karşısındaki makine ne isteyeceğini tahmin ediyordu. Hatta ne istemeyeceğini ya da diğer bir değişle istemeyeceğin bir şeyi isteyemeyeceğini de. Evet isteyememişti. Her zamanki içkisi masadaydı.
Makineler önceleri keyifli sohbetleri ve içki hafızalarıyla bar müdavimlerinin gerçek dostu olmuşlardı. Tabii birileri çizgiyi çekmeden çok önce. O günleri hatırlamadan duramıyordu. Kafasını çevirdiğinde duvardaki dev televizyonda kendi takımlarının maçını görecekti sanki. Arkadaşlarının heyecanlı bağırışları, sert küfürleri her an kulağından içeri girmeyi bekliyorlardı sanki.
Zorlu hayat koşullarında birbirine sıkı sıkıya tutunmuş bir sürü insan. Şehrin kırsal kısmından, düşük bütçeli bir sürü hayat. Gecekondularda başlayan büyük bir hayat mücadelesi. Formaları üzerine geçirip maça gittiklerinde dünyayı unutan bir sürü yorgun savaşçı. Tribünde bağırdığında kimin doktor kimin işportacı olduğunun bir önemi kalmadığı o güzel topluluk. Tıpkı ölüm anı gibi.
Projenin ilk duyurulduğu zaman herkes gibi o da büyük bir şaşkınlık yaşamış, yapay zekanın tüm dertleri çözeceği konusundaki inancını hiç sorgulamamıştı. İnsanın kötülük sorunsalı diye başlayan felsefi tartışma uygulaması planlanan büyük bir projenin meğerse ilk adımı olarak kurgulanmıştı. İnsanın kötülükte sınır tanımadığı bir yanılsama değildi. Uluslararası sorunların diğer bir değişle savaşların ve toplu katliamların önüne geçecek ilk adım önce ülkedeki kötülüğün yok edilmesiydi.
Peki kimin iyi kimin kötü olduğuna, kimin çizginin üstünde kimin altında kalacağını kararı kim verecekti?
Tabii ki onlar. Barda senin ne içeceğini, hangi kazağın altında hangi kotu giyeceğini büyük bir doğrulukla bilenler. Herkesin doğmaya hakkı vardı. Gidişat işe yaşamaya hakkı olup olmadığını kendiliğinden zaten gösterecekti. Öyle argümanlar, öyle etkili cümlelerle anlatılıyordu ki itiraz etmek şu aşamaya kadar kimsenin aklına gelmemişti.
Kötülüğün olmadığı bir dünya. Trafikte aracını önüne kıranlar, evine girip eşyanı çalanlar olmayacaktı. Kimse seni öldürmeyecek, sen de kimseye zarar vermeyecektin. Önce bir isim belirlediler. “Elitler.
Çizginin üstünde kalanlar. İyi okullarda okumuş, iyi bilgi birikimi olanlar. Niye bir meslek sahibi olmayan birini öldürsündü? Bu ismin bir statüyü değil bir birikimi bildirdiği duyuruldu. Meslek sahibi olmak, güçlü bir entelektüel bilgi birikimi elde etmiş olmak sadece artı puandı. Her şey değildi. Kişiler kendi puanlarını kendileri oluşturmuşlardı zaten. Babanızın hayatından, oturduğunuz semte kadar çoktan bir puana sahiptiniz. Çocuklarınızı da bu hayata zorlama lüksünüz olamazdı haliyle. 18 yaş altı için her zaman bir ümit vardı. Yaşlılar için? Yaşlılarda sorun yok gibiydi. Tabii hayat limitinin ne tesadüftü ki 80’i bir türlü aşamaması gerçeği var olmuştu. Kimse 80 yaşın ötesini göremiyor, o limitte farklı şekilde dünyadan göç ediyorlardı. İdeal topluluk, ideal bir dünya beklentisi neden olmamıştı bence, robotların da buna verecek bir cevabı yok. İyi insanlar iyi bir dünya bırakmadılar. Yine dünya kirlendi yine insanlar birbirlerinden nefret ettiler. Daha az sorunun olması insanların daha çok kabuklarına çekilmesinden ve robotlarda uzak durmasından ibaret.
Çizginin altındakilerin ne olacağını sorusu kadar çizginin altında kimlerin kalacağı bilinmezliği de meçhuldü. O gün güneş kana doğmuştu.
Listeler belliydi. Sanki herkes kafasında dijital bir tabela ile yaşıyormuş gibi kolay şekilde tespit ediliyorlardı. Kimi evinde, kimi iş yerinde kimi ise sokakta tespit edildi. Asit kamyonu.
Siyah büyük paletli mekanik bir demir yığını. İtiraf edeyim asit benim bile aklıma gelmemişti. Yerden büyük bir tasarruf. O kadar insanı toplu halde yok etmenin başka bir yolu olmadığını düşünmüş olmalılar. İlk şaşkınlık atıldıktan sonra herkes bir yerlere kaçtı. Saklanma fırsatı olanlar boş boş yollarda gezmediler haliyle. En rahat olan çocuklardı. Sokaklarda koşup “asitçiler geliyor” diye az bağırmadılar. Bugünler de çocuk da yok pek etrafta. Gri gökyüzü, her şeye rağmen beyaz büyük bir bulut. Bardan çıkarken para vermeyi reddetmek istemişti. O bar bu aptal robotun değildi sonuçta. Ne hakla kendinden para isteyecekti? Puan toplamak da umurunda değildi. Bunu onlar anlayamazlardı. Eski renkli atkılarıyla bağıran arkadaşlarını özlüyordu. Onlar anlarlardı bir tek. Bazen puan için çıkmazdınız maça. Kazanmak için çıkardınız. Puan gelip gelmemesi ise önemli olmazdı. An gelirdi kazanmasanız da şampiyon olurdunuz. Puanınınız birinciliğe yeterdi. Kazanmış olmazdınız oysa. Kazanmak başka bir şeydi. Onlar da kazanmış değillerdi. O da kaybetmiş. Ödemedi. Kendisini uyaran makineyi de dinlemedi. Çıktı. Yürüdü ve yürüdü. O saat puanlarını silme saatiydi sanki. Çizgiyi bir tramplen kabul edip serin sulara balıklama atlamak isteğiydi içini kemiren. Cebinden çıkarttığı çikolatayı iştahla kemirip büyük bir zevkle fırlattı poşetini sokağa. Yetmedi içindeki siniri atmaya. Döndü işedi tam kameranın altındaki ağaca.
Sanki çizgi onu çocukluğundan uzaklaştırmıştı. Şimdi ise koşarak oraya doğru ilerliyordu.
Koku. Acı koku genzini yakmaya başladı. Hayallerden silkinip karşısında duran siyah paletlere baktı tekrar. Hâlâ yerde yatıyordu. Herkesi böyle mi yakalamışlardı. Kimsenin olmadığı bir an kimsenin olmadığı bir köşede. Altına işemiş olduğunu anladı. Hayal o kadar gerçekti ki sanki altına değil de her şeyi bıraktığı o gün yaptığı gibi ağacın dibine işiyordu. İnsan ölürken hayatı film gibi gözünün önünden geçiyormuş gerçekten. Uzun demir kol kendini bulutlara doğru kaldırırken sürücü kısmına doğru bağırdı. Mahsun ne oldu? O da mı eritildi? Cevap duymayı beklemiyordu. Korkmuyordu da. Kamyonun tepesindeki küçük delik açılıp karanlık aside bırakıldığında hissettiği çok kısa bir acı ve ondan çok daha kısa süren bir duyguydu. O bir insandı.

Alperhan Benlioğlu, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Fizik Bölümü ve Anadolu Üniversitesi İktisat Bölümleri’nden mezun olduktan sonra kariyerine Hacettepe Üniversitesi’nde MBA ile devam etti. Aselsan’da 12 yıl Proje Yöneticisi olarak görev yaptıktan sonra, kariyerini Prowin Danışmanlık’ta Genel Müdür Yardımcısı olarak sürdürüyor. Sinema ve edebiyat ile yakından ilgileniyor. “Sihirli Maceralar Kitabı”, “Bal Porsuğu Uzaylılara Karşı” ve “Hindistan Cevizine Ne Oldu?” isimli üç çocuk kitabı bulunuyor. Bugüne kadar şiir ve hikayeleri 10’un üzerinde farklı kolektif kitapta yer alırken, yazmaya devam ediyor.