Elif Özge Karakaya
“Çelişmezlik İlkesi”ne göre bir şey, tanımlandığı çerçeve içinde ya vardır ya da yoktur. Öyleyse ya karanlıktır ya aydınlık.
Karanlık bir sokakta yürüyorum. Yolun sonunda gecenin içine parlayan bir cam var. İçerisi aydınlık, dışarısı karanlık; her ikisi de sessiz. İçeride bir masa, dört kişi. Biri tezgâhın ardında, üçü bar taburesinde. Kadın ve erkek yan yana oturuyor, diğeri tek başına. Işık mı duvarın sarısı, duvar mı ışığın tonunu taşıyor, bilmiyorum. Işık, tezgâhın üzerindeki bardaklarda donup kalmış. Bu anı daha önce gördüğümü hatırlıyorum.
Edward Hopper’ın Nighthawks’ı, zamanın üzerine düşmüş bir bakış gibi gecenin karanlığında duruyor. Boş sokakta, eksik konuşmalarda kesin olan tek şey ışık. Tuhaf olan, aydınlığın ortasında kalan karanlık. Hopper’ın ışığına yalnızlığın ince çizgisi gölge olmuş. Gölge, aydınlığın içindeki karanlık.
Karanlığın içinde yoluma devam ediyorum. Uzakta, yolun sonunda Ryoji Ikeda’nın Test Pattern’i başlıyor. Önce bir ritim duyuluyor, ardından siyah ve beyaz beliriyor o ritimde. Birbirine çarpan iki dalga gibi. Işık, sel olup akıyor. Her şeyin görülebilir olduğu bu karanlıkta, gözüm hiçbir şeyi seçemiyor. Işık kendi ağırlığıyla kararıyor.
Gölge beliriyor; ışığın tersi değil, onun yankısına dönüşüyor.
Bazı anlarda, gölgenin yalnızca bir eksiklik olmadığını fark ediyorum. Gölge, varlığın nefesi gibi davranıyor; ışığın erişemediği yerde anlamı taşıyor. Güneşin en parlak anında bile insan yüzünde bir gölge beliriyor; kim olduğumuzu değil, kim olamadığımızı gösteriyor belki de. Işığın altında görünür olmak, eksilmekle aynı anda gerçekleşiyor. Gölge bu eksilişi saklıyor, onu koruyor. Belki de ışığın kendini anlaması için gölgeye ihtiyacı var. Hopper’ın penceresindeki ışık, içeridekileri ayırırken birbirine yaklaştırıyor; Ikeda’nın ritimleri ise gölgenin içinden doğan bir hızla zamanı parçalıyor. Işık, bir şeyleri açığa çıkarırken aynı anda bir şeyleri gizliyor. Gölge, o gizli olanın dili oluyor. Belki de “ya vardır ya yoktur” diyen ilke, gölgenin yumuşak dilinde şöyle değişiyor: “Her şey biraz var, biraz yok.”
Karanlığın ortasındayım. Bir köşede Hopper’ın barı, diğer köşede Ikeda’nın akan saniyeleri. İkisinin arasında bir yerde duruyorum. Hopper’a doğru gidersem durmuş zamanın içine, Ikeda’ya doğru gidersem hızla akan zamanın içine karışacağım.
Ama her ikisinde de aynı çizginin etrafında; ışıkla gölgenin, varlıkla yokluğun birbirine karıştığı o ince sınırda dolaşacağım. Görünmekle silinmek arasında asılı kalmış bir anın içinde…
Her şey hem var hem yok oluyor. Işığın bittiği yerde gölge konuşmaya başlıyor; yokluğuyla karanlığı deliyor. Barda, insanın içinde çığlık atıyor; yolun diğer ucunda ışığın içinde dans ediyor. Aslında ikisinde de aynı sessizliği taşıyor. Gölge, her yerde fısıldıyor:
“Ben de buradayım.”
Hopper’ın barında oturan insanların gölgesi yoktu. Işık her şeyi yutmuştu. Varlık, ışığın içinde kaybolur. İlkeye göre, aydınlık var; ama görünen, olmayan gölgenin yokluğudur.
Hopper’ın ışığı sessizliğe, Ikeda’nın ışığı sese dönüşüyor. Her ikisi de gölgenin farklı bir dilini konuşuyor.
Işığın fazlalığı yoklukları görünür kılıyor.
Gölge, varlığı sessizce hatırlatıyor.
** Edward Hopper Nighthawks
Edward Hopper~ Nighthawks
** Ryoji Ikeda Test Pattern
Ryoji Ikeda~ Test Pattern
Test Pattern

Elif Özge Karakaya, Marmara Üniversitesi Alman Dili Edebiyatı Bölümü’nü yarıda bırakıp Ekonometri Bölümü’ne başladı ve oradan mezun oldu. Ancak bir süre sonra kendini IT sektöründe çalışırken buldu. Tüm bu yolculuğunda kitaplar ayrılmaz eşlikçisi oldu. Yaratıcı yazarlık, mitoloji ve psikoloji dersleri alarak kendini geliştirmeye, kitaplarla yeni yolculuklara çıkmaya devam ediyor. Bu süreçte iki kolektif kitapta öyküleri yer aldı ve şimdi ‘Virgülle rafa kaldırdığı defteri’ yazmaya devam ediyor; bu kez, daha belirgin bir mürekkep kullanarak.


