Yusuf Ziya Beyzadeoğlu
Öylece yatıyorum. Kırık dolu bedenim. Kollarım kırık dolu.
Her şey bitti.
Sabah günü selamlarken işittiğim o seste anlamıştım sonun geldiğini. Yanımdakilerle birbirimize uzanıp, bir şekilde dokunarak teselli vermek istedik çaresizce. Rüzgarın yardımıyla biraz dokunabildik. Ağıtlar söyledik rüzgarın bizi yönlendirmesiyle. Sağa sola sallanarak dövündük.
Hepimiz biliyorduk bir sonu olduğunu. Sonun, bu olduğunu.
Birazdan canım acıyacak. Birazdan her şey bitecek. Gözlerimi kapatıp son bir nefes alıyorum.
Ayıldım. Öylece yerde yatıyorum. Diğer yere yıkılanların seslerini duyuyorum. Kulağım kırık sesleriyle dolu. Sadece bizim duyacağımız bir çığlık var.
Yirmibeş yılım vardı düşünmek için. Yirmibeş yıl boyunca hemen yanımdaki dostlarımda beraber düşündük. Şahit olduklarımız hakkında konuştuk, güneş hakkında, toprak hakkında, kollarımıza yuva yapan kuşlar, bedenimize tırmanan karıncalar hakkında. Dünya hakkında, ait olduğumuz ve olmadığımız, gidemediğimiz yerler hakkında.
Ama hepimiz biliyorduk bir sonu olduğunu. O sesi biliyorduk.
Bu kadar konuşmayı süslemez mi hikayeler? Kimi korkunç kimi umutlu nice hikaye ve kehanet anlattık birbirimize. Başı ve sonu olan hikayeler, sonun son olmadığını söyleyen o kehanetler… Hemen ötede yere devrilenleri duyduğumuzda mevsimler önce, kokladığımızda dumanını yangınların ya da toprağımızı alıp götüren o çok büyük sağanakta, son bu dedik. Nasıl olduğunu bilmesek de, bir şekilde hayatta kalınca daha da kuvvetlendi anlattığımız kehanetler, daha da bilinmez oldu son.
Bizde kış bittiğinde bahar başlar, bahar bitince kış. Gündüz biterse gece başlar, gece bitince gün. Bir de hayat başlar toprakla buluştuğumuzda, hayat bitince ise.. Bilmiyorduk. Biz de orasını kehanetlerle doldurduk. Bilmediğimiz bir hüznü taşıdık kehanetlerde, kimi zaman ağladık, kimi zaman teselli bulduk.
Yerde öylece yatıyorum. Yıllarca durmadan ettiğimiz sohbetleri düşünüyorum. Bedenimde yaşayanlar kaçışıyor. Gökyüzüne bakıyorum. Hareket etmeye gücüm yok. Rüzgar artık sadece teselli için okşayabilir bedenimi. Bir acı var. Uyuşuk olmasa bilincim, çığlığımı bütün evrenin duyacağı bir acı.
Biz başlangıçlar ve bitişler arasında neler olduğunu çok iyi biliriz. Biteceğini bilmek, amaca ilerlemek ve bitene kadar tadını çıkarmak. Son kez gölgemde buluşan çiftin bu aşka nasıl başladıklarını, gövdeme tırmanan çocukların yarışlarının, bedenime koku bırakan bir ayının sınırlarının nerede başlayıp bittiğini… Bir anne örümceğin çocuklarını ne kadar sırtında taşıyabileceğini, gökyüzünün ne zaman kızdığını ne zaman dinginleştiğini, kurtların hangi döngüde Ay’ın onları duyacağına inandıklarını biliyorum. Asıl çözemediğimiz; bittikten sonra ne olduğu. Her topluluk gibi biz de kehanetlerle açıklamaya çalışırız bilinmezleri. Anlattıkça ekleriz çözemediğimiz onlarca gizemi. Düşünemediğimiz yaşamadığımız her şey vardı kehanetlerde. Kimi zaman öyle inanırdık ki, toprağa neden ekildiğimizi, sonumuzun nasıl olacağını farklı anlatan ya da farklı inanlar arasında tartışmalar bile çıkardı.
Şimdi ise herkes sessiz. Bir testere sesiyle bitti her şey. Ben artık bir testerenin tadını biliyorum. Bedenimi ikiye ayıran ve her şeyi bitiren testerenin metal ve yağ karışımı tadını… Kehanetleri anlatırken hiç birimizin aklına gelmemişti. Testereyi biliyorduk. Ama bu kadar gerçek olduğunu bilmiyorduk.
Ne kadar zaman geçti bilmiyorum o sesi duyuşumun üzerinden. Sanki yıllar sürdü hareketsiz, yerde bekleyişim. Arkadaşlarımın devrilen bedenlerini görüyorum. İzlemekten başka hiçbir şey yapamıyorum. Beklemekten başka çarem yok. Korkmaktan başka bir çarem yok. İçimdeki merakı suçluyorum. Merak ettiğim için mi geldi bu son? Acaba hiç düşünmeseydim, hiç konuşmasaydık olmayacak mıydı? Kendi sonumu ben mi hazırladım, sonumuzu biz mi hazırladık? Daha masum olsam, bitmez miydi? Zihnim sorularla dolu. Her bitişte bu sorulara mı cevap aranıyor?
Yere düşenleri dinliyoruz, gökyüzüne bakıyoruz. Altında dertleştiğimiz, sıcağından şikayet ettiğimiz, yağmuru ile yıkandığımız gökyüzüne. Biz beraberken sadece birbirimizle konuşurduk. Gökyüzünden sadece bahsederdik. Şimdi herkes göküyüzüne bakarak, sessizce onunla konuşuyor. Bizi yağmuruyla ve güneşiyle besleyen gökyüzüyle bugün konuşmak suç mu? Artık çok mu geç? Özür diliyorum. Kimseyle konuşamıyorum. Arkadaşlarıma bile bakamıyorum. Neden bilmiyorum. Utanıyorum.
Testerelerle beni çırılçıplak soyuyorlar. Kolsuz bedenimi yerden kaldırıyorlar. Sanki kalmamı istercesine, son bir kez sarılırcasına yere düştüğümde üzerime yapışan topraklar da dökülüyor yere. Kim suçlu bilmiyorum. Sadece olan oldu. Ben topraktan da özür diliyorum. Öyle bir haksızlığa uğradım ve o kadar haklıyım ki, haksız olduğum bir yer bulup ona tutunmak istiyorum. O yüzden her şeyden özür diliyorum.
Bir kamyona yükleniyoruz. Ne kaçabilirim ne de bu ânın yükünü kaldırabilirim. Geçmesini bekliyorum. Anlattığımız kehanetlere göre çok basit, ama hiç bir kehanetin anlatamayacağı kadar karmaşık bir şey. Çok kelime sarfetmişiz böylesi bir boşluğa ama ne kadar çabalasak yine de anlatılamazmış.
Yol boyunca düşündüm yaşadığım bu şeyi. Neden hiçbir şey yapamıyorum, yapmıyorum. Kamyonun tümseklerden geçişini hissediyorum. Egzozundan çıkan dumandan rahatsız oluyorum. Kamyonun gerçekliğini görüyorum. Tenime değen metal kasasının paslarının derimi zımparaladığını duyuyorum. Ama bunun neden gerçek olduğunu, gerçekliğin ne olduğunu anlayamıyorum. Bittikten sonra geriye bu sessiz gerçekliğin kalışını kaldıramıyorum. Geriye kalan gerçekler, gerçeklik algımı bozuyor. Bütün o planlar, beklentiler, hayaller, ihtimaller… Hepsi bir anda bitiyor. Bu boşluk, döngüye olan inancımı kırıyor. Bittikten sonrası yok diyorum.
Kamyon duruyor, her yer testere sesi, çok korkuyorum. Hiç bir şey yapamadığım, sadece beklemek zorunda olduğum bu yer, bittikten sonraki o delirtici boşluk zihnimi ve hislerimi kaplıyor. Geçsin istiyorum. Bu acı gitsin istiyorum.
Bizi kamyondan alıyorlar. Şu kısacık yolculukta kamyona alıştığım için kendimi suçluyorum. Uyumak istiyorum. Hemen geçsin istiyorum. Uyku ile uyanıklık arasında, bitiş anının şiddetini hatırlıyorum. Hafızamdan asla silemeyeceğim o sesi ve tadı…
Bedenim tamamen uyuşuk. Testereler uyuşuk bedenimde. Parçalara ayrılıyorum. Bitişlerden sonra parça parça mı olmak gerkekiyor? Böylesi sert mi yüzleşmek gerekiyor korkularla? Ne beklemeliyim bilmiyorum. Sondan sonra bi şey başlaması gerekmiyor muydu? Gecenin bitişi değil miydi gündüzü başlatan? Biz başlangıçlarla bitişler arasını çok iyi biliriz ama bitişle başlangıç arasındaki bu bitmek bilmeyen boşluk da ne? Harekete geçirmeyen, yolunu kaybettirmiş hissettiren, beni parçalara ayıran, kontrol edilemez imkansız boşluk.
Hiç tanımadığım şeylerle yıkandım. Kimi zaman ağladım, kimi zaman sessizce izledim. Rengim değişti. Sertliğim değişti. Ne kırılgandım eskisi kadar ne de mutluluk verici en güzel zamanları gölgesinde geçirecek kadar. Ben başka bir şeye dönüştüm. Parçalara bölündüm, birleştim ve dönüştüm.
Dönüşmek?
Bitişle başlangıç arasındaki o boşluk bu olabilir mi!? Sadece sabretmek zorunda olmak, geçmesini beklemek, zamana bırakmak… bittikten sonra çaresizce yaptığımız o şeyler bizi dönüştürüyor olabilir mi?
Demirlerle eziliyorum, nice süzgeçten geçiyorum.Kuruyorum, bütün ciddiyetimle kuruyorum. Kabul ediyorum. Ben önceki ben değilim. Ben dönüştüm. Bedenimin parçalara ayrılmış her zerresini hissettim. Hepsinin yıkanışını, dönüşümünü hissettim. Bu acılar beni dönüştürdü.
Şimdi bembeyaz bir sayfa oldum. Üzerime bitişle başlangıç arasındaki bekleyişlerin, o büyük boşluğun tesellisini yazacaklar. Bazı bitişlerden sonraki başlangıçlar için, bir bedel ödenmesini gerektiğini öğretecekler benimle. Başlangıçtan bitişe çaba yeterli, bitişten yeni bir başlangıç yaratmaksa, sabır ve zaman ilacı ile oluyor diyecekler. Tekrar başlama cesaretinin adı kabul etmek. Dönüştüğünü, eskisi gibi olmayacağını, yaşadığın acıyı kabullenmenin dönüşümün anahtarı olduğunu çizecekler.
Öylece yatıyorum. Yeni hikayeler için göğsümü açıyorum. Artık bitmesinden korkmuyorum.

Yusuf Ziya Beyzadeoğlu, 2013 yılında Uludağ Üniversitesi Makine Mühendisliği’nden mezun oldu. 12 yıldır Türkiye’de otomotiv sektöründe Ar-Ge çatıları altında çalışmaktadır. Son iki yıldır yöneticilik başlığı altında insana dokunmanın mutluluğu içindedir. 2022 yılında evde yaptığı müziğini dijital müzik platformları aracılığıyla paylaşmaya başlamıştır. Halen şarkı sözü yazar, besteler. Tiyatro ile ilgilenir. Kapadokya Edebiyat Buluşmaları’nda yaptığı denemelerin ardından yazmaya niyetlenmiştir.


