Yusuf Ziya Beyzadeoğlu
Beni öylece bıraktı ve gitti. Buraya ait olduğuma karar verdi anne. Üzerimi kumlarlarla kapladı.
Çok sessiz. Çok korkuyorum.
Yumurta kabuğunun içinden besleniyorum. Kendi kendime düşünüp, kendi kendime konuşuyorum. Kendi kendimi yiyip bitiriyorum. Buraya ait olduğuma karar vermesi canımı acıtıyor.
Günler geceleri kovaladı ve ben hep düşündüm. Beni bırakışına öfkelendim, sebepleri düşündüm, ağladım, geri gelmesini bekledim. Her gün, her an bekledim. Geri gelip beni kurtaracak olmalıydı. Yoksa beni kim kurtaracaktı?
Her saniyesini hatırlıyorum bekleyişin. En ufak bir kıpırtıda ya o geldiyse diye bağırdım yumurtanın içinden. Gelmedi.
Gelmeyecek.
Gelmeyecek.
Bu sonsuz gibi gelen bekleyişin ardından kalmaya yetmedi gücüm. Susturamadım iç sesimi.
Şimdi ise kollarım, bacaklarım ve çenem acıyor sürtünmekten. Bu kumda yüzmek ne kadar zor böyle. Yanlış bir karar mı verdim? Halbuki bu yola çıkmadan defalarca sormuştum kendime. Her seferinde tereddütsüz “gitmeliyim” diyene kadar.
Sebeplerimi bağıra bağıra kendime, ilerliyorum. Beni bıraktığı o yumurtaya artık sığmıyordum. Oraya ait olmadığımı bana haykıran iç sesime fiziksel acılarım da eklenmişti. Başımı içeri çekmekten boynum ağrımıştı.
Var olduğum, kendimi kendimce tanıdığım o yerin sıcaklığını bırakmak kolay olmayacaktı. Beni koruyan, besleyen, benim bir parçam olan yumurta kabuğunu kırmak zorundaydım. Bir kararı kendi başına almak bu dünyanın en ağır yükü.
Yola çıkmadan, içimden bırakıldığım yere ait olmadığımı söyleyen o parçamı duymamak için çok çabaladım. “Anne beni kuma bıraktı ve gömdü, ben buraya ait olmalıyım” diye yalvardım. Yumurtanın sıcaklığını hissettirdim. Çok baskın olduğunda bağırdım o parçama, öyle suçladım ki onu, öyle kınadım ki, o da bir daha geri gelmeyecek diye çok korktum. Ama o bırakmadı beni. Bana, oraya ait olmadığımı hiç bıkmadan anlattı. Yumurtamın kabuğunu, ne kadar güvende olduğumu gösterdim. “Burada var oldum, buraya aitim” dedim. O parçam beni sadece dinledi. “Kökünün neresi olduğuna doğduğun yer karar vermez, özlemin bittiği yer karar verir” diye cevapladı.
Yumurta kabuğunun dışını bilmiyordum ama dışarda mıknatıs gibi beni çeken bir ses ve koku duyuyordum. Sonuçta anne beni yaşamam için buraya bırakmıştı, terkedersem ayıp olmaz mı? “En büyük ayıp var olmamaktır” diye fısıldadı parçam.
Yoldayım ve gözlerime kumlar kaçıyor. Halbuki ne kadar yumuşaktı yumurtamın içi. Ama öyle merak ettim ki dışarısını, öyle karşı koyulmaz bir histi ki, merakla yaşamaktansa ölürüm dedim. Ölmeyi de denedim. İçeride günlerce hareketsiz ölmeyi bekledim. Varolmadan ölemeyeceğimi de anladım.
Var gücümle yumurta kabuğunu bastırdım çıkmak için, kırılırsa kırılsın dedim. Ölene kadar şarkı söyler, mutluluk gözyaşları içinde ölürüm ama buradan çıkmam lazım dedim. Daha kırar kırmaz yumurtayı şu an yüzümü acıtan, anne gittiğinde ruhumu acıtan kum, gözlerime ve burnuma doldu. Artık korunmasızdım. Yumurtam kırılmış içi kumlarla dolmuştu. Yüzdüm kumların içinde. Ben yüzmeyi bildiğimi bilmiyordum. Ama içimdeki bilge parçam biliyordu. Hangi yöne gideceğimi de o biliyor. Kumdan çıkmak için yüzdüm. Buradan çıkmak için attığım her kulaçta, annenin üstümü örterkenki kulaçları sızlattı içimi. Neden bu kadar derine gömdü, diye ağladım. Hem ağladım hem yüzdüm hüzün dolu kumumda.
Yanımda, kendi yumurtasından çıkanları gördüm. Birbirimize yardım mı ettik, yoksa birbirimizi aşağımı çektik, kayan kumlar arasında bilmiyorum. Demek ki onların içinde de onları ikna eden bilge parçaları vardı.
Kumlardan çıktığımda bağıra bağıra ağladım, ben bu mavi çatıyı tanıyorum, dedim. İçimde bu bilgi vardı. Ama bu mavi bana neden yetmiyor? Dahası olmalı diyorum. Tekrar kızıyorum içimdeki bilge parçama. Başka mavi yok diyorum. “Öyleyse neden hala öfke var anneye?” diyor. Kendi kendime haksız olmaktan yoruluyorum.
Herkes bir yerlere kaçışıyor. Sanırım onlar da benim gibi suçlu hissediyor. Yeter sandıklarının yetmediğini anladılar.
Bir başka maviye açlığım. Beni mıknatıs gibi çeken o sesi tekrar duyuyorum. Umut dolu bir ses. Biliyordum. Doğduğum yere ait olmadığımı biliyordum. Belki de anne yanlış karar verdi.
Sese doğru hareket ederken bir kaç çığlık sesi geliyor. Mavi çatıdan gelen canavarlar benim gibi nicesini alıp mavi çatıya geri gidiyor. Çok korkuyorum. Çok çıplak hissediyorum. Yumurtam diye bağırıyorum. Arkama baktığımda kırık kabuklarını görüyorum. Bu yola hiç çıkmamalı mıydım? Fazlasını istedim, şimdi ise hiç istemediğim, hiç hayal etmediğim bir ölüme yakınım. Ama bunu göze almamış mıydım? Orada kalmaktansa ölürüm dememiş miydim? Köklerimden kopmanın ölümden başka nasıl bir sonucu olacaktı ki zaten. Belki de… Beni korumak için gömdü. Başka çaresi olmadığı için. Gücü buna yettiği için. Bilge parçam anne kadar sessiz. Annenin bir sebebi olduğunu düşünmeye zorluyor beni.
Düşüncelerimden beni deli gibi çağıran o koku ve ses çıkarttı. Tekrar yüzmeye başladım kumun üstünde. Bağıra bağıra yüzüyorum, “Hem korkup hem nasıl mutlu olunur? Hem bu kadar çabalayıp hem nasıl bu kadar çaresiz olunur? Hiç görmediğin bir renge nasıl aşık olunur?” Bağıra bağıra bunları soruyorum yeni evrenime. “Hiç biri daha ağır değil durmaktan ait olmadığın bir yerde. Hem bu kadar hedefsiz, hem bu kadar emin nasıl olunur?”
Her yerim kum dolu. Bedenime yapıştıkça ağırlaştırdı beni. Ne bir plan var aklımda, ne bir savunmam, iç sesimle hesaplaştım ve yaptım. Gelmeyeceğini anladım ve yaptım. Kendi başına karar vermek ne zordu… Başını yumurta kabuğundan çıkartmak ne zordu…
Hemen yanımdakini de bir başka yaratık aldı ağzına, o kadar korkarak bağırdım ki, kumdan kuma düştüm. Hem de ters. Kollarımla kumu tutmaya çalışıyorum tekrar dönmek için ama nafile. Bedenimi sağa sola çevirmeye çalışıyorum. Kısacık bir sürede öyle çok çabaladım ki, bütün enerjim bitti. Yanımdaki kumları atmaya çalışırken yanlarıma ve sırtıma dokundum.
Bu da ne! Benim kendime ait bir kabuğum mu var?
Bedenime çarptırıyorum kollarımı. Sert! Benim kabuğum var. Benim kabuğum var! Benim yumurtanın korumasına ihtiyacım yok. Herkese bağırıyorum! “Kabuğunuz var. Hepinizin kabuğu var. Ben biliyorum! Hissettim ve bildim. Bıraktığınız yumurta kabuğuna üzülmeyin! Sizde sandığınızdan fazlası var!” Ağlamak bu yolculuktaki en büyük yoldaşım. Ağlaya ağlaya bağırıyorum. “Anne, bende sandığından fazlası var!”
Nihayet dönebildim yüzüstü. Çenemde açılan yaram tekrar acıdı. Diğerlerine bakmamaya karar verdim. Bu kanatlı canavarlar kaparsa kapsın beni. Ben olduğumdan daha fazlası olduğumu gördüm.
Keşke anne de görseydi. Beni bir kumun altına terketmek yerine onunla olmama izin verirdi belki.
Burnuma koku daha yoğun gelmeye başladı. Yüzerek koşuyorum. Ne çenemdeki, ne kollarımdaki acıları artık umursamıyorum. Benim kendi kabuğum var. Yüzerek koşuyorum kumların üzerinde.
Duruyorum. Zaman donuyor. Asıl mavimi görüyorum. Nasıl da hareket ediyor. Bana zorluk çıkarttığı için kumu dövüyor. Biliyordum. Bu mavi bana aç gözlü olmadığımı kanıtlıyor, bilge parçama güvenmeyi öğretiyor, neden bilmiyorum ama bu mavi bana anneyi hatırlatıyor.
Koşuyorum, düşüyorum, yuvarlanıyorum. Koşarken kollarımı kabuğuma çarptırıyorum.
Asıl mavi bana doğru geliyor, sonra geri çekiliyor. Tam geldi diye seviniyorum, tekrar gidiyor. Asıl mavi, bana annemi hatırlatıyor.
İşte.. Ona kavuşuyorum… Bu kadar yumuşak olabilirdi bir mavi. Bu kadar serin olabilirdi. Beni içine alıyor mavim. Anne kokuyor. Anneye öfkeyi soğutuyor. Özlemi bitiriyor.
Etrafımda kıskaçlı başka yaratıklar beni ve diğerlerini avlamak için kovalıyor. Ama artık bana zarar veremezler. Evime ulaştım ve yüzebilirim.
Anne beni korumak için oraya bırakmış olmalı. Bu uçan canavarlardan ve kıskaçlılardan korumak için gömmüş olmalı beni kuma. Kim bilir nasıl canı acımıştır. Beni buraya bırakıp gitmek zorunda oluşunu ona fısıldayan kendi bilge parçasıyla kim bilir ne kadar kavga etti. Kim bilir nasıl sızladı içi, üzerime her kum atışında? Benim için, ilk bakışta bencilce görünen dünyanın en zor kararını verdi. Tek başına karar almak ne kadar zor. Kim bilir o bu kararı nasıl verdi?
İçimdeki bilge parçam bir hediye annemden. Annem. Ben köküme göçtüm. Göçler hep özleme olacak, özlemin bittiği yer ise kökün ta kendisi olacak.

Yusuf Ziya Beyzadeoğlu, 2013 yılında Uludağ Üniversitesi Makine Mühendisliği’nden mezun oldu. 12 yıldır Türkiye’de otomotiv sektöründe Ar-Ge çatıları altında çalışmaktadır. Son iki yıldır yöneticilik başlığı altında insana dokunmanın mutluluğu içindedir. 2022 yılında evde yaptığı müziğini dijital müzik platformları aracılığıyla paylaşmaya başlamıştır. Halen şarkı sözü yazar, besteler. Tiyatro ile ilgilenir. Kapadokya Edebiyat Buluşmaları’nda yaptığı denemelerin ardından yazmaya niyetlenmiştir.

