Yönetmenliğini George Sluizer’ın yaptığı, Hollanda – Fransa yapımı psikolojik gerilim filmi Spoorloos (Kayıp), sevdiği kadının aniden kayboluşunun gizemini yıllarca çözmeye çalışan bir adamın saplantısını ve bu arayışın onu karanlık bir sona doğru sürükleyişini anlatıyor. Gizem ve gerilim türündeki klasiklerden biri olarak kabul edilen 1988 yapımı bu film, izleyicisine ‘arzu’ ve ‘takıntı’ kavramları ile bunların sonuçlarınına ilişkin düşüncelere zorluyor.
ALPERHAN BENLİOĞLU
Spoorloos (Türkçe adıyla Kayıp, İngilizce adıyla The Vanishing), Tim Krabbé’nin romanından uyarlanan, George Sluizer’ın yönettiği bir Hollanda – Fransa ortak yapımı bir gerilim filmi.
Film, çıktıkları tatilde kız arkadaşını kaybeden bir adamın onu yıllarca süre pes etmeden aramasını konu ediniyor. 1993 yapımı filmin Hollywood versiyonu da 1998 yılında Jeff Bridges, Kiefer Sutherland ve Sandra Bullock gibi ünlü oyuncularla çekilmiş olmasına rağmen aslının daha çok beğenildiğini belirtmeliyim.
Spoorloos, sadece gerilim yaratma biçimiyle değil, aynı zamanda sunduğu felsefi ve psikolojik sorularla da öne çıkan bir eser olarak kabul ediliyor. Öyle ki Stanley Kubrick’in de izlerken oldukça gerildiğini bir film olarak ekstra bir üne sahip.
Film, Hollandalı çift Rex (Gene Bervoets) ve Saskia’nın (Johanna ter Steege) Fransa’da bir yolculuğa çıkmalarıyla başlar. Bir benzin istasyonunda mola verdiklerinde Saskia, aniden ortadan kaybolur. Rex, sevgilisinin kayboluşunu bir türlü kabullenemez ve yıllarca onu aramaya devam eder. Aradan üç yıl geçer ve bir gün Saskia’yı kaçıran Raymond (Bernard-Pierre Donnadieu) Rex’le iletişime geçer. 3 yıl geçmesine rağmen hala kayıp ilanları dağıtan Rex’in çabası, aile babası görünümünde olan psikopoat Raymond’ın dikkati çeker. Birkaç buluşma daveti içeren kartvizit ileten Raymond sonunda Rex’in karşısına çıkar. Raymond, Saskia’nın başına ne geldiğini göstermek için Rex’e tüyler ürpertici bir teklif sunar: Rex’in de aynı yoldan geçmesi gerekmektedir.
Spoorloos’u diğer gerilim filmlerinden ayıran en önemli özelliklerden biri, tipik bir kaçırılma hikayesinin ötesine geçip psikolojik bir derinlik sunmasıdır. Raymond karakteri görünüşte sıradan bir aile babası olarak resmedilmesine rağmen kendiyle ilgili tuhaf deneyler yapan tuhaf bir katildir. Kişiliğinin derinlerinde, içgüdüsel bir kötülük yatmaktadır. Raymond’un eylemlerini anlamak ya da onlara bir neden bulmak zordur, çünkü o, kötülüğü adeta deneysel bir dürtüyle gerçekleştirir. Raymond, kaderin kontrol edilebilir olup olmadığını test eden bir bilim insanı gibidir.
Filmde Rex’in sevgilisi Saskia’ya duyduğu takıntı ve onu bulma arzusu, izleyiciye büyük bir çaresizlik hissi yaşatıyor. Rex’in yaşadığı içsel çatışmalar, hikayenin gerilim düzeyini daha da artırıyor. Film boyunca Rex, sevgilisini bulmak için her şeyi yapmaya hazır olduğunu defalarca gösteriyor. Ancak filmin doruk noktası olan finalde, onun bu arzusunun korkunç bir gerçekle sonuçlandığına tanık oluyoruz.
Beni Saskia’nın ilanlarına baktığımızda artık yaşayıp yaşamadığını bilmeme gerçeği daha çok gerdi diyebilirim. Bir yandan Rex’in neden katili yakalamak için arkadaş ya da polis desteği almadığı sorusu ile birlikte neden bunca yıldan sonra karşısına geçen adamı fiziksel olarak itiraf zorlama yolunu seçmeyip kendini de bir kurbana dönüştürmesini de anlayabilmiş değilim.
Film platformlarının artmasıyla her geçen gün konu olarak daha zayıf ve düşük puanlı gerilim filmlerine muhtaç kalmışken Kuzuların Sessizliği, Seven tarzı filmleri daha da özlüyorum. Filmin sonunda siz de benim gibi Rex’in gücünü kullanması gerektiğini düşünürseniz, o durumda olduğunuzda neler yapabileceğinizi hayal etmenizi isterim.
Siz de acıya teslim olup aynı yoldan geçmeyi mi, yoksa suçluyu acıya yönlendirip yaptıklarını ona da çektirmeyi mi tercih ederdiniz?
Alperhan Benlioğlu
Orta Doğu Teknik Üniversitesi Fizik Bölümü ve Anadolu Üniversitesi İktisat Bölümleri mezun olduktan sonra kariyerime Hacettepe Üniversitesi’nde MBA ile devam ettim. Aselsan’da 12 yıl Proje Yöneticisi olarak görev yaptıktan sonra, kariyerini Prowin Danışmanlık’ta Genel Müdür Yardımcısı olarak sürdürüyorum. Sinema ve edebiyat ile yakından ilgileniyorum. “Sihirli Maceralar Kitabı”, “Bal Porsuğu Uzaylılara Karşı” ve “Hindistan Cevizine Ne Oldu?” isimli üç çocuk kitabım bulunuyor. Bugüne kadar şiir ve hikayelerim 10’un üzerinde farklı kolektif kitapta yer alırken, yazmaya devam ediyorum.