Alperhan Benlioğlu
“Lezzetin tarifini makineler ezberledi, ama açlığımız yine de geçmedi.”
Gelişen teknolojiyle birlikte mutfaklar steril laboratuvarlara dönüşmeye başladı. Çok yakında yemekleri insanların değil, çelik parmaklı, duygu yoksunu aşçılar pişiriyor olacaklar muhtemelen. Mükemmel oranlar, hatasız dilimler, algoritmik baharat dengesi… Ama hiçbir lokmada geçmişin kokusu yok. Gastronomi, duygunun değil datanın eline geçti. Ve biz, insansı robotların kusursuz menülerine bakarken, annelerimizin ocak başındaki sessiz duasını özlemeye başladık bile…
***
Sırt sırta vermiş günün yoğunluğunu çadır içindeki küçük televizyona bakarak atmaya çalışıyorlardı. Kamuflaj için suratlarına sürdükleri boya terle birleşmiş ürkütücü bir hal alarak boyunlarına doğru akmıştı. Genelde televizyona bakma nedenleri kadın spikerleri izleyip üzerine senaryolar üretip eğlenmek olsa da bu akşamüstü hepsi ekrandan gelip çadırın soğuk duvarlarında yankılanan kelimelere kitlenmiş durumdaydı. Teknoloji devi firmanın CEO’su uluslararası arenada savaşacak insanımsı robotların hazır olmasına rağmen halen insanlık buna hazır olmadığı için ürünü ticarileştiremediklerini anlatıyordu.
Sigarasının kalan son zerresini yere atıp üzerine basan rütbeli asker “Yine de ordunun içine robot satmayı başarmışsınız şerefsizler” diyerek inledi.
Yerde oturanlar önce bir anlığına arkaya dönüp bakıp daha sonra yüzbaşının açtığı konuyu tartışmaya başladılar. Çadırın içini yalayan rüzgarın uğultusu yerini konuşmaların yankısına bırakmıştı. İki aydır birlikte görev yapan robot aşçıya alışmaya çalışıyorlardı. Savaşacak asker bulmak zordu ve bulunan bu askerleri yemek pişirmede harcamak aptallık olurdu. Aşçı robot üç kişinin yaptığı işi hiç söylenmeden tek başına yapabiliyor aynı zamanda üstün algoritması sayesinde elindeki kaynakları en iyi şekilde kullanabiliyordu. Aşçı robot sevkiyat birimine özel ağ ile bağlı olup hangi malzemenin ne zaman gelebileceğini buna uygun olarak da hangi yemeğin hangi süreçle daha efektif bir şekilde askere sunulabileceğini öngörebiliyordu. Robot aşçıların özelleşmiş insan iskeletine benzer görüntüsü başta yadırgansa da üniforma ve şapka ile yapılan vücut gizleme işe yaramış, askerler görüntüye alışmışlardı.
Robot aşçının yarattığı verim, canını ortaya askerler tarafından yadırganmasıyla birlikte bir türlü istenilen kabullenmeye olanak sağlamamıştı.
Askerler değil robotlar yok olmalıydı boş kovanların etrafa saçıldığı bomba yüklü arazilerde.
Yemek zilinin çalmasıyla birlikte herkes yemek sırasına doğru yöneldi. Askerlerdeki gerginlik yüz kilometre öteden bile fark edilebilirdi. Robot sakin bir şekilde milimetrik olarak hesaplanmış ölçü kaplarıyla yemekleri dağıtıyordu. Ona ARSIZ ismini takmışlardı. İlk olarak Aşçı Robot’un baş harflerinden oluşan AR ismi ona duyulan sempati yokluğu ile kısa bir süre sonra ARSIZ ismine dönüşüvermişti.
Yüzbaşı büyük bir dikkatle hem robotu hem de sırayı takip ediyordu. Yurtdışı topraklardaki psikolojik gerginlik, kendi iç bölgelerine göre daha büyük bir açmaza sürükleyebiliyordu insanı. Etraftaki gelişmiş ülkelerin çokluğu ve iş gücü sağlayacak nitelikli insan azlığı her an bir askerin ordudan kaçıp yeni bir ülkeye sığınmasına yol açabilirdi. Her işi yapabilecek güçlü bir asker ne olursa olsun farklı alanlarda uzmanlaşmış yeteneklere sahip robotlardan daha değerliydi sivil hayatta. Bir anda ön sıradan gelen bağırtı yüzbaşının sıranın önüne koşmasına neden oldu. Bir asker elinde yarısına kadar pilav olan metal tabakla karşısındaki robota bağırıyordu. Robotun yazılımındaki bir hata yemek az kalınca bir büyük kaosa yol açıyordu. ARSIZ tencerede kalan yemeği ziyan etmeden dağıtmakla yükümlüydü. Porsiyon miktarı belli olduğu için son kalan porsiyon bazen tamdan biraz az olabiliyordu. Yeni tencereye geçip eksiği tamamlama gibi bir yeteneği olmadığı için de dağıtımı kusursuz yapamıyordu. Yine kodlama mantığında olan “savaş durumu az sarfiyat” için tencere dibinde ne kaldıysa onu verecek şekilde hareket ediyordu.
– Bu orospu çocuğu yüzünden aç kalacak değilim. Tam versin pilavımı!
Yüzbaşı özel gözlüğünden askerin ruhsal değerlendirmesini görerek, sinir katsayısını analiz ediyor ve hangi risklerin ortaya çıktığını değerlendirebiliyordu. Geç kalmadan müdahale ederek askeri sıradan çıkarttı. ARSIZ’a bir tabak daha koymasını emretti. Teknoloji şirketleri her zaman patronun kim olduğunun bilinmesinin en büyük Ar-Ge çıktısı olduğunu bilerek hareket ediyorlardı. Robotlar da en rütbeli kişinin her dediğini yapacak şekilde programlanmış oldukları için bu tarz sorunlar başlamadan engellenebiliyordu. İkinci tabağını alan asker birkaç küfür daha savurarak çadıra doğru yürüyerek bulduğu ilk yere çöküp sessizce yemeğini yemeğe başladı. Ne kadar kızgın olsa da yemeğin çok lezzetli olduğunu herkes biliyordu. Ünlü şeflerin tarifleri hassas ayarlarla yüklenmiş, hataya yer bırakmayacak şekilde yemeklerin hazır edilmesi sağlanmış oluyordu.
ARSIZ ne kadar iyi yemek pişirebilirse pişirsin sevkiyatlardaki sıkıntı tatsız bir hale gelmeye başlamıştı. Drone ile gıda nakliyesi sebze ve meyvelerin bozulmadan hızlıca ulaşmasını sağlıyordu. Üstelik de tır ile yapılan sevkiyatlardaki olası saldırılardaki can kaybının da önüne geçiyordu. Ancak drone’ların yükseklik menzili drone savar olarak kullanılan haberleşme kesicileri durduramıyor, bir şekilde fark edilen drone’lar basit bir şekilde düşürülüyordu. Evet insan kaybı yoktu ama kaybedilen gıda olduğu gibi düşmanın eline geçiyordu. Dondurulmuş ve presslenmiş et sevkiyatlarının başlamasıyla sıkıntının çözüleceği ön görülüyordu. Neredeyse bir tır yüklü et minimalize edilerek birkaç drone ile gönderilebilecekti. Titreşimle yapılan sıkıştırma, drone tarafından yapılacak fırlatmayla titreşimin kesildiği anda tonlarca etin teslim edilmiş olmasını sağlayacaktı.
İki gündür atılan pusular ve ufak tefek çatışmalar askerler için bir dinlenme molası olmuştu. Fazla hareketlilik yoktu. Tek tedirginlik hükümetlerin birbirlerini suçladığı yasal olmayan robot kullanımı dedikodularıydı. Askerler puslu gecelerde, attıkları her pusuda, kırmızı gözleriyle kendilerine koşan metal iskeletler görecekleri tedirginliği yaşasalar da henüz hiçbir ülke bu yasağı ilk delen olma cesaretini gösterememişti. Kahvaltıda kavurma çıkması yaşanan sakinliği neşeye bırakmıştı. Uzun zamandır et yemeyen askerler 2 günlük pusu dönüşü gördükleri güzel sürprize sevinmişlerdi.
– Demek sonunda et sevkiyatını başardı bizimkiler.
ARSIZ cevap vermek yerine sıradaki diğer askerin yemeğini koymaya başladı. “Dün gece sevkiyat gelmiş, çok yüklü değil ama bir süre protein ihtiyacımızı karşılar”. Başka bir askerin yumurtalı et parçası saçan ağzından çıkan sözler diğer askerlerin kulaklarında çınladı.
– Bu presslenme işi de nereden çıktı. Etin tadı tat değil.
– Her şeye söylenmeyi kesin!
Yüzbaşı her zamanki gibi şikayetlere izin vermeyeceğini belirtmişti. Kendi de memnun olmayan bir ifadeyle sadece hayatta kalmak istermiş gibi ağır ağır eti çiğnemeye başladı. Böyle durumlarda konuyu değiştirmenin daha akıllıca olduğunu bilirdi.
– Herkes tamam mı? Neden sayımız az?
Yüzbaşı bunu söyleyene kadar kimse bunu fark etmemişti. Herkes kafalarını yukarı aşağı oynatarak saymaya başladıktan kısa süre sonra iki kişinin eksik olduğunu anladılar. Pusuya giderken varlar mıydı acaba? Kimsenin emin olamadığı bir soruydu bu. Artık otomatikleşen pusu operasyonlarında ikişerli olarak ayrılarak sıra ile dağın belli bölümlerine diziliyorlardı. Yüzbaşı dönüş yolunda herkesi tek tek saymadığı için panik duygusuna kapılmış halde ayağa fırladı. Bir süredir gündoğumu ile birlikte zayiat vermemek için ayrı ayrı dönüyorlardı. İkişerli gitmiş ve ikişerli dönmüşlerdi. Görünen o ki ikişerli ekiplerden biri dönmemişti. Belki de hiç gitmemişti. Sinirle yere tükürdü yüzbaşı.
– Kayıp olanlar kim?
Yüzbaşı sinirden çıldırmış halde herkesin yüzüne bakıyordu. Sanki askerleri künyelerinden değil de yüzlerindeki izlere bakarak tanıyormuş gibiydi. Bazılarında ufak tefek izler olsa da bazı askerler gerçekten ciddi yaralanmalar geçirebiliyordu.
– Bizim yaralı yüzler kayıp komutanım
Arkalardan bir asker ağzında tuttuğu kürdanı çıkarma gereği duymadan yalandan bir saygı duruşu ile yüzbaşıya seslenip geri yerine oturdu. Yüzbaşı önce askere sonra onu doğrulamak ister gibi tek tek diğer askerlerin yüzüne baktı. Asker haklıydı. İki yaralı yüzü olan iki badi asker kaybolmuştu.
Firar etmiş olmaları çok olasıydı. Komşu ülkelerden herhangi birine iltica edip yepyeni bir hayata başlamış olmalılardı. İstemese de içten bir haset duydu. Ne iş yapacaklardı acaba? Büyük havuzu olan büyük bir villada bahçıvan olduklarını hayal etti. Bikinili ev sahibesini izleyip, beyinsiz insanların asla onaramayacakları ufak tefek aksaklıkları gidereceklerdi.
Yüzbaşı yerine oturup askerleri tekrar süzdüğünde hepsinin aynı şeyi düşündüğünü anladı. Umarım bu bir kaosa sürüklemezdi birliği diye iç geçirdi. Artık ikişerli pusu atma işi ölümcül bir saldırıdan daha riskli olmuştu. Herkesi göz önünde tutmak zorundaydı. Gece bulutların arasından sıyrılan büyük dolunayın ışığıyla kendini derin bir sessizliğin kucağına bıraktı.
Rüyasında büyük bir bahçe hortumuyla havuzu suluyor ve bunun ne kadar saçma olduğunu düşünüyordu. Bikinili ev sahibesi ise robotun verdiği kokteyli içerken onunla birlikte kendisine gülüyorlardı. Aptal insan, aptal insan diye kahkahalar atmasına rağmen bir türlü havuzu sulamaktan vazgeçemiyordu. Uyandığında çişinin geldiğini fark etti. Aynı zamanda ter içinde kalmıştı. Ayın yarattığı beyaz güzellik çadırın arkasından bile belli oluyordu. Kaçak askerler aklına geldiğinde canı sıkıldı. Robot aşçıyla konuşarak askerlere keyifli bir yemek pişirttirip, keyifli bir organizasyon yapmanın mantıklı olacağını düşündü. Evet bir yemek eğlencesi askerlerin tekrar keyfini yerine getirebilirdi. Botlarını ayağına geçirip kaslı kollarına yakışır dar tişörtüyle dışarı çıktı. Belinde sadece iri av bıçağı vardı. Mutfak çadırı boştu. Bu dangalak robot da mı kaçtı acaba diye düşünmeden edemedi.
– Hey ARSIZ neredesin?
Hiçbir ses yoktu. Dinlenme modunda ya da şarjda olabileceğini düşündü. Her ne olursa olsun o metalik kıçını buraya getirip istediği yemeği yapacaktı. Mesanesindeki baskı tekrar çok çişi olduğunu hatırlattı ona. Sahra tuvaletine gitmektense dereye doğru yürüyüp biraz daha hava almak istiyordu. Kuru ağaç dallarını iterek eğimli patikadan aşağı doğru yürüdü. Dolunay sanki geceyi aydınlatmak için ısrarla ışıyordu. Kayan toprağa aldırmadan hızlı adımlarla aşağı doğru yürüdü. Uzun yürüyüşleri severdi ama çişi çok da fazla yürümesine izin vermeyecek gibi daha da zorlamaya başladı. Dereye işemeyi sevse de bu kez suyun çıkardığı ses yerine ağaç gövdesinin çıkaracağı tok sese razı olmaya karar verdi. İşemeye başladığı anda uzaktaki karartıyı gördü. Robot olduğundan şüphe duyulmayan bir beden kıvrılmasıyla ileride bir silüet yerde oturmuş ibadet eder gibi arkası dönük duruyordu.
Ne iş çeviriyor bu geri zekalı, diye düşünmeden edemedi. Bu da mı suya işemeyi seviyor, diye düşündü ve kendi esprisine gülmeye başladı. Daha sonra robotun üzerine işediğini düşünerek daha çok güldü. Sinirleri bozulmuştu. Üstünü düzeltip eline sıçrayan damlaları ağacın gövdesine kuruladıktan sonra yavaş adımlarla robota yaklaşmaya başladı. İğrenç bir koku genzini doldurdu. Her attığı adımda tuhaf bir koku onu daha da zorluyordu. Dizleri üzerine kapanmış robotun şekilsiz bedeni elinde bir satırla kesim yaptığı hissiyatı uyandırıyordu. Son gelen sevkiyatı parçalıyor olmalıydı. Sıkıştırılmış etlerin bu kadar kötü kokacağını düşünmemişti. ARSIZ bundan dolayı uzak dere ağzını seçmiş olmalıydı. Ne kadar kızarsa kızsın işte çok akıllıydı robotlar.
– Hey ARSIZ!
Yüzbaşı 2-3 metre ötesinde duran robota bakarak olduğu yerde donup kaldı. Zaman durmuş sonra da saniyeler binlere bölünmüş gibiydi sanki. Robot satırla kesim yapmayı bırakmış sakin gözlerle yüzbaşına bakıyordu. Yaralı yüzlerinden kayıp askere ait olduğu şüphe getirmez iki kafa robotun biraz ilerisinde beyazlamış gözleri ve sarkmış dilleri ile ayın karanlık yüzünü izliyorlardı. Yüzbaşı karnına oturmuş ağrının, ağzına doğru hızla hareket eden dalgasını bastıramayarak kusmaya başladı. Üzerindeki etlerinin yarısı sıyrılmış bir bacak robotun önünde dururken diğer tarafta üzerinde hiç et kalmamış kemik yığını yer alıyordu. Robot elinde tuttuğu içi et dolu metal sepeti tutarak ayağa kalktı ve kusan yüzbaşının yanına geldi.
– Komutanım görevim her ne pahasına olursa olsun askerlerimizi aç bırakmamaktadır.
Tekrar arkasına dönerek yaralı iki yüze baktı.
– En bozuk olanları seçtim. Bu konuda içiniz rahat olsun lütfen.
Yüzbaşı aç bir kurt gibi hem sinirli hem de tiksintiyle dolu bir ifadeyle dört ayak üzerinde kafasını kaldırarak güçlükle robota baktı. Her an uluyacak gibi bakıyordu.
– Yarın ne pişirmemi istersiniz komutanım? Sadece bu akşam değil, her akşam afiyet olmalı.

Alperhan Benlioğlu, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Fizik Bölümü ve Anadolu Üniversitesi İktisat Bölümleri’nden mezun olduktan sonra kariyerine Hacettepe Üniversitesi’nde MBA ile devam etti. Aselsan’da 12 yıl Proje Yöneticisi olarak görev yaptıktan sonra, kariyerini Prowin Danışmanlık’ta Genel Müdür Yardımcısı olarak sürdürüyor. Sinema ve edebiyat ile yakından ilgileniyor. “Sihirli Maceralar Kitabı”, “Bal Porsuğu Uzaylılara Karşı” ve “Hindistan Cevizine Ne Oldu?” isimli üç çocuk kitabı bulunuyor. Bugüne kadar şiir ve hikayeleri 10’un üzerinde farklı kolektif kitapta yer alırken, yazmaya devam ediyor.

