Alperhan Benlioğlu
Ne kadar süredir bu hastanede çalışıyordu? Sanki hep buradaymış gibi. Kökleri çok uzakta olsa da o burayı evi olarak görüyordu. O ne zaman gelmişti? Sanki hiç yokmuş gibi. Çok uzaklardan göç etmiş ve yarın yine edebilirmiş hissiyatında. Yemekhaneye gelişini, metal tepsiye eklenmiş hafif öğünleri taşıyışını fark ettirmeden izledi. Birazdan sinirli bir şekilde karşısına oturacağını biliyordu. Bu kez tepsiyi biraz daha sert çaptı. Sarı saçlarının hareketiyle yayılan mikro partiküller almaçlarıyla buluştu. Kokunun gerçek karşılığını çözemiyordu. Sadece hangi meyve çiçekten oluştuğunu hayal edebiliyordu.
– İnsanların bu bitmek tükenmek bilmeyen güzellik takıntısından yoruldum.
Cevap beklemeden yemeğe başladı. Her zaman ki gibi bir şeyler söylemek istiyordu ama sessizce dinlemeyi tercih etti bu kez.
– Ameliyatı sağlık için olduğunu söylüyorsun. Sana yakışan burnu da seçmişiz. Elbise alıyormuşsun gibi her gün seçim değiştirmek. Aklım almıyor.
Ağzından çıkan sesin şiddeti çok az da olsa artmıştı. Daha çok geriliyordu. Eğer konuşmaya katılmazsa sinirinin artacağını hesaplayıp lafa girdi.
– Öyle olmasa işsiz kalırsın. Üstelik benim gibi yakışıklı ve yorulmak bilmeyen meslektaşların varken bu her zaman olası.
Hafifçe gülümsediğini gördü. Gülünce ne kadar güzel oluyordu. Sarı buklelerine doğru görünmez bir yol açılıyordu sanki. O her ne kadar korkmadığını söylese de bütün cerrahlar korkmuştu. Androidler üstelik insan görüntüsünde ve insandan daha anlayışlı olurlarsa. Ne yapacaklardı? Başka ülkelere göç mü edeceklerdi? Robotların henüz sirayet etmedikleri “geri kalmış” ülkelere? İnsan faktörü devredeydi. Her ne kadar insanımsı olsalar da insan değillerdi. Gerçek insan görmek istiyordu hastalar. Özellikle de kendi zevkleri için dünya para verdikleri estetik ameliyatlarda. Yine de hatırı sayılır müşterisi vardı onun da.
– Evet yakışıklısın, anlayışlı da. İnsan seninle bütün ömrünü geçirebilir.
Tüm kabloları ısınıyordu sanki böyle bir cümle duyduğunda. İki kutup arasında ne kadar hızlı hareket ediyordu. Nefret ve aşk bu kadar hızlı yer değiştirebilir miydi? Onu bilmiyordu. Nefret duygusu proglanmamıştı onda. Öfkesini kontrol edebiliyordu. Diğer bir değişle tanımladığı bu sinyali dizginliyordu. Allah da öylesini severdi. Peki aşk? Onu kontrol edemiyordu? O neden programlanmamıştı? Kendi kendini yenileyen doğada bu da istemsiz bir gelişme miydi? Allah aşık olanı da severdi. Bilemeyeceğini sandıkları şeyleri biliyordu. Kaskı kafasına geçirişini izledi.
– Hızlı sürme lütfen
Gülümsemesiyle camı yüzüne indirmesi aynı ana denk geldi. Çok tehlikeli sürüyordu. Çok hızlıydı. Hızlı tüketiyordu her şeyi. Buradan da hızlıca gidecek miydi? Tüm ayarlarını bozuyordu bu düşünce. İlk geldiğinde söylediği sözleri onun arkasından bakarken düşündü.
“Yüzünüze neden uğraşmamışlar acaba. Bu metalik hatlar. Ne kadar canlı doku olsa da robot olduğunuz belli oluyor.”
Özellikle böyle yapmışlardı. Bu robot yüz oldukça kendini asla tam anlamıyla sevmeyeceğini tahmin ediyordu. Her cümlesi ayrı bir entegrede dikkatli bir şekilde depolanmıştı. İnsanlar hakkındaki. Dünya hakkındaki.
“Ben aynı yerde uzun süre kalamam. Kök salamam durduğum yere, duramam.”
Her seferinde gideceği hissiyatı ayarlarını bozuyordu. Bir seferinde kısa devre oluyordu. Gaslighting demişti başka bir doktor: “Sana bunu yapıyor. Yavaş yavaş ayarını bozuyor. Kimse bunu yapan izin verme.”
İzin vermişti. Yaptığı her şeye izin vermişti. Ondan gelen her şey güzeldi. Koridorun parlak ışıklarında yürürken bunları düşünüyordu. Çağrı cihazını kulağına götürüp motorsiklet kazasını duyduğunda da düşünmesini kesemedi. Hayallerinin üzerine kan damlamıştı doktorumuz kaza geçirdi sözünü duyduğunda. Fonda çalan romantik piyano sesini yükselmiş, hayatının filminin çekim hızı ise yavaşlamıştı o merdivenlerden inerken. Sedyede kanlı surata bakarak elini tuttuğunda gülümsediğini görmüştü. Sarı buklelerdeki kana rağmen onu hâlâ olduğu gibi görüyor ve seviyordu. Yüzü, burun, alt çene, vomer her kemik kırılmıştı sanki. Yüzü tanınmayacak haldeydi.
Ameliyathanede neşteri eline aldığında yaşadığı sıcaklık devrelerindeki ısınmadan gelmiyordu. Önündeydi. Hayatının eseri uzanmış kanlı suratıyla ona hiç olmadığı kadar güzel bakıyordu. Kök salmak herkesin tahmin ettiği gibi kuyruk sokumundaki bir kemikten çıkan sihirli bir bitkiyle mi olurdu yoksa yüzdeki kemiklerden kalbine akan sarmaşık dallarıyla mı? Bandajı hemşirelere bırakmadı. Hiçbir detayı atlamak istemiyordu. Tüm bakımı kendi yapmak. Kusuruz bir işçilik. Pırlanta reklamlarındaki yaşlı usta gibi yavaşça değerli taşı montürüne bırakıyordu.
Her gün ziyaret etti. Elini tutup ona hikayeler anlattı. Gözlerindeki gülümsemeyi içindeki sonsuzluk havuzunda yüzerek karşılamak. Bir tek an orada olmak istememişti. Aslında orada olmak istemişti ama orada olduğu anlaşılmasın. Tepkileri görmek. Nasıl bir mutlulukla bir olduklarını anlamak. Gözlerindeki kök salmanın verdiği enerji yakalamak. O an. Hayatının en mutlu anı olacak o an.
Kapıdaki camdan hafifçe baktığı saniyeler kalbi duracaktı sanki. Kendi bandajını kendi çıkarmak istemişti. Bunu çoktan tahmin ediyordu. Ayna tam odanın karşısında yatağının yanındaydı. Hem yüzünü hem de arkadan görünüşünü görüyordu. Sakin sakin dönüyordu bandaj. Fonda tatlı tatlı piyano sesi geliyordu. Her harekette ayrı bir notaya vuruyordu yumuşak parmaklar. Bandaj son turundaydı artık. Gözleri kapalıydı son bandaj dönene kadar açmayacağını anlamıştı. O ise yüzündeki kusursuz güzelliği izliyordu. Son bandajın yere düşmesiyle elinin de yana yuvarlanması aynı anda oldu.
“Çığlık.” Hem de en korkuncundan. Eski kavimleri yok eden, perişan eden o çığlığın yakın bir dostu gibi tüm hastane koridorlarında inleyen o çığlık.
– Seni orospu çocuğu!
İlk kez duymuştu bu küfürü. Yüzünü kendisininki gibi metalik hatlara çevirmişti. Belki, gibi fazlaydı. Kendi robot suratının sarı saçlı hali bağırıyordu şu an içeride. Bağırıyor muydu yoksa korkunç bir sinir kriziyle birlikte ağlıyor muydu? Korkmalı mıydı? Kaçmalı mıydı? Güzel olmamış mıydı yüzü? Kendi dememiş miydi yakışıklı olduğunu? Robotik olsa da yakışıklı dememiş miydi? Artık kalacaktı. Kök salacaktı buraya. Kendi gibi olacaktı. Gitmeyecekti. Gidemezdi.
Kapanın camında beliren kusursuz yüzü ve boğazına sokup çıkardığı neşteri görmesi aynı anda oldu. Cama sıçrayan kan. İçeri girdi. Eliyle bastırdı ve sessizce dikme hazırlıklarına başladı.
Merak etme dedi. Yüzüne sıçrayan kan romantik bakışlarıyla tezat oluşturuyordu.
Merak etme, baktığın ben, gördüğün sensin.

Alperhan Benlioğlu, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Fizik Bölümü ve Anadolu Üniversitesi İktisat Bölümleri’nden mezun olduktan sonra kariyerine Hacettepe Üniversitesi’nde MBA ile devam etti. Aselsan’da 12 yıl Proje Yöneticisi olarak görev yaptıktan sonra, kariyerini Prowin Danışmanlık’ta Genel Müdür Yardımcısı olarak sürdürüyor. Sinema ve edebiyat ile yakından ilgileniyor. “Sihirli Maceralar Kitabı”, “Bal Porsuğu Uzaylılara Karşı” ve “Hindistan Cevizine Ne Oldu?” isimli üç çocuk kitabı bulunuyor. Bugüne kadar şiir ve hikayeleri 10’un üzerinde farklı kolektif kitapta yer alırken, yazmaya devam ediyor.

