Kenan Doğru
Hiçbir zaman gitmediler kulağımdan. Asırlardır süren sessizliğe çığlık atıyormuşçasına, ormanın dehlizlerine kadar uzanmıştı fısıltıları. Onu duyunca, sonu gelmeyen bir meraktı yuvandan ötesini görmek. Unutur muyum hiç! Geçmişe süzülürken hatıralarım, boşluğun kollarında uzandım zamanın öteki ucuna.
Gün geçtikçe güçlendi kanatlarım. Gerilmiş bir lastik gibi çektiğinde titremiyor, aksine tutabiliyordum onları havada. Gözlerim uzakları daha iyi görüyordu görmesine ama, yine de boyum yetmiyordu o seslerin geldiği dünyayı görmeye.
Ve bir gün zamanı geldiğinde, gagamı takip eden gözlerim, dışarıyı görecek kadar yükseldi yuvamın çeperlerine. Şafağın içini döktüğü o minik çiğ taneleri kadar hafif, gözyaşları kadar ağır damlalar yuvarlandı o an, tüylerimden aşağı. Kalbimin sevinçten taşan çığlıklarıydı bu. Onu hayalimde görmek için kaç kez: Gökyüzüne tırmanıp, bulutların üzerinden seyre daldım; başka bir hayalin içinde.
Çiçekler, kokularını güneşten esirgemiyorlar, yapraklarını açmış dans ediyorlardı gün boyu. Güneş hoşça kal dediğinde, rüzgâr henüz akşamı selamlıyordu. Geceyi, kıştan kalan soğuğun kırıntıları bastırdığında, o da gündüzün kefaretini ödüyor, böylece şafağı selamlıyordu göz yaşlarıyla. Suyun, canına karışması ile toprak, o kesif kokusunu yaymak için güneşin doğumunu beklerdi kederle. Gecenin kavalcısı baykuşlar o ara uyanır, tekil bir ezgi tüttürürlerdi yüksek yerlerde. İnlerinde uyanan ayılar, kısılmış gözlerini aralayıp bakarlardı yukarı doğru.
Bir dirhem ateş içindi hepsi.
BİR DİRHEM ATEŞ!
Ve ondan bir parça taşımayan hiçbir şey yoktu etrafta.
Yağmurlarla yıkanarak, bir baharın kalbinde böyle doğdum işte. Hemen kanatlarımı çırpıp heyecanlanırım, o anlar aklıma geldiğinde. Çünkü güneş göz kırptığında başlardı kelebeklerin seremonisi. Nerden geldiklerini bir türlü anlamazdım. Vakitsiz gelen bir vakitte onları izlerdim: Bir ağacın gölgesi sahibini gösterip, ta ki ortadan kaybolana kadar. Çünkü o zaman, üzerine atlamak için o can attığım sarmaşıklarla örülmüş boşluklar, bir anda örümcek ağına dönüşürdü. Yuvamda nefes bile almadan beklerdim korkuyla. Bu, bir izcinin gökyüzünde hiçbir yere gitmemeye karar verdiği andı. Ardından, yavaş adımlarla etrafa çöken o sessizlik. Zamanın, mekânı dişlerinin arasında parçalarına ayırıp çiğnediği an: Anların geçmediği zamanlar.
Neydi tüm bunlar?.. Hep düşünürüm: “Yoksa çiçeklerin dansı; alevlerin kıvrımlarının yarattığı bir göz yanılsaması mıydı, rüzgârın onları okşaması yerine?”
Tüm o zamanların sonsuza kadar süreceğini zannetsem de bir gün geldiğinde, öyle olmadığını gördüm. Son kanat çırpışlarım kurtarmıştı beni yuvamdan atladığımda. Uçtum ardıma bakmadan. Sonra anladım ki yollar birleşiyor, yollar ayrılıyor. Aradığım şeyi bulmuştum ama nerde olduğunu bilmiyordum. Belli ki uzaklarda bir yerdeydi o aradığım ama nerde?
O hiç olmamış olana, olan hasret; hayalinde bile onun ile tek olduğun, ama bunu bildiğin için hissettiğin ayrıklığın bir türlü geçmeme hali. Sanki yanımda ama göremiyordum!
Ah, dün gibi hatırlarım: Gözlerim kamaşana kadar uçardım yukarılara, hep onu arardım. Yoktu. Büyük bir yalnızlık hissederdim sonunda. Ama ne zaman yorulup ormanın derinliklerine dönsem, düşünürdüm hep: “Tıpkı benim de ilk kez dışarıyı gördüğüm o günlerdeki gibi, birisi yuvasından meraklı gözlerle ilk kez dışarıyı süzüyor, ağaçların arasından beni izliyordur belki de.” Bir an unuturdum yalnızlığı, o dikkatle süzen, eski ben olunca.
Beni gerçekten gören olduysa eğer o günlerde, belki de sadece o gözler bir anlam bulmuştur; o şaşkın halimde. Çünkü biliyorum ki, o da biliyor: “Eğer uçabilir ise var olmak kaderi.”
Ataları, kaç kez kılık değiştirip rüyasına girecek kim bilir? Sonunda cesareti iki arşın arasına sıkıştığında, hemen yardımına koşacak kulağına düşen uzun bir fısıltı:
“Bırak kendini boşluğun şefkatine. Çırp kanatlarını umarsızca! Unutma ki geçmişin kulaç atmalarının kefaretini, şimdi de kanat çırpışların ödeyecek! Yoksa, boşluk inancını emerek yok edecek her şeyi; onu doldur kendinle! Düşerken her şeyi unutabilirsin, ama inancın sende kalsın. Çünkü hep son raddeyi bekler, onun tılsımı…”
Yine de gizli bakışlarımızın, – bazen göz göze gelsek bile- hep öyle kalmasını isterdim. Çünkü diyemezdim ki, “Günlerce uçtum her yere, sonundaysa hiçbir bir yere varamadım ya da diyebilir miydim aslında hiçbir yer yuvam gibi gelmedi?”
Diğer kuşlar bunu itiraf edemeseler de ben, etraftan insanlar geçerken bile umarsızca, ‘Sözlerin anlamsız olduğunu’ öttüm durdum. Anlasalar bile, ne anlayacaklar ki? “Hayalleri uçarak geçmeye çalışırken, aksi bir yönde gelen öteki ile çarpışmaktır, bir kuşun neden öttüğünü anlamak…”
Sonunda bir dört yolda pes etmiştim ben de diğerleri gibi. Daha en baştan tıkanmışlık hissi vermişti o buluşma yeri. Karşılaştığım diğer kuşlar, hepsi aynı şeyden yakınıyorlardı. Rüzgârı suçluyor, bulutları aşamamalarının sebebinin hep o olduğunu söylüyorlardı. En iyi bildikleri, yolun kenarında bir ağaca tüneyip, akşama kadar öterek gerdanlarını şişirmeleri. Evet, ben de bulutları aşamıyordum ama, en azından çiçekleri fark etmiştim!
Bu sıradanlık zamanla, unutturdu onu bana. Dünyayı onlar ile tanıdığıma pişman olmuş, kederlenmiştim. Çünkü hep uzaklara uçmak istiyordum, daha da uzaklara. Ruhumdaki en uzak noktaya, olduğum yerden uzaklaşarak ulaşacaktım belki de, ya da belki o oradadır diye, uçuyordum.
Ne zaman yorulsam siyah bir karga vardı, onun ağaçlığına gider, daldan dala atlayıp uzaktan seslenirdik birbirimize. Bir gün ona uğramıştım gene, bana bir sır vereceğinden bahsetti. Hemen o sıkıcı kuşları taklit edip, meraklı bir minik serçe gibi yalvardım anlatması için. Bana baktı ve birkaç haftaya soğukların geleceğini söyledi.
Bunları duyduktan sonra, birkaç gün daha olduğum yerde kara kara düşünüp, oyalanıp durdum. Uzaktan gizemli gelen yaşam, gizeminden sana bir parça vermek için canını kurtarmanı istiyordu hep. Yuvama dönmeyi düşündüm bir an; yerini bile unutmuştum. Hatta bulsam nerde olduğunu, yerinde yellerin estiğinden emindim. Çünkü bir kuş, kanatları uzadığında anlar: Bir yavru, aynı yuvaya sadece bir kere doğar.
O karganın dediği gibi, hava giderek soğuyordu. Sonunda bir sürünün arkasına takılıp, göç ettim doğduğum yerlerden. Henüz bir hafta olmuştu ayrılalı, gecenin birinde ilk kez dolunayı gördüm. Tek bir bulut dahi yoktu gökyüzünde. İçimden, nedenini anlamadığım tatlı bir hüzün akıp geçmişti o sıralar. Ertesi gün şafak vakti: Üzerine beyazlar giyinen dağların, karların oyuğuna yuva yapmış ağaçların, hatta bulutların olmadığı bir dünyanın uzaktan görüntüsü belirmişti alacakaranlıkta.
“Kim derdi ki kanatlarımın dansı, bir gün bir cennet kuşunun gözlerini kamaştıracak; öteme geldiğindeyse ben ona hayran olacaktım, kelimeler bulamayacaktım söylemek için, hangimizin daha çok sevdiğini.”
O tan vakti, son kez hatıralarımı koynuma alıp süzüldüm havada.
“Bir kelebek uçuyor yuvamın üzerinde, sanki bir şeyin habercisi. Önce kanatlarını yalpalayarak yuvanın sırtına veriyor kendini, sonra uzun ince antenleriyle süzüyor etrafını. Bilmiyor kim olduğumu; uçarak yakınımda bir yere konuyor bu sefer. O an, kısa bir zaman önce saydığım benekleri, bir çizgiye dönüşüyor havada; sonra bölünerek zamanla hayalimdeki zaman çizgisiyle buluşuyor o noktalar.
Bana bakıyor; sessizce bana bakıyor. Kanatları hala dik, her an uçacakmış gibi. Tam o arada, ince uzun bir çığlık kopuyor göklerde. Uçup gidiyor kelebek hemen, bir daha geri dönmüyor. O yırtıcı sesin ardından, bir anda ormanda garip bir sessizlik doğuyor: Korkunun dinginlik anı. Ölüm, sessizce yaşamın bağrında cirit atıyor o saniyeler. Bir an cesaretimi toplayıp yuvadan dışarı bakmak istiyorum. Ayağım kayıyor, yapamıyorum; yine de tüyden döşeyim, boşluğu dolduruyor o arada…”

Kenan Doğru, Ardahan’da doğdu. İstanbul’da yaşıyor. Uluslararası bir firmada yönetici olarak çalışmakla birlikte, küçük yaşta tutku edindiği yazı alanında üretmeye devam ediyor. “Sapien Hislerim” adlı deneme aforizmalar kitabının yazarı olan Doğru’nun çeşitli mecralarda yayımlanmış pekçok öyküsü bulunuyor. Mühendislik eğitiminin ardından yüksek lisansını tamamlayan Doğru, şimdilerde İstanbul Üniversitesi “Felsefe” bölümünde eğitimine devam ediyor. Aynı zamanda ilk romanı ile okurlarıyla buluşmaya hazırlanıyor.


