Close Menu
    Son Eklenenler

    Margaret Atwood’un “Kalpten” şiirleri okurla buluştu

    Aralık 3, 2025

    Sokak Sanatçıları Festivali 500 sanatçıyı Müze Gazhane’de ağırlayacak

    Aralık 3, 2025

    Yollara Düşen Sahneden Öyküler Depo İstanbul’da

    Aralık 3, 2025
    Facebook X (Twitter) Instagram
    Çarşamba, Aralık 3
    X (Twitter) Instagram Facebook
    Suare Dergi – Film – Kitap – Sanat – Hayat ve DahasıSuare Dergi – Film – Kitap – Sanat – Hayat ve Dahası
    • YAŞAM
      1. Aktüel
      2. Beslenme
      3. Felsefe
      4. Fitness
      5. İlişkiler
      6. Kişisel Bakım
      7. Kişisel Gelişim
      8. Psikoloji
      9. Sağlık
      10. Seyahat
      11. Sürdürülebilir Yaşam
      12. Teknoloji
      13. View All

      Nazlı Eray’a “Yaşayan Efsane” Onuru

      Temmuz 5, 2025

      Yüzüncüyıl Gazeteciler Derneği’nden anlamlı seminer

      Temmuz 3, 2025

      ‘Boykot bir hak mı? Suç mu? ‘ sorusuna yanıt arayanlar için 10 film

      Nisan 2, 2025

      Sinema tutkunları için yepyeni bir mecra: Yeni Sinema Dergisi 

      Şubat 28, 2025

      İnovatif makarnacı Pastavilla 32. yaşını ödülle kutluyor

      Nisan 22, 2024

      Buğday Derneği ‘zehirsiz kentler’ için harekete geçti

      Aralık 23, 2021

      1 KAVRAM 10 DÜŞÜNÜR: Varoluşun On Yüzü

      Ağustos 2, 2025

      Ulus Baker: Kısacık hayatına çağları sığdıran ‘birisi’

      Temmuz 12, 2025

      Institut français, Fransız yazar, felsefeci ve filolog Barbara Cassin’i ağırlıyor

      Şubat 25, 2025

      Sade Yaşamın Gücü: Epikür ve Tao’nun izinde sadeleşmek

      Aralık 7, 2024

      Ergen ebeveynleri için kılavuz

      Eylül 23, 2024

      Aşkın Lotus Hali… 

      Temmuz 4, 2024

      “Doktordan Az Kullanılmış” bu defa bir kitap adı oldu

      Ağustos 29, 2023

      ‘Rekabetçi Aile’yi izlerken kendimize de gülebilir miyiz?

      Ağustos 27, 2023

      Parfümde şişe tasarımı kokudan önemli olabilir mi?

      Mart 28, 2023

      Saç bakımına ilişkin merak edilen 6 soru ve 6 yanıt

      Nisan 17, 2022

      Beynini Resetle: Zihinsel rahatsızlıklar ve metabolizmayla ilişkisi

      Eylül 30, 2025

      Stresten Huzura: Deneyimlenmiş bir dönüşüm süreci

      Mart 6, 2025

      Yeni Eril: Dr. Nil Keskin’den kapsamlı bir dönüşüm rehberi

      Mart 4, 2025

      Cansel Oruç’un ‘Başarmaktan Korkma’ kitabı okuyucuyla buluştu

      Aralık 26, 2024

      Beynini Resetle: Zihinsel rahatsızlıklar ve metabolizmayla ilişkisi

      Eylül 30, 2025

      Kimdir bu “Narsist Sapkınlar?”

      Mayıs 29, 2025

      Borderline: Bir Kişilik Bozukluğunun Biyografisi

      Mayıs 6, 2025

      Dementor – Ruh Emici: Narsisizmin gölgesinde bir yok oluş ya da yeniden doğuş hikâyesi

      Şubat 17, 2025

      ‘Hepimiz Narsistiz’ kitabının yazarı Şule Öncü: Sanıldığından yaygın!

      Mayıs 17, 2024

      “Doktordan Az Kullanılmış” bu defa bir kitap adı oldu

      Ağustos 29, 2023

      Prof. Dr. Körükoğlu’ndan sağlıklı ve genç kalmanın sırları

      Mayıs 7, 2023

      Salmonella’dan korunmak mümkün mü?

      Nisan 27, 2022

      Zeytin Kokulu Memleket: Ayvalık

      Ağustos 20, 2025

      Sayım Çınar ile Kopenhag’da Kültür-Sanat 

      Ağustos 9, 2025

      Kadim bir kültür kenti: Denizli

      Mayıs 21, 2025

      Kayıp bir çantanın peşinde Patagonya’da edebiyat

      Şubat 20, 2025

      Nihal Gündüz’den ‘makarna’ ile ‘Çevre Krizi’ fotoğrafları

      Ağustos 15, 2025

      ‘Baumit ile Olasılıklar’ kitabı ile geleceği yeniden düşünüyor

      Eylül 20, 2023

      Heykeltıraş Varol Topaç’ın çelik üretim atıklarından yarattığı eser Contemporary İstanbul’da

      Eylül 17, 2023

      Jeotermal enerjiyi çocuklara anlatan kitap: Damla Adamlar

      Ağustos 31, 2023

      Kim Korkar Yapay Zekadan

      Haziran 8, 2025

      Türkiye’nin mutfak ve kültür mirasından seçkiler dijital erişime açılıyor

      Ekim 20, 2023

      Mevzular Açık Mikrofon, artık GAİN’de

      Eylül 1, 2023

      Akıllı makineler ve robotlar denilince akla gelen filmler

      Ağustos 31, 2023

      Zamanı Sahiplenenin Dünyayı Yönetmesi Üzerine

      Aralık 1, 2025

      Antakya Film Festivali başladı

      Kasım 24, 2025

      Sinem Çelebioğlu‘ndan çocuklar için; Dağın Kızı 

      Kasım 20, 2025

      Fethiye Uluslararası Film Festivali başlıyor

      Kasım 4, 2025
    • KÜLTÜR – SANAT
      1. Kitap
      2. Müzik
      3. Öykü
      4. Sanat
      5. Sergi
      6. Sinema
      7. Şiir
      8. Tiyatro
      9. Video
      10. View All

      Margaret Atwood’un “Kalpten” şiirleri okurla buluştu

      Aralık 3, 2025

      Geçmişten günümüze atların tarihteki yeri: ‘Akıncılar, Hükümdarlar ve Tacirler’

      Kasım 27, 2025

      Demet Cengiz’in Leylâ’sı ile kaderin kırılma anları

      Kasım 27, 2025

      Sayım Çınar ile kitap dünyası

      Kasım 26, 2025

      Tame Impala Barış Manço hayranı!

      Ekim 22, 2025

      “Pekinel Uluslararası Masterclass” 6-12 Eylül’de AKM’de

      Eylül 5, 2025

      Sazakan’dan ilk tekli: AnatolianBlues

      Ağustos 17, 2025

      Ayın Şarkıları: Ağustosta ne dinleyelim?

      Ağustos 1, 2025

      Toz Zerreleri

      Temmuz 24, 2025

      Dönüşümün Hafifliği

      Temmuz 24, 2025

      Tuğlayı Fark Etmek

      Temmuz 24, 2025

      Yaşama Dair

      Temmuz 24, 2025

      Río Sur, Pera Müzesi’nde

      Ekim 16, 2025

      Dalí’nin Tavşan Deliği: Bir romanın resme dönüşen rüyası

      Haziran 12, 2025

      Rüyaların Ressamı: Remedios Varo’dan 6 büyülü tablo

      Haziran 10, 2025

      Balenin Rus yıldızları Bodrum’da

      Ağustos 12, 2024

      İstanbul’da devam eden 16 sergi

      Temmuz 10, 2025

      Ressam Ömer Onay’ın ‘Bilinç Akışı’ sergisi AKM’de

      Haziran 20, 2025

      ‘Mumi’lerin yaratıcısı Tove Jansson eserleriyle Aynalı Geçit’te

      Mayıs 8, 2025

      Handan Özbek’in “Çıplak Kıta” sergisi Goba Art & Design’da

      Mart 12, 2025

      Yunanistan Sineması Günleri, 2 Aralık’ta başlıyor

      Kasım 28, 2025

      Sinematek/Sinema Evi yeni programını duyurdu

      Ekim 21, 2025

      Weapons: İzleyicisini duygusal ve zihinsel olarak zorlayan bir korku filmi

      Ekim 11, 2025

      Erin Brockovich: Mini etekli, topuklu ayakkabılı bir varoluş hikayesi

      Ekim 8, 2025

      Şiir: Kapandık kaldık içimize 

      Temmuz 18, 2025

      Şiir: Huy İşte

      Temmuz 7, 2025

      GÜRÜLTÜNÜN ORTASINDA SESSİZLİĞE YOLCULUK: MODERN DÜNYADA DİNGİNLİĞİN PEŞİNDE

      Temmuz 1, 2025

      Şiir: Ne Zaman

      Haziran 10, 2025

      Yollara Düşen Sahneden Öyküler Depo İstanbul’da

      Aralık 3, 2025

      Tiyatro Tales’ten ilk oyun: Macbeth’in Cadıları Bir de Bizden Dinleyin

      Kasım 26, 2025

      Gergedanlar AKM Sahnesi’nde

      Kasım 26, 2025

      “Çiçekçi Sokağı”, 1 Kasım’da Kadıköy Eğitim Sahnesi’nde

      Ekim 27, 2025

      Parazit – Sınıfsal uçurumların sarsıcı anlatımı

      Haziran 30, 2025

      Garfield’in resmi posteri yayınlandı

      Aralık 19, 2023

      Napolyon bu kez Jaquin Phoenix’in yorumuyla sinemada

      Kasım 23, 2023

      Freud’s Last Session filminden fragman

      Ekim 27, 2023

      Margaret Atwood’un “Kalpten” şiirleri okurla buluştu

      Aralık 3, 2025

      Sokak Sanatçıları Festivali 500 sanatçıyı Müze Gazhane’de ağırlayacak

      Aralık 3, 2025

      Yollara Düşen Sahneden Öyküler Depo İstanbul’da

      Aralık 3, 2025

      BİFO ve Barbara Hannigan’dan özel konser

      Aralık 1, 2025
    • SD+
      1. Röportaj
      2. Haber
      3. Makale
      4. Portre
      5. Diğer
      6. View All

      Demet Cengiz’in Leylâ’sı ile kaderin kırılma anları

      Kasım 27, 2025

      Tanrıçanın Serzenişi: Elpis bize ‘umudunuzu kaybetmeyin’ diyor

      Eylül 25, 2025

      DÜNYAYA BİR KRİSTALDEN BAKMAK… HER IŞILTIDA BAŞKA DÜNYALARA YOL ALMAK…

      Haziran 28, 2025

      Booky Kitabevi: Bir insan, butik bir kitabevi, kocaman bir topluluk

      Haziran 22, 2025

      Yeşilçam’ın köklü şirketi Erman Film’de yollar ayrıldı

      Şubat 6, 2025

      Defne ya da Bazı Tuhaf Hayatlar: Herkes kendi hikayesine sahip çıksın!

      Kasım 16, 2024

      İstanbul’un plajlarına otobüs seferleri başladı

      Ağustos 7, 2024

      Biletinial’da ‘yorum ve reyting’ uygulaması

      Nisan 17, 2024

      Zamanı Sahiplenenin Dünyayı Yönetmesi Üzerine

      Aralık 1, 2025

      Dalí’nin Tavşan Deliği: Bir romanın resme dönüşen rüyası

      Haziran 12, 2025

      Romalı tarihçilerin yazmadığı Kleopatra: Hükümdar, alim ve filozof bir kadın

      Haziran 10, 2025

      Bir antikahramanın portresi: MARLA SINGER

      Nisan 30, 2025

      Yolda Olmak, Var Olmaktır

      Ağustos 9, 2025

      Maria Anna Mozart

      Temmuz 20, 2025

      Pablo Neruda: Aşkın, kavganın ve sessiz coğrafyaların şairi

      Temmuz 12, 2025

      Ulus Baker: Kısacık hayatına çağları sığdıran ‘birisi’

      Temmuz 12, 2025

      Gülhane Parkında sarnıç olduğunu biliyor muydunuz?

      Nisan 2, 2023

      Klasik mobilyada en çok tercih edilen ağaç türlerini biliyor musunuz?

      Nisan 1, 2023

      Mart ayında Türkiye’nin en çok konuştuğu başlıklar

      Nisan 1, 2023

      Zamanı Sahiplenenin Dünyayı Yönetmesi Üzerine

      Aralık 1, 2025

      DENİZ GİBİDİR GÖKYÜZÜ

      Aralık 1, 2025

      ZİNDAN ADASI: İNKAR MI? KOMPLO MU?

      Aralık 1, 2025

      DÜNYANIN SONUNA YOLCULUK

      Aralık 1, 2025
    • PODCAST

      Podcast: Hayati Tavsiyeler ‘Bahar ve Mitoloji’ ile yayında

      Mayıs 5, 2023

      Denenmiş, test edilmiş, onaylanmış: Hayati Tavsiyeler

      Mayıs 5, 2023

      Meraklı bünyeler için podcast kanalı: Suare Online

      Mayıs 1, 2023

      Akla takılan sorulara yanıt arayan podcast: Neymiş?

      Nisan 9, 2023

      Hayati Tavsiyeler: Kendine yatırım yapanlara özel podcast

      Nisan 9, 2023
    • YAZARLARIMIZ
    • SuareMag
    • Suare Öykü
    Suare Dergi – Film – Kitap – Sanat – Hayat ve DahasıSuare Dergi – Film – Kitap – Sanat – Hayat ve Dahası
    Buradasınız:Anasayfa » GÖLGENİN AĞIRLIĞININ YANKISI
    Eda Büyükçapar

    GÖLGENİN AĞIRLIĞININ YANKISI

    Kasım 1, 2025Yorum yapılmamış10 dk Okuma Süresi
    Facebook Twitter Pinterest LinkedIn WhatsApp Email
    Paylaş
    Facebook Twitter Pinterest WhatsApp Email

    Eda Büyükçapar

    Bir Sonbahar Monoloğu

    “Yanlış düşünebilirsin, yanlış anlayabilirsin, yanlış yapabilirsin ama yanlış hissedemezsin.”
    Edith Wharton

    Yaradan’ın tahtın lütfundan bahşettiği yaradan; ‘aşk tablosundan’ içeri sızan gönül ışığı, bir akşamüstü vitrayın renkli kenarlarından süzülüyordu. Gecenin duvarlarına vuran ışık tayfları, önce sessizdi. Sonra, haykırdılar. Kırmızı, sanki yıllar önce söylenmiş bir cümlenin utangaç yankısıydı; mavi, hiç yazılmamış bir mektubun içinde unutulmuş bir virgül… Sarıysa, bir zamanlar çocuk kalmış bir sevdanın gizli şarkısıydı.

    Kristal kadehi eline aldı, içine gül yaprakları doldurdu, altına bir mum yaktı. Karanlık, tıpkı bir itiraf gibi duvarlarda kıvrıldı. Işığın titreyişiyle gölgeler birbirine karıştı; biri bir ressamın fırçasından, öteki bir kadının kalbinden sızmış gibiydi.

    Bir mumun titrek nefesiyle duvarlara düşen gölgeler, önce ürkekti. Sonra birden, kristalize edilmiş tüm gül yaprakları gibi hayatımızın kırmızı tonlarına karıştılar. Süzülen renkli ışıklar duvara kırılgan bir tablo gibi yansırken, gölgeler sessizce geri çekilip yerini hayalin içinden geçen renklere bıraktı. Gecenin kıyısında mor bir ışık içeri sızıyor, kristal bir kadehteki gül yapraklarını ürpertiyordu.

    Işığın içinden bir hikâye sızdı; öyle narin, öyle sessiz ama aynı zamanda bir bıçak kadar keskin.

    “Yaranın içine sızan ışık,” dedi kendi kendine, “gölgeden dışarı vuran bir çığlık aslında.”

    Bir zamanlar aşk bir tabloydu; ışıkla gölgenin flörtü. Şimdi ise karanlığın tavan arasında unutulmuş bir fırça. Alev, gülün damarlarını yalıyor gibi. Gölge duvarda büyüyor, bir kadının kalbinin izdüşümü gibi kıvrılıyor. Işığın her kırılışında bir iç sesi yankılanıyor.

    “Bu gece kara, tıpkı sevda gibi,” dedi içinden. Ve hiçbir kara, bu kadar derin olmamıştı.

    Duvarda titreyen yansımalar sanki bir ressamın ellerinden kaçıp sahneye düşen gölgelerdi. Yansımalar duvarda dans etmeye başladığında gece çoktan kara bir perdeye dönüşmüştü.

    Işığın içinden geçerken kendi yankıma çarptım.

    “Sahi,” diyor usulca, “Seni daha önce bir rüyada gördüm mü? Yoksa ben hep seni yazmak için mi doğdum?”

    Rüyasında kendini bir meşe ağacına dönüşmüş buluyor kadın. Kökleri sabırdan, gövdesi kırgınlıktan, yaprakları yılların döküntüsünden yapılmış. Pelitler toprağa düşerken sincaplar koşuyor, o ise göğsündeki boşluğu dinliyor.

    Her çıtırtı, bir hatıranın sesi. Her hatıra, biraz daha eksilmenin yankısı.

    “Kolay mı sevdiğin insandan ayrı kalmak?”

    Kolay mı, “yaraları şiirle sarmak?”

    Hiç kolay değildi. Çünkü yalnızlık, göğüs kafesinde ağır bir taş gibiydi. Ve taş, her nefeste biraz daha büyüyordu. Hiçbir cevap yok. Kelimeler kendi yankılarında boğuluyordu. Çünkü bazı sorular, cevaplandığında anlamını yitirirler, iyi biliyordu.

    Sonbahar, sahilde bir çınar yaprağını suya bıraktı. Dalga, onu bir ceylan gibi sürükledi. Kadın ürperdi:“Sanki kemiklerim sızlıyor,” dedi.

    “Bir akrep zehir akıtmış gibi, hem de tekrar tekrar…”

    Cevap gelmedi. Gölgeler konuşmaz, yalnızca daha da uzar. Bir ara gülümsedi, çünkü hatırladı: bir ressamın detaylara verdiği ışık kadar dikkatli sevmişti. Oysa artık o ışık, gölgeyle karışmıştı. Kontrastın kaderiydi bu: Işık, gölgesine muhtaçtı.

    “Her ışık ve gölge,” dedi kendi kendine, “bir gün mutlaka karşılaşır.”

    Ama bazıları birbirine ezelden aşinadır.

    Mevsimler değişti. Boz bulanık bir bağ bozumu kaldı geriye. Yok sayılmak, karanlığın en derin biçimiydi. Bir kadın için en incitici sessizliktir bu.

    Ve içimden bir ses, usulca ekledi: “Biz kadınlar güçlü olmak istemedik. Bizi güçlü olmaya mecbur bıraktılar.”

    Nazlı bir çiçek olmak isterken… Bu cümle duvarda yankılandı, ışığın gölgesi bile eğildi.

    “Sen beni,” dedim, “bir gül yaprağının üstündeki masal ülkesinde unuttun.” “Sonra da üfledin… kırmızı tonlarını dağıtarak. Benim damarlarımda gül kokusu kalırken, sen rüzgârın kayıtsızlığına sığındın. Gözyaşlarıma kan rengini sen verdin; gül ve diken kardeşliğinde büyüyen bir sevda bu.

    Senin karanlığında kendi gölgemle yüzleştim. Gölgemi ışıklarla şekillendirdim.

    Ben sonbahar yapraklarıydım, biliyor musun? Ve her ışık ile gölge, bir gün mutlaka karşılaşır. Kader budur: Kontrast kaderi belirler. Rüzgâr, kedilerin mırıltısını taşıyordu. Adam kedileri seviyordu, kadın onun sessizliğini.“Durugörüymüş bende,” dedi kadın gülerek, “Adımlarını hissediyorum.”

    Sonra sustu. Çünkü artık o adımlar yerinde sayıyordu.

    Bir kadının iç sesi, bazen bir kedinin mırıltısında gizlidir. Bir ressamın detaylara verdiği ışıkla sevdim seni. Gölgelerinin kıvrımlarına hayran oldum önce. Sonra o gölgeler, beni bir karanlık kuyuya çevirdi. Işık, gölgesiz olmazdı evet, ama bazı gölgeler, ışığı boğuyordu.

    “Ben,” dedim kendi kendime, “ışığı hep detaylarda aradım.”

    Ama senin gölgen detay değildi. Koca bir perdeydi. Sorgularım yoktu artık, yalnızca katman katman ışığın yorduğu bir sessizlik vardı. O savruluşun bu cümledeki duruşu bile zarifti. Ünlü ressam olsaydı, bu sahneyi kırmızıyla çizerdi: Bir kadının gövdesinden sızan ışık, bir adamın vicdanına çarpar, paramparça olurdu.

    Aşk, bazen bir ressamın yanlış ışık ölçüsüdür. Yine de tabloya anlam veren o hatadır. Uzaklardan gelen bir şarkı sızdı pencereden içeri: Mikrofonun zarif metalinden süzülen ses…

    Bir kadının dudak kenarında kıvrılan bir sızı… Bir alkışın tam ortasında, yalnız bir kadın…

    “Sen bana yangın ol efendim, ben sana rüzgâr…”

    Kadehi kaldırdım.

    “Yangın da benim,” dedim “kül de.”

    Şarkı bittiğinde, sesin değil, sessizliğin yankısı kalır. Gölge Senfonisi, sahi seni daha önce bir rüyada gördüm mü?

    Yoksa ben hep seni yazmak için mi doğdum?”

    Işık hızında gelen bir yankı var uzaklardan, içimden, senden. Ve ben, artık seni değil, kendi sesimi dinliyorum. Yalnızlık, bir merdiven boşluğu gibi yankılanıyor içimde.

    “Ben sensizliğe adım adım küsüyordum,” diye fısıldıyorum artık kendi gölgeme.

    “İnsan ışığına mı ağlar, yoksa alışkanlıklarının karanlığına mı?”

    Bir ressamın detaylara verdiği ışıkla sevdim seni. Gölgelerinin kıvrımlarına hayran oldum önce. Sonra o gölgeler, beni bir karanlık kuyuya çevirdi. Işık, gölgesiz olmazdı evet ama bazı gölgeler, ışığı boğuyordu.

    “Ben,” dedim kendi kendime, “ışığı hep detaylarda aradım.”

    Ama senin gölgen detay değildi. Koca bir perdeydi.

    Şimdi ışıkla gölge arasında bir sınırdayım. Bir Tanpınar cümlesinin kıyısında, bir Mario Levi sokağının loş kaldırımında, bir Oscar Wilde ironisinin tam ortasında.

    “Erkekler bir kadını gerçekten anlayabilseydi,” dedi, “belki bu dünya biraz daha yaşanılır olurdu.” Ama anlamadılar. Yazdılar, fotoğrafladılar, andılar… Anlamadıkları için kadınlar nazlı bir çiçek olmaktan, demirden kalelere dönüştüler. Hiçbir kadın doğuştan güçlü değildi. Güç, bir savunma biçimiydi. Bir yara izi gibi.

    Yalnızlık, yine ince uzun bir gölge gibi üzerime düştü. Hiç kimse ışığın yönünü sormaz ama herkes karanlığı suçlar. Işığa mı ağlıyordu insan, gölgesine mi?

    Bilmiyorum…
    Ama biliyorum: Işık karanlıktan doğar.
    Ve karanlık olmadan ışığın anlamı olmaz.
    Gölge ise… Her ikisinden de daha acımasız bir tanıktır.
    Ama ışığın kaderi gölgeyle çarpışmaktı.
    Ve biz çarpışmanın tam ortasında parçalandık.

    “Biliyor musun,” dedim karanlığa: “Bir ışık gölgesine kavuşmadan da sönebilir.”

    Zamanın çözülüşü gibi sesler de çözülüyor. Bir kapı sesi uzaktan yankılanıyor. Bir kedi miyavlıyor. Bir kahkaha değil, başkasına ait bir mutluluk sesi. O ses kadının gözlerine çarpıyor. Yüzünde ne öfke var, ne kırgınlık. Sadece içten içe kabaran bir kabullenişin kıvrımı.

    Kadın (fısıltıyla): “Sen hep orada, ışığın dışında kaldın.
    Ben hep burada, gölgemle baş başa.”
    Kadın (iç ses): “Bir gün… bir gün belki… gölgemle barışacağım.”
    Ufuk kararırken bir cümle beliriyor: “Aşk, ışığın gölgeye dokunmayı unuttuğu yerdir.”
    Bazen insan, kendi gölgesinden daha büyük bir sessizlik taşır.”

    “Bir kadının kırıldığı yer, bazen tarihin kırıldığı yerdir,” diye yazmıştı bir zamanlar bir şair. Sen beni bir gül yaprağının üzerinde unuttun. Rüzgâr estikçe kokusu senden bana, benden sana döndü. Ben senin gözyaşlarına kan rengini verdim; sen benim gölgemi kendine perde yaptın. Sen şarkılardan rol çaldın; ben o şarkıların dip notunda sessizce bekledim.

    Biz kadınlar, acıyı bir gergef gibi işleriz. Gölge yanlarımızı toplar, mevsimin üzerine sereriz. Sonbahar yapraklarını avuçlarımızda ufalar, sesini dinleriz. Bir ses varsa içimizde, artık o ses ne sana ne bana aittir, sadece boşluğun yankısına.

    Bu kırıkla yaşamak, bir heykeltıraşın çatlamış mermeri oyması gibi: Her darbe biraz daha şekillendiriyor içimi. Acı, bana geometrik bir zarafet öğretti.

    Kelimeler artık yalnızca cümle değil, bir yara mimarisi.

    Işığın kırıldığı yerde zaman katılaşıyor, kelimeler kristalleşiyor, insanlar birbirine yabancılaşıyor Cümlelerin havada asılı kaldığı oda da büyüyor. Gölge, duvara çarpıyor. Artık ışığa değil, kendi gölgeme bakıyorum. Ve anlıyorum: Gölge, yalnızca karanlık değildir; bazen gölge, insanın kendine tuttuğu dürüst bir aynadır.

    “Bir ışığın gölgesi varsa, bir aşkın da suskunluğu vardır.”

    Evet sevgilim, evrende sevgililer görünmeyen kırmızı ipliklerle birbirlerine bağlıdır. Bazen bu iplik kuanttan yapılır. Bazen bir müzik notasına saklanır. Kuantumun görünmeyen iplikleriyle birbirine bağlanmış iki ruh gibiydik; görünmeyen ama varlığı şiddetle hissedilen bir ışık hattı… Sen karanlığı çoğaltmayı seçtin. Ben ise ışığı taşımaktan ellerimi kanattım.

    Farkındalık ışığı her zaman aydınlatmaz. Bazen bizi gölgemizle baş başa bırakır.

    Gölgelerimiz maske takar. Biz karanlıkta boğuluruz.

    Ta ki bir ses,  bir iplikçik, bir şarkı kalbimizin telini titretene kadar.

    Müzeyyen Senar’ın sesi gelir o an:
    Yanıyor mu yeşil köşkün lambası yâr…
    Hiç bitmiyor şu gönlümün kavgası yâr…

    Işığın uzantısı: Boşluğun ağırlığının yankısı. İşte tam olarak bu… Işığın dozajı azalırsa, karanlık grileşir. Gri, gölgenin tiyatrosudur. Gölge, perdeyi kapatmadan önce son bir tirad verir.

    “Ben senin ışığına gölge oldum, sen benim gölgemde kayboldun.”

    Bana gönlünden ilk hediye ettiğin çiçek, kırmızının en savunmasız hâliydi; bir gelincikti. Ve sen usulca, neredeyse bir sır fısıldar gibi eklemiştin: “Çiçek koparmayı sevmem.”

    Ve Gelincik…
    Kırmızı ama kan değil. İnce ama narinlikten değil, zarafetinden. Kısa ömürlü ama bu dünyaya değdiği an, her şeyi kırmızıya boyar. Onunla birlikte zaman da kırmızıya dönüyor gibiydi; sanki bir ressam, göğün üzerine parmak ucuyla sevdayı çiziyordu.

    Bir zamanlar bana hediye ettiğin çiçeğin kırmızısı, sadece bir ton değildi. O kırmızı, suskun bir kalbin içinde bir yanardağdı, patlamaya niyetli ama hep sabırlı. “Çiçek koparmayı sevmem” demiştin. Oysa ben biliyordum: bazı çiçekler kökünden değil, kalbinden koparılırdı.

    Işık, o sırada camdan kırılarak geçiyor; gölgeler, duvarlara usulca katman katman düşüyordu.  Çünkü bazı cümleler söylenmez; ışığın düştüğü yerden sezilir. Bazı cümleler yalnızca bir kez söylenir ama ömür boyu kalır içimizde. Bir aşk cümlesi değildi bu. Bir kalma yeminiydi. Kırmızının en kırılgan hâli, nazik ama keskin.

    “Çiçek koparmayı sevmem,”

    Cümlesi, bir adamın sesi değil de bir rüzgârın cam kenarından süzülmesi gibiydi. Kulağıma değdi, kalbimin içinde yankılandı. Koparmayı sevmem… Bu, “seni kaybetmek istemem”in sessiz, çiçeğe sinmiş bir tercümesiydi aslında. Bazen insanlar kalmak istediklerini yüksek sesle söylemez; bir çiçeğe sığınır, bir cümleye saklanır. O da tam olarak bunu yaptı. Beni bir kelimenin içine gizledi. Aslında sen, ‘Gitme’ demeyi bilmeyenlerdensin.”

    Gölge oyunlarını öyle ustaca oynuyordun ki… Kendi gölgende kendini boğuyor, kendi ışığını karartıyordun. Bir Hacivat ile Karagöz oyunu gibiydi bu: Senin ışığın bana temas ettikçe, ben biraz daha saydamlaşıyor, sen biraz daha eksiliyordun.

    Aşk, farkında olmadan karanlığın kendi gölgesine âşık olmasıydı belki de. Ve sen… Gölge oyunlarında ustalaşmış bir illüzyonisttin. Kendi gölgende kaybolurken ışığı suçladın. Her kaçışın bir bataklığa dönüşürken, aşkın senin için bir çıkış değil, içe doğru çöken bir tüneldi. Bilmiyordun; aşk, varmak değil, eriyerek çoğalmaktı. Yanmak değil, külün içinde yeniden ışık aramaktı.

    “Aşk neden hep kırmızı olur?”
    “Çünkü kırmızı, hem yangın hem kan; hem tutku hem acı.”
    “Yani ışığın en cesur hali mi?”
    “Hayır, ışığın en çaresiz hali. Çünkü gölge her zaman peşinde.”
    “Neden çiçek koparmayı sevmiyorsun?”
    “Çünkü kökünden ayrılan her şey biraz eksilir.”
    “Ya insan?”
    “İnsan da bir çiçektir bazen. Koparıldığı yerden değil, unutulduğu yerden solar.”
    “Işık bazen uzaklardan gelir; ama en çok göz kapaklarının altına sızar.”

    Sen gözlerini kapattığında bile o ışık, tam yanındaydı. Tıpkı Tanpınar’ın romanlarındaki bir şehrin kıvrılmış zamanları gibi… Tıpkı denizin üstünde gerili lambalar gibi… Tıpkı pullarıyla yakamozu yakan bir balık sürüsü gibi…

    Kuantumun görünmeyen iplikleriyle birbirine bağlanmış iki ruh gibiydik; görünmeyen ama varlığı şiddetle hissedilen bir ışık hattı… Sen karanlığı çoğaltmayı seçtin. Ben ise ışığı taşımaktan ellerimi kanattım.

    Cam tavanlara çarpan ışık, bir vicdan muhasebesi gibi parça parça kırılıyor, her parçadan bir yüz, bir bakış, bir sızı doğuyordu. O ışığın içinde dans eden hayaletler vardı: çocuklukların, susturulmuş cümlelerin, yarım kalmış şarkıların perileri…

    Işık, gölgenin karşısında değil, içinde saklıdır; ve aşk, karanlıkla aydınlık arasında bir kuşatma oyununun adıdır.

    O sabah, gün ışığı vitraydan süzülürken odanın duvarlarına renkli yankılar düştü.

    Gölgeler, ışığın şiirini sessizce ezberliyordu. Kırmızı, mavi ve sarı bir tablo gibi dans ederken, karanlık bile renge dönüşüyordu. Işık camdan geçtikçe, gölge de kendi hikâyesini fısıldıyordu.

    Her renk bir nefesti, her gölge bir suskunluk. Ve oda, bu sessiz karşılaşmanın tanığıydı.


    Eda Büyükçapar, Yedi Güzel Adam’ın memleketi Kahramanmaraş’ta doğdu. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden mezun oldu. Birçok dergi ve kolektif kitapta yazıları yayımlandı. Edebiyatı heyecan verici bir serüven olarak görüyor ve aynı heyecanla yazı yolculuğunu sürdürüyor.

    YAZARIN DİĞER YAZILARI
    SuareMag – Arşiv
    eda büyükçapar suaremag yazar

    Related Posts

    PALOMAR – ITALO CALVINO

    Aralık 2, 2025 Uncategorized

    SuareMag Aralık

    Aralık 1, 2025 Manşet

    Ayın Kitapları: Aralık ayında ne okuyalım?

    Aralık 1, 2025 Ayın Kitapları

    Ayın Filmleri: Aralık ayında ne izleyelim?

    Aralık 1, 2025 Ayın Filmleri
    Yorum Yap
    Yorum yazın Cancel Reply

    Yeni Eklenenler

    Margaret Atwood’un “Kalpten” şiirleri okurla buluştu

    Aralık 3, 2025 Kitap

    Margaret Atwood’un “Kalpten” adlı şiir kitabı Doğan Kitap tarafından Nuray Önlüoğlu çevirisiyle okurla buluşturuldu. Margaret…

    Sokak Sanatçıları Festivali 500 sanatçıyı Müze Gazhane’de ağırlayacak

    Aralık 3, 2025

    Yollara Düşen Sahneden Öyküler Depo İstanbul’da

    Aralık 3, 2025

    PALOMAR – ITALO CALVINO

    Aralık 2, 2025
    Sosyal Medya'da Biz
    • Facebook
    • Twitter
    • Instagram
    • YouTube
    Bu Haberleri Kaçırmayın

    SERİN MAVİ

    Ekim 1, 2025 SUAREMAG

    ‘Baumit ile Olasılıklar’ kitabı ile geleceği yeniden düşünüyor

    Eylül 20, 2023 Haber

    Nedret Kılıç’tan yeni roman: Stalingrad’da Kar Topu

    Mayıs 8, 2023 Edebiyat
    Hakkımızda
    Hakkımızda

    Film, kitap, sanat, hayat ve daha fazlası için haber, röportaj, makale, podcast, güncel bilgiler içeren e-dergi.

    Email : editor@suaredergi.com.tr

    Künye

    Son Eklenen Yazılar

    Margaret Atwood’un “Kalpten” şiirleri okurla buluştu

    Aralık 3, 2025

    Sokak Sanatçıları Festivali 500 sanatçıyı Müze Gazhane’de ağırlayacak

    Aralık 3, 2025

    Yollara Düşen Sahneden Öyküler Depo İstanbul’da

    Aralık 3, 2025
    X (Twitter) Instagram Facebook
    © 2025 Tüm Hakları Saklıdır. Do Medya & Ekipbizz İçerik İşbirliğiyle hazırlanmaktadır.

    Type above and press Enter to search. Press Esc to cancel.