Şebnem Özbay
Cıscıbıldak kalakaldı çırpınışları… Önce odanın duvarlarında yankılandı sözleri, sonra kalın buzlu camlara çarpıp ıssızlaştı. Tabii söylenecekti, sitem etmeye de hakkı vardı ama karşısındaki dinleyen olsaydı bari… Ondan anlayışlı olmasını her zamanki gibi “lütfen” diyerek talep etmişti ve yine hep olduğu gibi, “anneciğim,” demişti.
Anlayış? Hem de kimden! Daha fazla annesiyle o evde duramazdı. “Ben gidiyorum, ne hâlin varsa gör…” dedi, sonra ayağa kalktı. Sabır taşı olsa vallahi sinirden çatlardı.
Kapıdan çıkarken, yaşlı kadın arkasından bağırıyordu. “Kıt akıllı! Kendini bir şey zannetme! Annenim ben, annen! Nankör! Nankörsün sen!”
“Oh be, hayat varmış!” dedi dışarıya adım atar atmaz. Hemen en yakın arkadaşını aramak istedi. Konuşmaya, olanları anlatmaya ihtiyacı vardı. Onu yargılamadan dinleyen birisine, bir sese, bir omuza, biraz sevilmeye, çokça sayılmaya… Saate bakınca daha işyerindedir, deyip vazgeçti. Sahil tarafına doğru yürüdü. Bir yandan sesli kitap dinliyordu. Son günlerde Julio Cortazar’a merak sarmıştı. Latin Amerikan edebiyatının o büyüleyen romanlarının yazarları arasından yine Cortazar’ı seçmiş ve Seksek’i bıraktığı yerden dinlemeye koyulmuştu.
“Mutluluğu anlatmayı bilmiyorum, ama hiç mutlu olmadım demek değildir ki.”
Bu cümleyi dinleyince durdurdu sesi. Kendisi de durdu. Mutluluklarının kısacık sürmesine, her defasında tadını damağında bırakıp çekip gitmesine hayıflandı. Mutluluk?
Mutluluk yalpalayarak süzülen cılız bir ışık sızıntısı gibi gelir ömrüme… Muhafız gibi kıpırtısız, kaskatı kalın bir perdenin aralığından gelir her zaman. Hırsız gibi sessizce içeriye girmeye uğraşırken kıvrılan, bükülen ve gitgide şevki kırılarak nihayet perdeyi aşan, aşmakta hep geç kalan, az sonra coşturacağına inandıran fakat asla yeterince ışıldamayan hâlde gelir ömrüme… Ve sabun gibi kayar gider avuçlarımdan.
Rengârenk bahçelerden, mahmur bakışlı kedilerin didiklediği mama kaplarının dibinden, leş gibi kokan çöp bidonlarının uzağından, dükkânların yanından geçti ve geldi denizin kıyısına. Kuma oturdu, bir ara arkadaşıyla konuştu.
“Of ya, yaşlıysa yaşlılığını bilsin artık,” dedi dert ortağı. “Bilmiyor işte. Öldüm yorgunluktan. Evini taşıyıp yerleştirdim, ilaçlarını aldım, yemek yaptım yine de hayra geçmedi. Koltuğunu ben nasıl ona sormadan arka odaya koyarmışım… Şaka gibi ya! Sığmadı diyorum sığmadı. Anlamıyor.”
Telefonun diğer ucunda cık cık yaparken, “Cennet annelerin ayaklarının altında tamam da biz de canımızı yerde bulmadık güzelim ya!” dedi arkadaşı.
İyice daraldı, “Ben cenneti annemin ayaklarının altında ne çok aradım bilsen!” Bunu söylerken biliyordu siniri yatışınca pişmanlık duyacağını ve içten içe arkadaşının, annesiyle ilgili sözlerine sonrasında çok kırılacağını…
Ayaklarını serin, köpüklü dalgalara doğru uzattı. Poyraz rüzgârı, denizden taşıdığı iyotu dolduruyordu burun deliklerine. Deniz, deniz gibi kokuyordu bugün. Tömbeki gibi ciğerine oturan değersizlik duygusu yavaş yavaş yerini sakinliğe bıraktı. Aklından, yüreğinden, başından geçenler yavaşça daha katlanılır bir hâl aldı. Yaşadıklarının muhasebesini yaptı.
“Tamam,” dedi “Ben ellisindeyim, ama o tam seksen altı yaşında. Yaşlandıkça çocuklaşıyorlar işte.
Haksız değildi aslında, keşke koltuğu nereye koyacağımı sorsaydım, boşanmamın annemle ne ilgisi vardı ki, kadın karışmazdı hiç evliliğime… “Doktoruyla konuşayım da yarın, şu son verdiği ilacın dozunu düşürse mi acaba, bence ondan son aylardaki huysuzluğu,” dedi, dedi de dedi…
Oturduğu yerden düşüncelerini, kalbindekileri, beklentilerini, yargılarını, değerlerini yeniden düzenledi. Ve bir kere daha, evet bir kez daha annesini içinde akladı, varsa onun hatası onu da kendi üzerine aldı. Kararlılıkla, “Gidip hemen annemden özür dilemeliyim,” dedi.
Arkasını dönmeden önce, lacivertin tüm tonlarında nazlı nazlı dalgalanan denize doğru açtı kollarını, “Ah, nasıl da hafifim! Her hâlde dalgalar aldı götürdü ve denize gömdü dertlerimi.”

İstanbul’da dünyaya geldi. Üniversiteyi, İşletme Bölümü’nde bitirdikten sonra finans alanında bir süre çalıştı. Çocukluğundan beri yazar olmayı hayal ederdi. Okuma tutkusunun yanına yıllar içinde yazma tutkusunu ekledi. Yayınlanmış bir romanı, dört öyküsü, değişik dergilerde yayınlanan şiirleri ve deneme yazıları vardır. Halen, Suaremag dergisinde yazmakta ve yeni romanını yayına hazırlamakta.

