
“İçimde hep bir sessizlik vardı. Ne kadar konuşursam konuşayım, geçmedi.”
Dalgalar – Virginia Woolf
Editörden
Merhaba sevgili okur,
Uçlar arasında gidip geldiğimiz yılın son ayında da iki güçlü temanın ortasında bulduk kendimizi: Dalgalar ve Duvarlar.
Bir yanda durmadan gelip geçen, vurup geri çekilen, hafızayı tazeleyen dalgalar… Diğer yanda sessiz, ağır, yerinden kımıldamayan, kimi zaman koruyan kimi zaman tutsak eden duvarlar.
Dalgalar, insana akışı hatırlatıyor; her şeyin değiştiğini, hiçbir duygunun, hiçbir hikâyenin aynı yerde sabit kalmadığını… Duvarlar ise sınırları; içimizde ya da dışımızda örülen engelleri, kendimizi korumak için diktiğimiz kalın sessizlikleri.
Bazen bir dalga gibi özgürleşmek istiyoruz; yıkıp, geçecek kadar coşarak… Bazen bir duvar gibi dimdik ayakta durmayı seçiyoruz; istiyoruz ki tek bir taş oynamasın yerinden.
Belki de yaşam tam bu ikisinin arasında saklıdır; yıkmaya çalışan dalga ile direnmeye çalışan duvar arasında bir yerlerde. Dağılma isteğiyle tutunma ihtiyacı arasında. Geçip gitme arzusuyla kalma cesareti arasında.
Birinin akışıyla diğerinin sabitliği arasında, tam da yaşadığımız çağın ruhu gizli sanki.
Aralık sayımızda bu karşıtlığa kulak verdik. Yıl biterken, içimizdeki geçişleri, yüzleşmeleri ve değişimleri birlikte anlamaya niyetlendik. Yazarlarımız kimi zaman duvarlara çarpan sesleri, kimi zaman dalgaların taşıdığı anıları anlattı. Kırılmaları, dirençleri, geçişleri, sessizlikleri…
Ve biliyoruz ki; dalgalar duvarlara çarptığında mutlaka bir şey değişir. Bir çatlak… Bir sızıntı… Olur illaki…
Dalgaların taşıdığı umutla, duvarların bize öğrettiği dirençle yeni bir yılı karşılamak dileğiyle… İyi okumalar…
H. Nilgün Karataş
YAZARLAR

KÖPÜĞÜN HAFIZASI
Dışarıdan bakınca buna “Hayat!” diyorlar, “Yoğunluk!” diyorlar, “Zaman böyle,” diyorlar. Oysa ben, en çok kendi içimdeki tekrarları fark ediyorum: Aynı tip insanlara tutunmam, aynı yerlerde incinmem, aynı kelimelerde takılıp kalmam boşuna değil.

EBEDİ YABANCI, EDEBİ YALNIZ
Her insan bir iz bırakır giderken… Onun bıraktığı iz; çocukluk hayallerinin bir gün mutlaka gerçekleşeceğine bizi inandırmasıdır. Artık biliyoruz ki mümkündür; bir leğen sudan geçerek okyanusa yürümek…

HİÇLİĞE ÇARPAN DUVAR
Yaşamla ölüm, inançla inkâr, suyla taş, varlıkla hiçlik arasında bir çizgide yürüyordum. Belki de gerçek buydu: kendinden kaçarken kendine çarpmak. İnsan, bir duvar kadar suskun ve bir dalga kadar yorgun.

BEYAZ KÖPÜK
Dağlar dalgalar arasında saklı. Benim kutsal, zirvesi karla kaplı erişilmezim; kendi Fuji’m. Sessiz, sonsuz bir sır kapısı. O uçsuz bucaksız suya terk ettiğim duygular kumlarda sönümleniyor. Belki daha fazlası dip dalgasıyla geriye, yokluğa çekiliyor.

YARA
Her dalga duvara değdiğinde biraz daha anlatır insanı… Ve bazen, en derin izler kimse duymadan, kimse görmeden açılır. Bazı yazlar bitmez. Bazı anneler gitse de suskunlukları kalır. Bazı çocuklar ise yıllar sonra bile o fısıltının içinden çıkamaz.



GEMUET
Bu gökkuşağı halkasını tamamlarken anlıyorum; ışık bükülür, şehir bükülür, Gemüt bükülür. Bükülen parçalamıyor, nazikçe yeni bir yol sunuyor. Her renk, sessiz kalmış duyguları usulca hatırlatabiliyor, içimizdeki görünmez duvarları inceltiyor.


ÇALKANTI
Mavi suya yaklaştıkça bir serinlik hâkim olmaya başladı. Duvarların bazısı gök mavisi, bazısı buz mavisiydi. Burada ferahlık ile dinginlik ve serinkanlılık hissetti. Dalgalar duvarlara çarptığında “Sakin,” diye bir ses duyuldu. Sonraki dalgada “Yoluna girer,” diye bir ses duydu.

İHANET
Kapıda dizilip babamı karşılarken hepimizin tek odaklandığı şey, içeriye nasıl gireceği olurdu. Ciddi ama karamsar mı, suskun ama öfkeli mi, suratsız ama bitkin mi… Ortakları, dostları gene ihanet etmişler miydi? Paramız var mıydı yok muydu?

SUYUN HAFIZASI
Kendine yüklediğin tüm anlardan sıyrılmaya doğru aydınlanırsın. Işık önce gözlerini acıtır. Kirpiklerin kıpraşır. Parmak uçlarından başlayan sıcaklık gövdeni sarar, ısınırsın. Üşüyene kadar bu sıcaklığın yeteceğini bilmenin huzuruyla sırtüstü uzanırsın.

DUVARI AŞAN DALGA
Bir keresinde, dalgayı durdurmak için duvarı boyamaya çalıştı. Boya tutmadı. Bir başka sefer, duvara kulaklarını tıkadı; ama ses içerden geliyordu. Zamanla duvarların mı çoğaldığını, yoksa kendisinin mi küçüldüğünü anlayamaz hale geldi.

GECE PERDESİ
Çavdar tarlalarının verimli mahsulleri toplanırken, arda kalan buğday taneleriyiz biz. Havada salınarak düştük buraya; günlerce, aylarca, yıllarca, çağları aşarak bulduk köklerimizi salacağımız yeri.


GEÇİRGENLİĞİN SESSİZLİĞİ
Birçok geçmiş, zihnimden akıp gidiyor. İsyan, dalgaların geçilmez hali. Oysa, Nuh’un gemisi, dalgaların geçilebilinir kılınması… Yunus Peygamber’in fırtınadan kurtulup denizden dirilişi, aslında yeniden doğuşu… Odysseus’un dalgalarla sınavı, fırtına labirentindeki savaşları, direnci…

İÇERİDE
Sevda lümpenliktir demiş birisi, hay beynine senin… Sevda hayattır, var olmaktır, insancadır, seninle olmak dünyaya bedeldir. Bunu nasıl anlasınlar ki delişmen kuşum, yüreğinde sevgiyi barındırmaktan korkanlar?

KÖR HOROZ
Yalnızca, ruhunun derinliklerine işlemiş o şarkıyı dinlemek istedi: “Gallo Ciego.”
Anlamını uzun süre bilmemeyi seçmişti, çünkü bazen kelimeler büyüyü bozar.
Gözlerini kapadı, dalgalar gibi yükselen hayallere bıraktı kendini.

İMDAT BEN ÖLDÜM MÜ?
Bir şey batıyor böğrüme, çivi mi o? Birisi mi var orada? Allahım gözlerimi kapatsam gider mi ki? Elindeki ne öyle? Gelme üstüme diyorum gelme! Kıpırdayamam, kıpırdamıyorum ki… Zaten bacağım çatlak, kafam çatlak. Gelme kıştt kıştt, git git ben ölüyüm!

GEDİK
Benim gibi üç beş kişi daha olmuştur elbet bu dikenli yolu kullanan; kimisi dağa dönmüştür başını gökyüzüne dikip, kimisi de denizle kum arasında dalgaların habire sürüklediği deniz yıldızlarına hayat vermek için geçmiştir.

KUM BÖCEKLERİ
Çocukken çok uzaktan görebildiğim, sadece fotoğraflarından tanıdığım, korkusuz bildiğim ama özünde yalnız, yurtsuz, kokusuz adam. Kayalara basan ayak tabanlarına radyonun anlamsız cızırtıları eşlik ediyor. Ayakları çıplak. Kesiklerinden koyu renk kanı sızıyor.

O UĞULTUYLA YAŞAMAK
Dalgadan duvara, duvardan dalgaya; akış değil, salınım. Bir çözülme, bir toparlanma. Bu salınım, ölümün (duvarın) kesinliği ile çözülüşün (dalganın) belirsizliği arasında nefes alıp verirken, kişiyi yalın gerçeğe, yani yaşamanın huzursuzluğuna yaklaştırır.


PİYANGO
Tenindeki benler sayısızdı. Duruşu, eğikliğin tiyatral ifadesi gibiydi. Bu kadar para ve yetmiş sekiz yaş. Yaşamın espri anlayışı muhteşemdi. İşte bu anların bir kokusu vardı; zamansızlık kokusu… Bunu daha önce defalarca duyumsamıştı.

TÜM RÜSTEMLER
Annemin düşleri delik tabanından düşüp kaybolmuştu. Babam damlıyordu rugan derisinin üstünden. Tüm bunlar harap sinemanın yırtık perdesinde oynuyordu. Hiç vizyona girmemiş filmler oynatırdı açık sinema, kendi hayatlarını perdede görürdü, kanlı çeşmenin sakinleri.

QUASİMODO
Klişeye kaçar korkusuyla köy öyküsü yazmak istemiyor. Tarla, bağ, bahçe demeden nasıl anlatacak? Yaşar Kemal’de bitmeliydi köyü anlatan öyküler. Biraz yazıyor. Siliyor. Bir daha yazıyor.

TAŞ OLMAK, SUYA DÖNMEK
İnsan, kendini korumak için duvarlar örer; o duvarlar zamanla onu korumaz, saklar. Bir yerden sonra kim duvarın ardında, kim dışında kalmış, belli olmaz. Belki de hepimiz biraz suya dayanırız ama taşa dönüşürüz sonunda.

MEDCEZİR
Yarın tekrar gideceğini unuturum. Sarılırsın bana. Bütün bedenimi sararsın, ben dans etmeye başlarım içinde. Senin içinde kaybolmanın sarhoşluğu sarar bedenimi. Uyumam bütün gece. Her saniyesini yaşarım varlığının.

DALGALAR, DUVARLAR VE UNUTULMUŞ YOLUN HATIRASI
Devrimci ruhun içinde bile alıngan, kırık bir melankoli vardı. Sanki insanlar mücadele ediyordu ama sonuç alacağına asla inanmıyordu. Otorite devasa bir gölge gibi üzerlerine kapanmıştı ve onlar daha başlamadan yenilmiş hissediyordu.

YENİDEN
Yüzleşirim sandığı ama hâlâ içten içe korktuğunu bildiği acımasız gerçek. Dört duvarın arasında güvendeydi. Kimsenin görmediği, duymadığı, kendisiyle kalışı iyi geliyordu. Bir şekilde evden çıkardı, biliyordu ama ya içindeki duvarlardan? Onları nasıl aşacaktı?

DALGALARIN DUVARA ÇARPTIĞI YER: YARALI AŞKA DAİR UZUN BİR SESSİZLİK
Her çarpış bir iz bırakır; her iz bir dönüşüm. Bazen duvar incelir, bazen dalga yumuşar. Bazen ikisi de toprağa karışır ve yerine bir bahar rüzgârı geçer. Bazen de, bir leylak kokusuyla… Ama mesele bununla bitmiyor. “İnsan biraz da çarptığı duvar kadar kendidir.”


BANKSY VE NAZARE DALGALARI
Banksy’nin duvarları ve Nazare dalgalarının gizli akrabalığı vardır. Her ikisi de geçicidir, ama izleri? Biri dünyanın düzenine, diğeri tabiata baş kaldırıdır. Biri enerjinin, diğeri korkunun dilidir.

DALGALAR VE DUVARLAR
Odam dar. Tozlu raflar dolu. Örümcek ağlarıyla sarmalanmış kasetler üst üste. Bir rafta kocaman bir deniz kabuğu. Masa ağır. Üstünde yıllardır duran bantlar, tornavidalar, boş fincanlar. Elektrik düğmesine basmadım. Işığı açmadım.

DUVARDAKİ RESİM
Zaman, doğanın içine yayılmış tembellik yapıyordu, bense hâlâ gülümsüyordum ama ciddi çalışıyordum. Yüzüm bir harita gibidir benim, bakan okuyabilir kaygılarımı da sevincimi de. Çok nadirdir aynı ifadede kalması…

SONBAHARDI
Belki de Gülten Akın haklıdır. Kimsenin küçük şeylerle harcayacak vakti yoktur. Bu, insan bile olsa… Peki neden? Neden küçük şeylerle zaman harcamaktansa büyük denize dalıyor herkes. Denizi, onun hırçın dalgalarını mı küçük görüyor yoksa kendini mi büyük sanıyor?

DALGALAR ALDI GÖTÜRDÜ
Mutluluk yalpalayarak süzülen cılız bir ışık sızıntısı gibi gelir ömrüme… Muhafız gibi kıpırtısız, kaskatı kalın bir perdenin aralığından gelir her zaman. Hırsız gibi sessizce içeriye girmeye uğraşırken kıvrılan, bükülen ve gitgide şevki kırılarak nihayet perdeyi aşan….

DUVAR YAZISI
Nereye, ne kadar akacağım? Nerede, nasıl duracağım. Tarihin mürekkebi bir taraftan akarken bir taraftan durup durmama konusuna kurgulanmıyor mu? Binlerce yıldan bu yana duvarlara kazınıp çizilen medeniyetlerin hikayeleri bize, apaçık değişimi göstermiyor mu?

DENİZ GİBİDİR GÖKYÜZÜ
Bu iki zıtlığın çarpışma noktasında, o kâğıda karalanmış dizeler, tarihi gerçekliğin acısını kabul ederken, edebi gücün sınır tanımazlığını da ilan ediyordu:
Dışarda deli dalgalar…
Gelip duvarları yalar…
ALGERNON’A ÇİÇEKLER
Her gün kendimle ilgili daha çok şey öğreniyorum ve suyun üzerindeki minik dalgalar gibi başlayan anılar şimdi kocaman, güçlü dalgalar halinde üstümden geçiyor.
Daniel Keyes

ZİNDAN ADASI: İNKAR MI? KOMPLO MU?
Teddy ne kadar yeni bir hikâye inşa etmeye çalışsa da dalgalar onu hep aynı kıyıya -geçmişin gerçeklerine- vuruyor. Bu yalnızca görsel bir şov değil; zihnin, gerçekle hayal arasındaki o kırılgan geçişini de simgeliyor.

ORTAÇAĞ’IN ORTASINDA BİR ŞEHİR: MDINA
Mdina dalgaların ulaşamadığı bir şehir; denizin ortasında bir ülke, ülkenin ortasında yüksek duvarlarıyla Mdina. Denize tepeden bakan bir duvar şehri aslında; Orta Çağ’dan kalma surlar, labirentler ve taş yapılar arasında.

GÖLGE İNSANLAR
Işık onlar için kazananların sahnesidir. İyiliği, başarıyı, aşkı çoktan kaybetmiş olmanın gölgeler arasında saklanmanın düsturu olduğunu bilirler.

Benim sınırım ve senin sınırsızlığın, yüzyıllar boyu kavga edecek. Ta ki sen, beni toz haline çevirene dek.
Nihal Gündüz
İLK SAYFASI
Konfüçyüs de sen de birer rüyasınız ve sizin birer rüya olduğunuzu söyleyen ben de bizzat bir rüyayım. Bu bir paradoks. Gelecekte bilge bir adam belki bunu açıklayabilir; o gelecek on binlerce kuşak gelip geçmedikçe gelmeyecek.
CHUANG TZU: 11
Akıntılarla taşınan, dalgaların elinde oradan oraya savrulan, okyanusun olanca gücüyle akıllara durgunluk veren mesafelere çekelenmiş denizanası, gelgitin dipsiz kuyusunda sürüklenir. Işığın parıltısını geçirir ve karanlığı içine alır. Herhangi bir yerden herhangi bir yere -çünkü denizin derinliklerinde pusula yoktur, daha yakın ve daha uzak, daha yüksek ve daha alçak vardır yalnızca- taşınan, savrulan, çekelenen denizanası öylece asılı kalır ve salınır; ayin hükümranlığındaki denizde gündelik dirimin uçsuz bucaksız nabzı atarken, onun nabzı belli belirsiz ve hızlıdır içinde.
Öylece asılı kalan, salınan, nabız gibi atan bu en savunmasız ve güçsüz yaratığın en büyük silahı, varlığını, seyrini ve iradesini ellerine emanet ettiği o koca okyanusun gazabı ve kudretidir.
Ama buracıkta o inatçı anakaralar yükselir. Çakıllı sığlıklar ve sarp kayalar suyu delerek çırılçıplak dışarı uğrar; ölümcül ışığın ve istikrarsızlığın yaşam idamesine elverişsiz o kurak, korkunç mekânına taşar. İşte artık, artık akıntılar aldatır, dalgalarsa ihanet eder, kayayla ve havayla çarpışmak için yaygaracı köpüklerle atılıp sonsuz döngülerini kırarak, kırılarak…
RÜYANIN ÖTE YAKASI
Ursula K. Le Guin
(Metis Yayınları – Çeviri: Aylin Ölçer)
Dalgalar, dünyanın kurulduğu ilk günden bu yana, anlamını kimsenin çözemediği hüzünlü şarkılarını sürdürmektedir aralıksız…
OBLOMOV
IVAN GONÇAROV

Berlin Duvarı’nın en ünlü grafitilerinden “The Kiss”, Sovyet lider Brejnev ile Doğu Almanya lideri Honecker’ın 1979’daki “kardeşlik öpücüğü”nü ölümsüzleştiren bir görüntüden doğdu. Bu fotoğraf, 7 Ekim 1979’da Fransız gazeteci Régis Bossu tarafından çekildi ve Soğuk Savaş’ın en çarpıcı karelerinden biri hâline geldi. Duvarın yıkılmasından sonra Dmitri Vrubel bu fotoğrafı mural olarak yeniden yorumladı; altına da ünlü cümleyi ekledi: “Tanrım, bu ölümcül aşktan kurtulmama yardım et.” Bugün East Side Gallery’de hâlâ ayakta duran bu eser, politik yakınlık ile baskıcı kardeşliğin ironik bir eleştirisi ve Berlin’in en çok fotoğraflanan hafıza duvarıdır.
Okuma Parçası
Deniz, belli belirsiz çalkantı, küçük dalgalar kumlu kıyıyı dövüyorlar. Bay Palomar, kıyıda ayakta duruyor ve bir dalgaya bakıyor. Kendini dalgaları hayranlıkla seyretmeye kaptırmış değil. Kaptırmış değil, çünkü ne yaptığını çok iyi biliyor: Bir dalgaya bakmak istiyor ve bakıyor. Hayranlıkla seyretmiyor, çünkü hayranlıkla seyretmek için, elverişli bir yapı, elverişli bir ruhsal durum ve elverişli dış koşulların bir araya gelmesi gerekli: Ve Bay Palomar, ilke olarak hayranlıkla seyretmeye karşı olmasa da, bu üç koşuldan hiçbiri yok kendisinde. Kısacası, bakmayı amaçladığı “dalgalar” değil, tek bir dalga, hepsi bu: Belirsiz duyumlardan kaçınmak istediğinden, her eylemi için sınırlı ve kesin bir amaç belirliyor.
Bay Palomar, uzakta bir dalganın yükseldiğini, büyüdüğünü, yaklaştığını, biçim ve renk değiştirdiğini, kendi üzerine dolandığını, kırıldığını, yok olduğunu, geriye döndüğünü görüyor. Bu noktada, tasarladığı çalışmayı sonuçlandırdığı kanısına vararak, oradan ayrılıp gidebilirdi. Ama, bir dalgayı, kendisinin hemen pesinden gelen ve onu itiyormuş gibi görünen ve kimi kez de yetişerek onu alıp götüren dalgadan ayırmak öyle zor ki: Tıpkı, kendisinden önce gelen ve onu peşinden kıyıya sürüklüyormuş gibi görünen, kimi kez de sanki önünü kesmek için ona doğru dönen dalgadan ayırmanın zor olması gibi. Üstelik, her dalga hareketi, gelişme yönünde, kıyıya koşut olarak ele alınınca, ilerleyen cephenin nereye dek kesintisiz uzandığını, nerede ayrılıp hızları, biçimleri, güçleri, yönleri ayrı, bağımsız dalgalara bölündüğünü belirlemek zorlaşıyor. Devamı>>
PALOMAR
Italo Calvino
(Yapı Kredi Yayınları – Çeviri: Rekin Teksoy)

BERLİN ÜZERİNDEKİ GÖKYÜZÜ
- Wings of Desire (1987)
- Yönetmen: Wim Wenders
- Senaryo: Wim Wenders, Peter Handke
- Yapımcı: Anatole Dauman, Wim Wenders
- Görüntü Yönetmeni: Henri Alekan
- Müzik: Jürgen Knieper (Nick Cave & The Bad Seeds özel performanslarıyla)
- Süre: 128 dakika
- Tür: Fantastik drama / Şiirsel gerçekçilik
Oyuncular: Bruno Ganz (Damiel), Otto Sander (Cassiel), Solveig Dommartin (Marion), Peter, Falk (Kendisi olarak), Curt Bois (Homer) - Konu: Berlin Duvarı’nın gölgesindeki şehirde görünmez melekler, insanların düşüncelerini, yalnızlıklarını ve içsel acılarını sessizce izler. Damiel, sonsuz ömrüne rağmen insanların dünyasına -özellikle de trapez sanatçısı Marion’a- dokunamamanın ağırlığını hisseder. Zamanla ölümlü olmayı, duvarın öte yanındaki hayata ve duygulara karışmayı arzular. Duvarların ayırdığı Berlin’de, bir meleğin özgür iradeye ve bedene duyduğu özlem, şehrin bölünmüş ruhuyla iç içe akar.
- Neden Seçtik? Wings of Desire, “duvar” ve “özgürlük” temasını hem somut hem de ruhsal düzeyde işleyen en şiirsel filmlerden biridir. Berlin Duvarı, yalnızca bir sınır değil, insanların arasına örülmüş görünmez duvarların da metaforudur. Wenders, meleklerin siyah-beyaz dünyasıyla insanların renkli yaşamını karşı karşıya getirerek, özgürlüğün bedelini ve varoluşun ağırlığını sinemasal bir şiire dönüştürür. Film ilerledikçe, şehrin üzerinde süzülen melekler bile duvarın ikiye böldüğü bu hayatın hüznüne karışır; sonunda duvar yıkılmadan önce, umut ve dönüşüm arzusunun ilk çatlaklarını onların gözlerinden görürüz.
“Sözcükler, sadece havada yayılan dalgalar değildir, çok daha güçlü şeyler üzerinde çok daha güçlü etkileri vardır ne de olsa.”
Gönül
Natsume Soseki

Yapım Yılı:
1830–1831 (Eser, Fuji Dağı’nın 36 Görünümü serisinin erken baskılarından)
Malzeme / Teknik:
Ahşap baskı (Ukiyo-e woodblock print), renkli ahşap baskı, mürekkep ve boya
Boyut:
Yaklaşık 25 cm × 37 cm (Orijinal baskıların standart ölçüsü: 25.7 × 37.8 cm (Farklı müzelerde çok küçük değişiklikler görülebilir.)
Yer (Eserin Bulunduğu Koleksiyonlar):
Tek bir orijinal tablo yoktur; birçok müzede baskıları bulunur.

Yükü boşaltalım olduğunca
Bir kayaya belki
Bir duvara
Bu hayattan
geçmişlerden,
hayatı köpürtenlerden
Kurtulalım
Furkan Karakaya
Aralık Kitapları
- Herman Melville – Moby Dick
- Ernest Hemingway – Yaşlı Adam ve Deniz
- Franz Kafka – Dava
- Jean-Paul Sartre – Duvar
Aralık Filmleri
- Piyano – Jane Campion (1993)
- Dogville – Lars von Trier (2003)
- Esaretin Bedeli – Frank Darabont (1994)
- Truman Show – Peter Weir (1998)
Aralık Şarkıları
- Ludovico Einaudi - Le Onde
- Mr. Probz- Waves
- Frank Ocean- Swim Good
- Pink Flyod- Another Brick in the Wall
- Zeynep Casalini- Duvar






